Üçüncü fırsat

Bu referandum, 2013 Haziran Gezi isyanı ve 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, önümüze gelen üçüncü fırsattır. Birçok bakımdan öncekilerden farklıdır. 

Dünya ve ülke koşulları dikkate alındığında Nisan referandumu, yalnızca, ülkenin üstüne çöken,  gerici tek adam diktasından kurtulmak için değil, dağılma ve çürüme noktasına gelen Türkiye toplumuna yeni bir yön ve heyecan kazandırmak için de fırsattır.

Bu kez farklı

Şu dünyanın haline bakın. Kapitalistler, 30 yıldır kafamızı ütüledikleri “küreselleşme” yle ilgili trajı-komik bir tartışma yürütüyorlar. Sermaye birikiminin, üretimin dünya çapında gerçekleştiği bir dünyada başta ABD, büyük emperyalist-kapitalist ülkelerin korunmacı ulusal ekonomilere dönüşü tartışılıyor. “Ulusalcı enternasyonalizm” türünden olanaksız kavramlar türetiliyor. Yeni emperyalist Çin’in başkanı Davos’ta, “eski” emperyalistlere kapitalizm, küresel ekonomi, serbest ticaret üzerine söylev çekiyor. Trump’ın yakın ve orta erimde ne yapacağını, başkanlıkta kalıp kalmayacağını, Avrupa Birliği’ni,  Ortadoğu’yu nelerin beklediğini kimse öngöremiyor. Sovyet çözülüşünün mimarı Gorbaçov, “dünya bir savaşa hazırlanıyor” diyor. Trump, İran’ı kastederek, Bush’un Irak saldırısını anımsatır biçimde “bütün seçenekler masada” buyuruyor. 

Neredeyse dünyanın her yerinde süper zenginler kendilerine tehlikeden uzak kara parçalarında konforlu yer altı sığınakları hazırlıyorlar.

Türkiye farklı mı? Erdoğan, doların değer kazanmasını “dış komplo” ile açıkladı; elinde döviz tutanları  “terörist” ilan etti. Yıldırım, komik bir akılla, referandumda “teröristler hayır dediği için”  “evet” demek gerektiğini hançeresini zorlayarak haykırdı. (Düşünceler zayıf olduğunda sesin yüksek olması kuraldır!)  Erdoğan’ın Suriye siyaseti, Kürt etkeni karşısında ve somut olarak El Bab önlerinde tıkandı…Ortadoğu tüm çelişkileri, mezhep bölünmeleri ile bugün “Tayyipland”ın içindedir.

Türkiye büyük, sarsıcı, emekçi halk için, somut olarak ekonomik şiddet ve cehennem demek olan bir krize girmiştir. Fiili devaülasyonun, Türkiye’nin dünyanın ekonomik bakımdan dünyanın en kırılgan ülkelerinden biri haline gelmesinin, kaynak, tasarruf ve yatırım kıtlığının yıkıcı sonuçları, öyle çok değil, birkaç ay içinde kendisini tüm topluma duyuracaktır. 

Kobilere kredi, Merkez bankasına siyasal baskı, inşaat sektörünü krizden kurtarmak için 20 yıl vadeli konut satışları, ÖTV’lerde indirim …Bunlar, referanduma kadar olan zamanda, ekonomik krizin etkilerini tamponlamaya yönelik, hiçbiri yaraya merhem olmayacak pansumanlardır. “Zaman” a oynuyorlar. 

Çoğu, zaten özelleştirilmiş olan kamu kaynaklarının “varlık fonu” adı altında doğrudan sarayın denetimine verilmesi ise Türkiye’nin kaynaklarının ve geleceğine el konmasıdır:

Dün, THY ve Halkbank’ta Özelleştirme İdaresinin sahip olduğu paylar, Ziraat Bankası, BOTAŞ, Türkiye Petrolleri AO, PTT, Borsa İstanbul ve Türksat'ın sermayelerinde bulunan Hazine'ye ait hisselerin tamamı, Türk Telekom'un yüzde 6.68 oranındaki Hazine'ye ait hissesi ile Eti Maden ve Çaykur'un TVF'ye aktarılmasına karar verildi. Varlık Fonu’na 46 adet de taşınmaz aktarıldı. Taşınmazlar Çamyuva, Kemer, Kiriş, Manavgat gibi turistik ilçelerde yer alıyor. Ayrıca Aydın Kuşadası, İzmir Özdere, Selçuk, Muğla Bodrum,

İstanbul Bakırköy gibi yerlerdeki taşınmazlar da Varlık Fonu’na devredildi.

Her türlü evrensel ve iç hukuk kurallarını pervasızca bir kenara iten OHAL uygulamaları, seçilmiş Kürt siyasetçileri, medya, bilim insanları, “hayır”cı yurttaşlar üzerindeki baskı ve siyasal şiddet, İslamcı faşizan tek adam devletini kurumsallaştırma doğrultusundaki adım ve uygulamalar, yalnızca fiili durumu olağanlaştırmanın, referandumla meşrulaştırmanın değil, aynı zamanda kaybetme korkusunun göstergeleridir.

Romatizmalı kişi yağmur yağacağını önceden hissedermiş. AKP ve MHP cenahından gelen haberler, bu referandumun öncekilerden farklı bir “hava”da gerçekleşeceğini gösteriyor. Kırk yılın sağcısı, Erdoğan- Gülen-Gül arasında bağ elemanı Fehmi Koru’nun,  AKP'lilerin bulunduğu ortamlarda "hayır"ın önde olduğunu, AKP ve Erdoğan’la ilgili olarak bir “taşma noktası”na gelindiğini yazmasını Erdoğan tarafındaki bölünmenin dışarıya “taşması” olarak okumak gerekir. 

Hayır cephesi

Bu referandumu, öncekilerden farklı kılan, kendiliğinden, sınıfsal ve siyasal bağlanma açısından heterojen geniş ve katmanlı bir hayır cephesinin oluşmuş olmasıdır. 

Bu referandumun gücü, ama aynı zamanda zaafı “hayır” tarafının bu bileşiminden geliyor. 

Bir bölüm AKP’linin, daha büyük oranda MHP’linin, çok az eksiğiyle CHP’lilerin, “orta sağ”ın eski siyasetçi ve izleyicilerinin, Kürtlerin, Alevilerin, laik seküler cumhuriyetçilerin çok büyük çoğunluğunun, sosyalistlerin tümünün bu referandumda “hayır” oyu kullanacağı görülüyor. “Veri”, altını çizelim, anketlerden çok, şu anda ülkede esmekte olan siyasal “hava”dır. (Anketler üzerinden tahminlerde bulunmak, bugün hem anlamsız bir gevşeklik/rehavet yaratacağı, hem de referandum yaklaşırken anketlerin yüksek oranlarda “evet” gösterecek biçimde manipüle edilmesi kuvvetle muhtemel olduğundan doğru değildir.) 

Öte yandan, iki cephenin de içinde ve çeperlerinde, yukarıda sayılan siyasal kümelerin tümünü kesen, verili siyasal bağlanmalar dışındaki başlıklara göre oy tercihi değişen kesimler var. Örneğin, Türkiye’nin bölünmesine, iç savaş tehlikesine karşı ve “istikrar”ın sürmesi için Erdoğan’ın kişiliğinde “güçlü iktidar”ı seçenek gören tuzu kuru kimi cumhuriyetçi laikler “evet” deme eğilimi içindeyken, Türkiye’nin asıl, Erdoğan’ı güçlendiren “evet”  sonucu bölüneceğini düşünerek “hayır” oyu kullanacak olan geleneksel sağ seçmen de var.   

“Hayır” ın, ülkede ne yönde etki ve sonuçlar yaratacağıyla ilgili öngörü, beklenti ve amaçlar da başka başka. Örneğin, Kılıçdaroğlu, “hayır çıkarsa hiçbir şey değişmeyecek” ya da “Bu anayasa taslağı İslam’a aykırıdır” derken, CHP’nin hayırdan sonra Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak kalmasına, 15 yılda oluşturulan İslamcı mezhepçi devlet ve toplum ilişkilerine rıza ve onayını da açıklamış oluyor.

Bu saptamadan çıkarak, “hayır” cephesini bölücü davranışlarda bulunmayı, referandum sürecinde  “ama, fakat” türü şerhler koymayı, CHP’nin bu tutumunu deşifre etmeyi başa almayı, boykotu vb. önermiyorum. Ama, 2013 ve 2015 Haziranlarında yaşadıklarımızın tekrarlanmaması için, “hayır”dan sonra ortaya çıkacak tehlike ve olanaklar üzerine şimdiden düşünmek ve hazırlanmak  gerekiyor

Fırsat  

En başta, “hayır”  sonucunu çantada keklik gibi görmemek gerekiyor. Özetlemeye çalıştığım gibi, durum ilk bakışta göründüğünden daha karmaşık. Süreç, devleti tüm ana düzenek ve aparatlarıyla elinde tutan, medyayı, anket şirketlerini kontrol eden “evet” tarafının her türlü provokasyonuna ve manipülasyonuna açıktır. Kaybetme olasılığının güçlenmesi durumunda ellerindeki legal, illegal olanakları, bunlar eşliğinde daha yumuşak ikna yöntemlerini kullanacaklardır. 

“Hayır” cephesinin ileri, sol, sosyalist öğeleri, yalnızca oya kilitlenmeyen, “hayır”ın kritik önemini öne çıkarırken, sonrasının olanak ve görevlerine işaret etmeyi ihmal etmeyen, kampanyaya  kitle mobilizasyonu boyutu ekleyen yönde örgütlü ve eşgüdümlü çaba göstermelidirler. Biz bize hayır ajitasyonu yapmak yerine evetçilere ulaşmak, sarsmak, seçim güvenliğini en az kampanyanın kendisi kadar önemsemek durumundayız.

Referandumdan çıkacak hayır sonucu, oy verenlerin öznel amaç ve beklentilerinden belli ölçülerde bağımsız olarak, tüm boyutları şimdiden kestirilemeyecek yeni bir siyasal iklim, tek adamın, en önemli güç kaynaklarından biri olan sandıkta reddedilmesi o cephede kırılma, bizim tarafta yeni bir heyecan ve enerji yaratacaktır. 

Hayırdan sonra hiçbir şey eskisi gibi devam edemez.

“Hayır” dan sonrasının bu elverişli toplumsal-psikolojik ortamının  hakkını verecek  olanlar, yalnızca Erdoğan ve yeni anayasa taslağına değil, düzenin kendisine, başka bir toplum ve düzen tasarımıyla karşı çıkanlar olacaktır.

Çünkü, bugün İslamcı-faşizan tek adam diktatörlüğü olarak karşımızda duran rejimi yaratan, sistemik bir kaos, bir uygarlık krizi içinde debelenen dünya kapitalizmi ve Türkiye sermaye  sınıfıdır. 

Türkiye’nin yakın tarihi, batı tipi burjuva demokrasinin ekonomik-toplumsal temelden yoksun olduğunu göstermiştir. Türkiye toplumunu, otoriter, faşizan seçeneklerden birinden kurtulup ötekine razı olmak döngüsünden çıkarmanın tek yolu, var olan birikimi ileriye taşıyacak sosyalist cumhuriyettir.