Zaman beklemez siz de durmayın…

“Burasıdır asıl sözü söyleyecek olan” dedikten sonra bir vakit susacak, kadehindeki son yudumu içtiğini hayal ederken ben, zaman beklemez siz de durmayın, konuşacak, eyleyecek olanlar onlardır deyip gülümseyecekti, kardeşim benim…

İki ay geçmiş, telefon edecek, sorduğum soruya yanıt verecek sanki. Benim Marcel Proust takıntıma takılacak, güleceğim, onun da gülümsediğini hissedeceğim. Benim her zaman hayranlığımı kazanmış yazarlarımdan Proust ünlü eserinde “…insanlar, yıllara dalmış devler misali, yaşamış oldukları, sayısız günden oluşan birbirinde uzak dönemlerin hepsine birden aynı anda değerler” diye yazmıştı. (Kayıp Zamanın İzinde, Yakalanan zaman, s.355 YKY) Metin’in, Metin Çulhaoğlu’nun İleri Haber’deki son yazısını bir kere daha okuyunca Proust’un benim fazla anlam yüklediğim, abarttığım cümlesi geldi aklıma. Bu ilginç saptama Metin’in olağanüstü gerçekçi analizi ile karşılaştırılamaz ama hiç değilse bir girizgâh olsun bu yazıya.

Metin, Bilim ve Gelecek dergisinin Ağustos 2022 sayısındaki yazısında “50 yıl sonra nasıl bir dünya öngörüyorsunuz?” sorusunu yanıtlamış, “50 yıl sonrasının, 2072 yılının dünyası, kendi güncelliğinde, önceki üç tarihsel dönemi üst üste gelmiş biçimde yaşayacaktır. Başka bir deyişle, 2072 yılının dünyası, bunlara atıf yapılsa da yapılmasa da dünya tarihindeki 1776-1850, 1900-1925 ve 1960-1980 dönemlerinin iç içe geçmiş dinamiklerini ‘yenileyerek’ ve bunları güncel dinamiklerle harmanlayarak barındıracaktır” demişti. Metin kimi tarihçilerin çoklu-zamansallık (multi-temporality) yaklaşımı, yani tarih biliminde önemli bir yeri olan dönemleştirmeyi (periyodizasyon) anlamsız kılabilir mi, boşa düşürebilir mi diye soruyor ve “Tarihte hiçbir yeni dönem, eskinin bakiyesini, izlerini, unsurlarını tam olarak silip yepyeni bir sayfa açamaz. Buna rağmen dönemleştirme gene de mümkündür: Belirli bir dönemin, geçmiş dönemlerin bakiyesini hangi yeni çerçevelere ya da bütünselliklere taşıyıp oralarda yeniden şekillendirdiğine bakılır” diyor, “bu bakış derinlik kazanıp anlamlı sonuçlara ulaşıyorsa bu da size bir dönem tanımı verir” diye tamamlıyordu.

***

Bu yaklaşımın yaşamsallığı üzerinde durmakta yarar var; çünkü son yarısını sıkı yaşadığımız, yaşadığımız için de daha iyi nüfuz ettiğimizi sandığımız önceki yüzyıl bizim için derslerle doluydu. Öyleydi, çünkü neredeyse bütün bir kuşağı sarmış olan umutsuzluk ya da travma pek çoğumuzda Metin’in söylediği gibi öyle ya da böyle derin bir etki bıraktı: “Özellikle 1990’lardan başlayarak insanların kafası neyin bittiğiyle, geri gelmemecesine gittiğiyle, tarihin derinliklerinde kaldığıyla, iflas ettiğiyle ve buna benzer ‘sonlandırmalarla’ o kadar dolduruldu ki işin tarihsel süreklilik boyutu neredeyse tamamıyla unutuldu.”

***

Öyleyse benim Proust’tan aktardığım şairane sözlere ihtiyatla yaklaşmak ve Metin’in tarifiyle “Türkiye solunun, biraz daha daraltırsak Türkiye sosyalist hareketinin yakın-orta vadedeki geleceğiyle ilgilenmekte yarar var. Metin benim konformizm olarak adlandırdığıma her zamanki ironik yaklaşımıyla “şans” diyor: “Türkiye solu/sosyalist hareketi, yaşadığı ve yaşayacağı güncellikte ne 18. yüzyıl aydınlanmasını (ve onun Türkiye’deki yansımasını) ne 19. yüzyıl Marksizm’ini ne de Lenin ve 1917 Devrimi dahil 20. yüzyılın devrim deneyimlerini aksiyom (belit) olarak alma, bunları ‘zaten herkesin kabul etmesi gereken şeyler’ sayma rahatlığına ya da ‘şansına’ sahip olacaktır.” Ama aynı zamanda diye devam ediyor Metin “Sosyalistler ne derlerse desinler ne yaparlarsa yapsınlar, aydınlanmayı bile ‘aşmayı’ amaçlayan, Marx’ın zamanında hesaplaştığı kimisi ütopyacı görüşleri ‘yeni bir sosyalizm anlayışı’ olarak takdim eden çevreler mutlaka çıkacaktır. Leninizm dahil 20. yüzyılın düşüncelerine ve sosyalizm deneylerine idealizmden Jakobenizme, totalitarizme ve bir ihtimal ‘açık toplum düşmanlığına’ uzanan etiketler yapıştırılacak, en azından bunların neredeyse hepsini boşa çekilmiş kürek sayan görüşler ileri sürülecektir.”

***

Benim hakkıyla özetleyebildiğimden kuşku duyduğum bu kapsamlı analizde karamsarlığa yer yok: işi oluruna bırakmış bir konformizme de kapılar kapalı. Tam tersine içinde umut taşıyan bir gerçekçilik söz konusu burada. Benim çalmasını beklediğim ama sessiz kalan telefonda da Metin, kuşku duymuyorum, tamam Proust iyidir, ama unutma o ömrünü yatakta üşüyerek ve durmadan yazarak geçirdi, bizim işimiz gücümüz var… “bugün parça parça ortaya çıkan, yanıp sönen, örgütsüz kıpırdanma ve tepkilerin istikrarlı bir kitlesel muhalefete evrilmesi ve daha da önemlisi bu kitlesel muhalefetin merkezinde sınıf hareketinin yer alması”dır önemli olan diyecekti.

“Burasıdır asıl sözü söyleyecek olan” dedikten sonra bir vakit susacak, kadehindeki son yudumu içtiğini hayal ederken ben, zaman beklemez siz de durmayın, konuşacak, eyleyecek olanlar onlardır deyip gülümseyecekti, kardeşim benim…