Son iki haftanın öne çıkan gündemlerini bir hatırlayalım: Bir önceki yazımıza da konu olan Doğu Akdeniz’deki gerilim, müjdeyle haber verilen doğalgaz rezervi keşfi ve Giresun’daki sel felaketi.
İlki mavi vatan söylemiyle savunulsa da, ikincisi güçlü devlet imajıyla sunulsa da, sonuncusu Allah’ın takdirine ve kaderin ağlarını ölen yurttaşlar için örmesine bağlansa da her bir gündemde ipin ucu tek bir yere bağlanıyor: Enerji.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve diğer bölge ülkeleriyle yaşanan çekişme temelde iktidarın yayılmacı politikalarından kaynaklanıyor. Ancak Akdeniz’de enerji arayışı da bölgede güç elde edebilmek için önemli bir gerekçe. Yalnızca ülkelerin değil dev enerji şirketlerinin de denkleme dahil olduğu bu tabloda Yunanistan’la ufak askeri “kaza”lara, hatta sıcak çatışmaya varabilecek bir gerilim, bir fosil yakıt türü olan hidrokarbon yataklarının arayışı üzerinden sürüyor.
Güneyde gerilim eşliğinde süren enerji arayışları kuzeyde iktidarın elini rahatlatmış görünüyor. Karadeniz’de Tuna-1 adı verilen gaz sahasında keşfedildiği söylenen 320 milyar metreküp doğalgaz enerjide dışa bağımlılığı bir nebze de olsa hafifletebilir ancak çıkacak gazın verimliliği belirsiz. Sözü edilen doğalgaz potansiyelinin, yıllık ortalama 50 milyar metreküp gaz tüketen ülkenin en fazla 5-6 yılını kurtarabileceği, uzun yıllar sürdürülebilir bir kaynak olmadığı ortada.
Üstelik kullanımının 2023’te başlayacağı müjdelense de 3 yıl içinde gazın çıkarılmasıyla ilgili tüm sürecin tamamlanması fazlasıyla iyimser bir tahmin. Henüz arama çalışmalarının bile tamamlanmadığı bir durumda sondaj ve üretim platformlarının inşası, çıkartılan gazı karaya taşıyacak boru hattının inşası, karadaki tesislerin inşası, vb. tüm sürecin tamamlanması kolay olmayacaktır.
Enerjinin verimliliği konusunda benzer kaygılar Doğu Akdeniz’deki yataklar için de dile getiriliyor. Uzmanlar bunca siyasi gerilime ve arama faaliyetlerine harcanan mali kaynağa değecek bir enerjinin bölgede bulunmadığını söylüyor. Dahası Doğu Akdeniz’de ya da Karadeniz’de en verimli enerji kaynaklarına ulaşsak bile bunlar günün sonunda yine fosil yakıtlar olacak. Tüketildikleri her an atmosfere karbon salarak, iklim krizinin daha da artmasına yol açacak.
Açık ki iktidar gerçekleri enine boyuna tartışmak yerine milliyetçi duygulara oynayarak Mehter Marşı eşliğinde Doğu Akdeniz’de Navtex ilan etmeyi ya da 2023 hedefli yüksek perdeden iddialarda bulunmayı, iç siyasette günü kurtarmak için daha uygun görüyor.
Gelelim Giresun’daki sel felaketine. 8 yurttaşın canına mal olan selin ardında bıraktığı yıkımın fotoğrafları doğanın dengesiyle nasıl oynadığımızı tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Dereli mahallesinin ana caddesine selin yığdığı kocaman taşlar buranın aslında cadde ya da yerleşim yeri değil, derenin doğal yatağı olması gerektiğini gösteriyordu. Zaten mahallenin adı da bunu söylemiyor mu? Dere yataklarının imara açılmasıyla doğaya meydan okunamıyor işte, su akıp yatağını buluyor.
Yanlış imar politikaları doğal bir olay olan güçlü yağışların sel felaketine dönüşmesinin nedenlerinden biri ama teki değil. Orman dokusunun yok edilmesi, yağmur sularının toprak tarafından tutulamaması gibi nedenleri ortaya çıkaran şey ise Giresun’un 38 deresi üzerine kurulu HES’ler.
HES’ler su ile beslendiğinden kullandığı yerel ve yenilenebilir enerji kaynağı gereği çevre dostu görüntüsü veriyor ancak uygulamada doğaya fazlasıyla zarar veriyor. HES’in kurulduğu coğrafyada ekosistem zarar görüyor, toprak kaybı, ormansızlaşma, derelerin kuruması gibi önemli sorunlarla karşı karşıya kalınıyor.
Tüm bu sorunlara karşın tek bir ilde 38 dere üzerine HES kurulması bu santraller çok yüksek verimlilikte çalıştıkları, enerji üretimine önemli ölçüde katkıda bulundukları için mi göze alınıyor? Hayır. Giresun’da kurulu 38 HES, Türkiye’nin HES’lerden elde edilen enerji üretiminin yalnızca %2,3’üne, toplam elektrik tüketiminin ise ancak binde 6’sına denk düşüyor.1
İşin aslı, Doğuş, Kalyon, Kolin gibi iktidara yakın holdinglerin sahibi olduğu HES’ler toplumun enerji gereksiniminin karşılanması değil, dolar üzerinden elektrik alım garantisi verilerek patronların cebinin doldurulması için inşa ediliyor. Tıpkı inşaat sektöründe olduğu gibi enerji sektöründe de yandaşlar üzerinden büyük bir rant paylaşımını ve sermayenin iktidara bu yolla bağlandığını görüyoruz.
Giresun’daki sel felaketiyle ilgili şunu da hatırlatalım: Yoğun seller gibi aşırı hava olaylarının yaşanmasının nedeni iklim krizi. İklim krizi, fosil yakıtların sanayi etkinliklerinde kullanımına bağlı olarak atmosferde artan karbon partiküllerinin dünyayı ısıtmasından kaynaklanıyor. Gördüğümüz gibi 8 kişinin yaşamını yitirmesine neden olan aşırı yağış da, yağışın toprakta tutunamayıp su baskınına yol açması da dönüp dolaşıp enerji politikalarına bağlanıyor.
Bütün yollar enerjiye çıkıyor deyip sorumluluğu enerjinin kendisine yıkıyor değiliz. Tüm bu olumsuzluklardan sıyrılabilmek için geleceğe ilişkin enerjiye gereksinim duymayacağımız ilkel bir ütopya da düşlemiyoruz. Enerjiye ihtiyacımız var ve olacak.
Ancak sermayenin çıkarları doğrultusunda kullanılan enerji kaynakları iç-dış siyasetten yaşam alanlarımıza, komşularla ilişkilerden ödediğimiz faturalara kadar her anımızı belirler, yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul ettiğimiz su bile, sermayenin elinde doğayı talan edecek bir araca dönüşürken bu olumsuz tabloyu tersine ancak kârı değil toplumun gereksinimlerini önceleyenler çevirebilir.
Kapitalist sanayi etkinliklerinin yerkürenin iklim rejimini belirlediği bir jeolojik evre olarak içinde bulunduğumuz Kapitalosen Çağı’nı bir daha geri dönmemecesine kapatmak bizim elimizde. Daha güzel bir dünya düşü kuranların doğayı, insanı ve diğer tüm canlıları gözeten, merkezi planlamaya dayalı kurucu enerji politikaları geliştirmesinin ve bunu topluma sunmasının tam zamanı.
1 https://www.birgun.net/haber/bin-birim-elektrik-tuketiliyor-sadece-6-sini-giresun-daki-hes-ler-uretiyor-rant-santrallari-313066