Laiklik: Olanaklar ve görevler

Laiklik: Olanaklar ve görevler

TİP laikliği “kıskançlıkla” savunmalı, emekçi karakteri taşıyan bir laiklik anlayışını siyasete dayatmalı, laikliğe dair bütün gündemlerde gözler TİP’i arar olmalıdır.

Baran Köseoğlu

Laiklik, Türkiye tarihinde hep tartışmalı bir konu oldu. Daha önce de gerici-sağ iktidarlarca hayata geçirilen laiklik karşıtı program, AKP iktidarı ile doruk noktasına ulaştı. Bugün emekçi ailelerin çocukları için neredeyse tek seçenek haline getirilen İmam Hatipler, tarikat-cemaat yurtları ve daha nicesi ile AKP bu oldukça bütünlüklü programa yeni formasyonlar kazandırmaktadır. Düzen muhalefeti ise sağcı olmadan iktidar olunamayacağı “tezi” ışığında tüm gücüyle sağcılaşma yarışına girişmiş, iktidar bu topyekûn saldırıda hareket alanı kazanmıştır. Kamusal alan böylesi bir dönüşüm sürecine girmişken, ciddi bir dirençle karşılaşmayan AKP siyasete kendi -sağcı- rengini dayatırken muhalefet mevcut stratejisi gereği iktidarın her sağ adımına bir adım daha sağa gelerek karşılık vermiştir. Gericiliğin hâkim olduğu bu siyasi atmosferde, laiklik gibi bir kaygısı olan oldukça geniş bir toplam siyaseten “sahipsiz” kalmıştır.

Laikliğin Türkiye’de gelişimi, farklı kitlelerce kavranış biçimi ve bugün kapsanamayan bu oldukça geniş kitlenin sosyalist siyaset açısından önemi bu yazının değinmek istediklerini oluşturacak. Bazı kavramları bir miktar açmak gerekecekse de yazının amacı laiklik üzerinden bir kavram tartışması vermek değil laikliği günümüzün ihtiyaçları ve olanakları doğrultusunda tekrar okumak olacak.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

Öncelikle Türkiye’de laikliğin gelişimi konusunda bakış açımızı netleştirmeliyiz. Laiklik, batılılaşma ya da modernleşme kimi liberal görüşlerin iddia ettiği gibi küçük bir azınlığın topluma -ve topluma rağmen- istenmeyen ve ihtiyaç duyulmayan bir görüşün dayatılması mıdır? Bu oldukça yanlış bir tarih okuması. Bu anlayış açıkça sınıfların kendi çıkarları doğrultusunda hareketlerini, sınıf mücadelesini dışsallaştıran bir anlayış olup toplumu durağan ve edilgen olarak ele almaktadır. Laiklik günümüzde işçi sınıfı için ne kadar hayati bir ihtiyaçsa, Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet işlerinin organize edilebilmesi anlamında dini hüküm ve kurallar da burjuvazi için o kadar pranga olabilir. Örneğin 2. Mahmut’un din kurumunun izni alınmaksızın gerçekleştirdiği çoğu idari ve ticari olan bazı müdahaleler nedeniyle Şeyhülislam’ın verdiği muhtırayı yırttığı ve bu gibi kararların hükümdarın yetkisinde olduğunu belirttiği bilinir. Bu durum bize 2. Mahmut’un kişisel olarak laikliği ne kadar arzu ettiğini mi düşündürtmeli yoksa değişen ekonomik, toplumsal koşulların salt sonucu olmasa bile iki taraflı bir etkileşimi olarak mı yorumlanmalı? Dolayısıyla laikliğin Türkiye’de gelişimi belirli bir süreklilik kapsamında ve cumhuriyet öncesi dönem yok sayılmadan incelenmelidir.

Türkiye’de resmi ideolojinin “mütemmim cüz”ü olan ve devlet politikasının yapıtaşlarından olan laiklik, çok uzunca bir süre rejimin siyasal aygıtlarından ve meşruiyet kanallarından biri olageldi.1 Cumhuriyetin ilk yıllarında hilafetin kaldırılması, Tevhıd-i Tedrisat Kanunu ve Medeni Kanun’un kabulü gibi gelişmeler oldukça kısa bir dönemde ardı ardına gerçekleşmiş, toplum hızlı bir dönüşüm sürecine girmiştir. Bu gelişmeleri takip eden süreci biraz hızlı geçmekle birlikte bu dönüşüm sürecinin zamanla siyasi tercihlerin de etkisiyle sürekliliğini yitirmiş, durağanlaşmış olduğunu söyleyebiliriz.

Geldiğimiz noktada, cumhuriyetin ilk yüzyılını geride bırakmaya hazırlanırken, uzunca bir süredir laiklik kapsamında dişe dokunur bir kazanımdan bahsetmek pek de mümkün değil. Üstelik bu durum laiklik alanında deyim yerindeyse bir “son aşama”ya gelinmesi, doygunluğa ulaşılmasıyla ilgili de değil. Dolayısıyla laiklik, zamanında ihtiyacı hasıl olmuş ve bir şekilde giderilmiş, günümüzde yakıcılığını yitirmiş, ikinci plana atılabilecek bir kavram olmaktan uzak. Saray Rejiminin baskısını günden güne artırdığı, laikliğin kamudan tasfiye sürecinin hızlandığı, üstelik düzen içi muhalefetin de laiklik adına odak olamadığı/olmadığı bir düzlemde laiklik sorununun düzen içi çözümü en azından yakın gelecekte mümkün gözükmüyor.

LAİKLİKTEN NE ANLIYORUZ?

Yazının bu kısmına başlamadan laiklik ve sekülerizm ayrımını netleştirmek faydalı olacaktır. Laiklik, dinin siyasetten ve kamusal yaşamdan bütünüyle ayrılmasını anlatır.  Dolayısıyla kamu, devlet gibi kavramlara değinmeksizin yapılan bütün laiklik tanımları eksiktir. Sekülerizm ise tek başına kişilerin, kurumların, bu kişi ve kurumların eylemlerinin din ile ilişkisiz olmasıdır. Sekülerizme dair olan, laiklikte olduğu şekilde devlet/kamu ile ilişkili olmak zorunda değildir. Laik bir kişinin aynı zamanda seküler ya da seküler bir kişinin aynı zamanda laik olduğundan da söz edemeyiz. Laik bir kişi seküler olmayan söylem ve eylemlerde bulunabileceği gibi seküler bir kişi de laiklikle ters düşen görüşlere sahip olabilir.

Türkiye’de laiklik 1940’lardan sonra “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” olarak tanımlanmaya başladı. Bu tanım kamusal alana dair bir şey ifade etmemektedir, dolayısıyla eksiktir. Yine de pratikte bazı ayrımların laiklikten taraf olan ya da olmayan çoğu kişinin doğru kabul edebileceği, ezbere söyleyebileceği bu tanım dahi esas alınmadan yapıldığını söyleyebiliriz. Laiklik bugün pek de azımsanamayacak kitlelerce bir giyim tarzını, alkol kullanıp kullanmamayı, siyasi olmaktan çok bir yaşayış biçimini tarifleyen bir kavram olarak algılanmaktadır. Üstelik böyle algılayanlar sadece laiklik aleyhtarları da değil.

Düşünsel ve siyasal olmaktan çok biçimsel olan bu laiklik algısı elbette cumhuriyetin ilk yıllarından AKP iktidarına ve günümüze kadar birtakım siyasi tercihlerin de etkisiyle gelişmiş/geliştirilmiştir. Şehirli-köylü, dinsiz-dindar gibi genelde kimliksel ve laiklikle doğrudan ilgisi olmayan bazı ayrımlar ön plana çıktıkça laiklik mücadelesi hasar almış, laikliği savunmak “güçleşmiştir”. Laiklik, “Erdoğanvari” bir deyişle, boğazdaki yalısında, şömine karşısında viskisini yudumlayan bir tipolojiyle özdeşleştiğinde -ki bu laikten çok seküleri çağrıştırmaktadır- sadece küçük bir azınlığın -toplumun önemli bir kısmı için kendisinden olmayanın- derdi haline gelecektir. Nitekim iktidarın zaman zaman buna benzer söylemler geliştirmesinin sebebi de budur.

Laiklik elbette sekülerler için de bir ihtiyaçtır. Hatta toplumun sekülerleşme süreci için de laikliğe ihtiyaç vardır. Diyanetin varlığını sürdürdüğü, İmam Hatiplerin eğitimde egemen olduğu, kısaca siyasette ve kamusal alanda dinin son derece belirleyici etkisinin olduğu bir ortamda sekülerleşme sürecinin hızlanabileceğini ya da en azından olumsuz etkilenmeyeceğini söylemek oldukça “polyannacı” olur.

Yine de bu ihtiyaçlar, şehirli ya da köylü, dinsiz ya da dindar, “marjinal” ya da değil gibi ayrımların ötesinde laikliğin tüm emekçiler için bir ihtiyaç olduğu gerçeğini gölgelememelidir. Laikliğe ihtiyaç duyan “marjinaller” yaşantılarında ya da alışkanlıklarında hiçbir şeyi değiştirmek zorunda değildir elbette fakat marjinal sayılanlar da laik diye laiklik marjinal olmamalıdır. Dolayısıyla üzerimize düşen, laikliğe giydirilen o marjinallik gömleğini yırtmaktır.

BOŞLUKLARI DOLDURMAK

Daha önce laiklik sorununun düzen içi çözümünün en azından yakın zamanda mümkün olmadığını belirtmiştik. Hem bütünü oluşturan parçalar halinde siyasetin ana akım güçleri hem de bütün olarak siyasetin zemini sağa kaydıkça ilerici, sol söylemler silikleşiyor. Söylemlerin, taleplerin sınırlarının Siyasal İslam tarafından belirlendiği bir siyaset düzleminde AKP, iktidarda kalıp kalmayacağı fark etmeksizin kendisi için en elverişli koşulları oluşturmakta avantajlı olacaktır.

Neticede tablo ne kadar umutsuz gözükürse gözüksün, bu durumun sol için yeni fırsatlar doğurduğu da bir gerçek. Yine daha önce değindiğimiz üzere bugün laikliğe dair kaygıları olan oldukça geniş bir toplam var ve bu kaygının tek sebebi AKP’nin siyasi tercihleri de değil. Cemaat/tarikat yurtları konusundaki sessizlik, Kılıçdaroğlu’nun “Türban” çıkışı, Gülşen’in hapse tıkılmasının ardından Faik Öztrak’ın açıklamaları ve daha nicesi bu bahsettiğimiz kitlenin kaygılarını artırıyor. Bu kaygıların muhalefette kısmi kopuşlar yarattığı ve dahasını da yaratabileceği bir gerçek. Bu kaygıyı daha iyi kavrayabilmek adına birkaç veriye göz atmak faydalı olacaktır.

2020 yılında SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı) tarafından yayınlanan “Laiklik Araştırması Raporu” verilerine göre “Laikliğin tehdit altında olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna “Tehdit altındadır” (%16,3) ve “Kesinlikle tehdit altındadır” (%13,8) yanıtını verenlerin toplamı örneklemin %30,1’ini oluşturuyor.  “Kararsızım” yanıtı verenler ise %26,0. 2018 Genel seçiminde CHP’ye oy verdiğini söyleyenlerde ise “Tehdit altındadır” (%25,6) ve “Kesinlikle tehdit altındadır” (%35,9) yanıtını verenlerin toplamı %61,5’e tekabül etmektedir. Üstelik aradan geçen 2 yılda yaşananlar göz önüne alındığında laiklik kaygısının daha da tırmandığı söylenebilir.

Tam da bu noktada, laiklik kaygısının oluşturabileceği yeni arayışlar ve TİP’in kitleselleşme hedefi birlikte düşünüldüğünde TİP laiklik için yeni bir odak olarak öne çıkabilir, bu sayede laikliğe dair endişeleri olan bu oldukça geniş kitleyi kendi hegemonik inşasına eklemlendirebilir.

Evrensel anlamda pek de tartışmalı olmayan cumhuriyet, modernleşme, laiklik gibi kavramlar özel olarak Türkiye’nin geçtiği süreçler düşünüldüğünde kimilerimiz için bir miktar şüphe uyandırabiliyor. Kimileri için azınlıklara ve komünistlere yönelik baskı politikalarıyla özdeşleşmiş olsa da cumhuriyet, laiklik gibi değerler, eşitlik, özgürlük, adalet gibi solun evrensel değerlerinden ayrıksı değildir. Üstelik bugün geldiğimiz noktada laiklik rejim için bir meşruiyet aygıtı olmaktan da çıkmış yerini tam tersine, laiklik karşıtlığına bırakmıştır.

Bugün laikliğe dair kaygılara sahip olan bu kitlenin önemli bir bölümü kendisini Kemalist/Atatürkçü olarak tanımlıyor, eşitlik, cumhuriyet, özgürlük ve laiklik gibi kavramları da Kemalizm ile “imgeselleştiriyor” olabilir. Bu “imgeselleştirme” yanlış dahi olsa bu kitlenin kaygıları ilerici ve sola dairdir dolayısıyla bu “imgesellikle” kavga etmenin manası yoktur. Bu kitle ulusalcılık, militarizm gibi nüveleri de barındırıyor olabilir elbette fakat düzen dışı bir siyasetçe kapsanamadıkça zaten böyle olmaya devam edecektir.  Dolayısıyla sosyalistlere düşen de tarihsel tartışmaların ötesinde, ilerici ve sola dair olan taleplerin yükseltilmesidir.

Daha önce de değindiğimiz laikliğin biçimsel algılanması meselesine gelince, sanıyorum laiklik algısının yeniden ve daha sağlıklı inşa edilebilmesi de yine TİP’in siyasetteki laiklik boşluğunu ne ölçüde doldurabildiği ile ilişkili. Laiklik elit bir azınlığın ihtiyacı değil demiştik, biraz daha somutlayalım. Bugün laikliğin eğitimden tasfiyesi, eğitim kurumlarının hızla imam hatipleştirilmesi emekçilerden başka kimin sorunu olabilir ki? Tuzu kuru olanların böyle bir derdi yoktur, hiç olmamıştır, onlar çocukları için laik, bilimsel bir eğitimi sağlayabilecek koşullara sahiptir zaten. Ya da içki içtikleri için işinden edilen Pegasus işçilerinin yaşadıkları yine emeğe, emekçi olmaya dair değil midir? Bu örnekler çoğaltılabilir elbette fakat bu kadarının yeterli olduğu kanaatindeyim. Laiklik en çok emekçilerin ihtiyacıdır ve emekçilerce savunulmalıdır. Dolayısıyla laiklik alanındaki söylemlerimiz de kuşkusuz emekçi bir karakter taşımalıdır.

SONUÇ OLARAK

Tarihsel tartışmaların ötesinde ve güncel ihtiyaçlar dahilinde TİP laikliği “kıskançlıkla” savunmalı, emekçi karakteri taşıyan bir laiklik anlayışını siyasete dayatmalı, laikliğe dair bütün gündemlerde gözler TİP’i arar olmalıdır. Siyaset kendi akışı dahilinde istediğimiz fırsatları bizim için yaratacaktır. Laiklik boşluğunu doldurabilmek güncel sorunlara somut çözümler üretebilmekle, özgüvenli ve tereddütsüz söylemler geliştirmekle mümkün olacaktır. Artık düzen güçleri tarafından çözülmesi mümkün olmayan bu sorunlara devrimci çözüm önerileri üreterek geniş kitleler kapsanabilir, kitlelerin sosyalizmle tanışması mümkün kılınabilir. Laiklik, henüz kitleselleşme aşamasında olan Türkiye İşçi Partisi’nin “anaakımlaşması” için lokomotif işlevi görecektir.

Kaygılarımıza gelince, kaygılar elbette değerli hatta bazen gereklidir de. Yine de bu bizi adım atmaktan alıkoymamalı, belirli kaygıları taşırken de cesur adımlar atılabileceği gerçeğini gölgelememelidir. Kaygılarımızı bir tarafa bırakarak değil, ama hareket etmemizi engelleyecek bir yük kadar da ağır sırtlanmadan, yola koyulma vaktidir.

Kaynak:

https://ilerihaber.org/yazar/amasiz-fakatsiz-laiklik-30695.html, 2015

DAHA FAZLA