Kapitalizmin sınırında yeni bir eşik: Ukrayna savaşı

Bize düşen, hedefe, öncelikle “kendi” egemenlerimizi koymak, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, NATO’nun lağvedilmesini, Türkiye’nin her türlü emperyalist savaşın dışında kalmasını mücadele başlıkları olarak yükseltmektir.

24 Şubat’ta Rusya ordusunun Ukrayna’ya saldırmasıyla başlayan savaş, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana gerçekleşen en önemli dünya-tarihsel “olay”dır. Olayı tarihsel yapan, savaşın görünürdeki nedenleri, yakın askeri sonuçlar değil, içinde gerçekleştiği tarihsel ve küresel koşullar, açığa çıkardığı eğilimler, yol açacağı yeni gelişmelerdir.  

Günümüz jeopolitiğinin iki kutbunu, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) oluşturuyor. Küresel kapitalizmin ekonomi politiğini ise sınırlarına dayanmış bir sistemin yapısal bunalımı belirliyor.

Çarpıtılmış bilginin (dezenformasyon) gerçeğin yerini aldığı; görünüşün içeriğin, yüzeyselliğin derinlik arayışının önüne geçtiği; genelleme yapmanın, eğilim saptamanın, neden-sonuç ilişkili düşünmenin neredeyse “günah” sayıldığı günümüz egemen ideolojik ikliminde “tarihsel” olanı birlikte görmek, birlikte davranmak kritik bir önem taşıyor.

Kimi temel olgu, süreç ve eğilimleri saptamalar, tezler biçiminde sunuyorum.

I - KAPİTALİZM VE SAVAŞ

Bir: Bilinen insanlık tarihi, kısa dönemler dışında savaşlar tarihidir. Tarihte savaşın, fethin ve zorun rolü kendi başına önemli bir başlıktır. Bu yazıda konuyu, kapitalizm ve savaş bağlamında ele alacağım.

İki: Silahlanma ve savaş, kapitalizmin ontolojik, yapısal bir özelliğidir. Her kapitalist devlet içe ve dışa dönük gereksinmeleri nedeniyle silahlanır; ordular kurar. İçeride, düzenin devamı, sömürülen, ezilen sınıfların baskı/boyunduruk altında tutulmasını, o da devletin silah ve şiddet tekelinin varlığını gerektirir.

Üç: Bütün sermaye devletleri, dayandıkları kapitalist sınıfın doğası nedeniyle ülke sınırlarından taşarak yayılma, bu anlamda emperyalistleşme eğilimi taşır. Emperyalizm, tüm kapitalist ülkeler için yalnızca dışsal değil, içsel bir olgudur.

Dört: Emperyalizm, kurulu, yerleşik, belli bir hukuka göre işleyen bir “düzen” ya da “sistem” değildir. Sermayelerin ve devletlerin birbirleriyle sürekli olarak rekabet ve çatışma içinde oldukları, ekonomik, siyasal, askeri güç oranlarındaki değişikliklere bağlı olarak dünyayı yeniden paylaştıkları, hiyerarşik ama istikrarsız bir ilişkiler bütünüdür.

Beş: Yirminci yüzyılın başında emperyalizmi belirleyen, belli kapitalist coğrafyalardaki tekelci sermaye, özellikle de mali sermaye (finans kapital) gruplarının ve ait oldukları devletlerin sermaye ve meta ihraç ettikleri, ham madde sağladıkları alanları ele geçirme, denetim altında tutma yönelişleriydi. Emperyalist paylaşım, pazarların, toprakların ve doğal kaynakların ilhakı, bölüşülmesi biçimindeydi. Kabaca 1870-1945 arasında hüküm süren ülke ya da ulus devlet temelli emperyalizm, sermayelerle devletlerin milliyetçilik ideolojisiyle yeniden kurulumu (konfigürasyon) sürecinde biçimlendi.

II - İKİ DÜNYA SAVAŞI

Altı: Kapitalizm krizli bir sistemdir. Krizleri ötelemek, sermaye birikimi her teklediğinde onu yeniden canlandırmak için bugüne dek buldukları en etkili “çözüm”, “yaratıcı yıkım”dır. Yaratıcı yıkım, en başta insan olmak üzere üretici güçleri yok ederek, aşırı biriken sermayeyi değersizleştirerek, sermaye birikiminin yoluna devam edeceği “düzen”i yeniden kurma yöntemidir. En etkili yaratıcı yıkım eylemi savaştır. Pazarın bütünleştiği, devletler arasındaki ilişkilerin karmaşıklaştığı, nükleer silahların imha gücünün arttığı günümüzde yapısal bunalımları savaşla çözmek zorlaşmıştır.

Yedi: Birinci Dünya Savaşı, ilk emperyalist paylaşım savaşıydı. Öngörülemeyen ve dünya tarihinin yönünü değiştiren sonucu, işçi sınıfının 1917’de Rusya’da iktidarı alarak büyük bir coğrafyada kapitalizmden komünizme yürüyüşü başlatması oldu.

Sekiz: İkinci Dünya Savaşı, 1929 buhranının etkilerinin sürdüğü, yeniden paylaşımın geç emperyalist Almanya tarafından dayatıldığı koşullarda patlak verdi. Nazi Partisi, Almanya kapitalizmini tehdit eden işçi sınıfı hareketini ezmek, komünizm tehlikesini ortadan kaldırmak misyonu ve Alman tekelci sermayesinin desteğinde devlet erkini aldı. Kısa zamanda yarattığı dev savaş makinesiyle 1939 sonbaharında İkinci Dünya Savaşı’nı başlattı.

Dokuz : ABD, SSCB, Britanya ve Fransa’nın başını çektiği “müttefikler” Almanya ve “mihver” ülkelerine karşı koalisyon oluşturdu. Savaş, çeşitli cephelerde 6 yıl sürdü. 80 milyondan fazla insan yaşamını yitirdi. ABD, Britanya ve Fransa ikinci cepheyi açmakta ayak sürüyerek, Hitler Almanya’sına karşı savaşın yükünü Sovyetler Birliği’ne yıkmak, Hitler’den kurtulurken Sovyetler Birliği’ni de güçten düşürmek istedi. Savaş, Sovyet Kızıl Ordusu’nun tüm Doğu Avrupa’yı kat eden büyük taarruzla Hitler ordularını yenilgiye uğratmasıyla sona erdi.  

On: Savaşın, bu biçimde, Sovyetler Birliği’nin özveri ve inisiyatifiyle bitirilmesi 1945 sonrası dünya tarihine yön veren üç önemli sonuç doğurdu: Birincisi, Doğu Avrupa ve Balkanlar’daki 8 ülkede “Halk Demokrasileri” olarak adlandırılan sosyalizm yönelimli, Sovyet yanlısı iktidarlar kuruldu. İkincisi, Sovyetler Birliği kişiliğinde sosyalizm, tüm dünyada büyük saygınlık ve sempati kazandı.  Üçüncüsü, bu savaştan sonra dünya, iki karşıt toplumsal düzeni temsil eden iki devletler blokunun birbirleriyle mücadeleleri temelinde yeniden yapılandı. Temmuz 1944’te BrettonWoods anlaşması ile tescil edilen ABD hegemonyası, kapitalist dünyanın “ortak düşman” sosyalizme karşı ABD önderliğinde gruplaşmasıydı. Dünyanın paylaşımı gündemden düşmemiş ama paradigma değişmişti: Bu kez kavga iki karşıt sistemi temsil eden iki blok arasındaydı.  

On bir: Marshall Planı (1948), 1949’da NATO’nun, 1955’te Varşova Paktı’nın kurulmaları, 1946’da  Churcill’in “demir perde” ilanı, “soğuk savaş”  iki farklı toplumsal düzeni temsil eden “iki kutuplu” dünyanın olgu ve kavramlarıdır.

On iki: 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, sistem karşıtlığının belirlediği “iki kutuplu dünya” sona ermiş, dünya çapında jeopolitik ilişkilerin içeriği değişmiştir.

III - ÇÖZÜLÜŞTEN SONRA

On üç: Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD, verdiği sözlerin hiçbirini tutmayarak[i] Doğu Avrupa, Baltık ve Balkanlardaki eski Sovyet bloku ülkelerini NATO ve AB’ye katarak Rusya’yı kuşatma stratejisi izledi.

On dört: Putin, ABD hegemonyasına, NATO’nun genişlemesine itirazlarını 10 Şubat 2007'de Münih Güvenlik Konferansı'nda[ii] yaptığı konuşmadan başlayarak dile getirdi. 12 Temmuz 2021’de yazdığı "Rusya'nın ve Ukrayna'nın Tarihsel Birliği"[iii] başlıklı kapsamlı makalesinde “Putin Doktrini”nin ana çizgilerini ortaya koydu. Bu doktrinin özeti şudur: ABD hegemonyasındaki tek kutuplu dünya yalnız haksız değil, artık olanaksızdır. Biz sosyalizmden kapitalizme barışçıl bir dönüşüm gerçekleştirdik. Kapitalist dünyanın bir bileşeni olduk. ABD, NATO’nun içimize doğru genişlemeyeceğine söz vermişti; bu sözünü tutmadı. NATO’nun ön cephe güçleri sınırlarımıza yerleştirildi. Bunu kabul edemeyiz!

22 Şubat 2022 tarihli savaşın başlamasından önceki son konuşmasında, Ukraynalılarla Rusların aynı tarihsel ve ruhsal alana ait tek bir ulus oluşturduklarını, bugün farklı uluslar gibi görünmelerinin Bolşeviklerin, Lenin’in yarattığı, tarihsel bir trajedi olduğunu, Ukrayna’nın gerçek bir ulus ve devlet olmadığını ilan etti. Doktrinin, ABD ve NATO’nun emperyalist amaçlarına, saldırgan tutumuna ilişkin “haklı” saptamalar taşıdığı açık. Ama bunlar, söz konusu doktrinin Rus milliyetçisi, emperyalist içeriğini değiştirmiyor. “Ukrayna diye ayrı bir ülke yoktu, zaten biz bir ulusuz” sözü bir başka ülkeyi işgal için ortaya atılabilecek tehlikeli tez olarak Ukrayna savaşının gerekçesi ya da bahanesi olarak öne sürüldü.

On beş: Rusya Federasyonu’nun ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin Lenin’in ve başka yazarların yirminci yüzyılın başlarında ortaya koydukları ölçütler üzerinden emperyalist olup olmadıkları tartışmasının skolastik (okulcu, okul felsefeci) bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Bu tartışmaya burada girmeyeceğim. Kimi Marksistlerin, ABD ve bağlaşıkları karşısındaki konumları nedeniyle Çin Halk Cumhuriyeti’ni ve Rusya Federasyonu’nu “antiemperyalist güçler” olarak nitelemelerinin vahim bir yanlış olduğunu kaydetmekle yetiniyorum.

On altı: Altyapılarını, birikimlerini sosyalist iktidar ve rejimler altında gerçekleştiren bu iki büyük ülke, üretim ilişkileri açısından tartışmasız biçimde kapitalist ülkelerdir. Tarihleri, ait oldukları uygarlık ve kültür dünyaları farklıdır. Yalnız tarihsel biçimlenişleri, uygarlık ve kültür kodları farklı olduğu için değil, ölçekleri nedeniyle de, küresel kapitalizmin geleneksel “ev sahipleri” tarafından kolayca yutulup sindirilecek “partner”ler olarak görülmediler. Geçerken, Ukrayna savaşından sonra özellikle ABD’de kimi ideologların, SSCB’nin çözülüşünden sonra Rusya’nın Batı’yla bütünleştirilmemesinin tarihsel bir yanılgı olduğunu savunduklarını not edelim.

On yedi: Bu iki büyük ülke, birçok bakımdan farklı sosyalizm denemelerine sahne oldular. Kapitalizme dönüşleri de farklı yollardan gerçekleşti. Rusya’da, kapitalist dönüşüm, ülkenin ve yöneten partinin (SSCB’nin ve SBKP’nin) çözülmesi/dağılması, Sovyetler Birliği’nin muazzam birikim ve kaynaklarının yağmalanması, bugünün “oligark”larına dağıtılması yoluyla gerçekleşti. Bugünkü Rusya’nın, bu çerçevede bir “mirasyedi kapitalizmi” olduğunu söylemek yanlış olmaz.

On sekiz: Çin Halk Cumhuriyeti’nde ise kapitalist restorasyon, ülke ve parti bütünlüğünün, partinin tek erk konumunun sürdüğü, Çin usulü evrimci bir yoldan gerçekleşti. Rusya’nın tersine, Çin, reel sosyalizm döneminin tüm olanaklarını, üretken, yatırımcı, teknolojik-atılımcı bir sermaye birikiminin altyapısı olarak değerlendirerek kabaca 40 yıl içinde dünya ekonomisinin üretim ve ticaret bakımından en büyük ülkesi durumuna geldi. Kendi içindeki toplumsal eşitsizlik, işsizlik ve yoksullukla mücadelede, toplumsal refahı yükseltmede mesafeler aldı.

On dokuz: Çin bugün, üretim, hizmet, bilim, bilişim, silah sanayii ve teknolojisi alanlarındaki ilerlemeleriyle, sermaye ihraç büyüklük ve yöntemleriyle, “kuşak yol” örneği küresel tasarımlarıyla, ileri teknolojinin gereksinme duyduğu nadir elementlerin bulunduğu alanları kapatmasıyla, mali sermaye gücüyle, “devlet kapasitesi”nin üstünlüklerini birleştiren ekonomi politik kurulumuyla ABD hegemonyasına meydan okuyan, yeni dünya düzeninin mimarı olma iddiası taşıyan bir süper güçtür. ABD ve NATO’nun, Rusya ile çatışırken, aslında arka plandan yükselen Çin’le savaştıklarının görülmesi gerekiyor.

Yirmi: Çin-Rusya ilişkileri dünya dengeleri ve siyaseti açısından hep önemli olmuş, Ukrayna savaşıyla birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Aralarında tarihten gelen sorunlar, eşitsizlikler olmakla birlikte, bugün, iş birliklerinin ekonomik, askeri ve siyasal temelleri ağır basıyor: 2021 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 147 milyar dolara ulaştı. 2019’daki bir anlaşmayla Sibirya Gücü Doğal Gaz Boru Hattı’ndan Çin’e 30 yıl içinde trilyonlarca metreküp doğal gaz ihraç edilecek. Rusya’ya yaptırımların delinmesinde Çin daha şimdiden etkili bir rol oynuyor. İki ülkenin silah gücü bir araya geldiğinde ABD’yi dengeleyici bir ağırlık taşıyor. Örneğin Rusya’nın 4 bin, Çin’in 300 civarında nükleer başlıklı füzesi var. İki ülkenin farklı silah ve teknolojilerde üstünlükleri söz konusu. Rusya hava savunma silah ve teknolojisinde; Çin deniz filosunda, ileri teknolojili donanmada ileri durumda. ABD’nin Pasifik’te Çin’i, Avrasya’da Rusya’yı kuşatma, yalnızlaştırma hedefleri karşısında ortak konumdalar.

Yirmi bir: NATO, sosyalizme ve dünya işçi hareketine karşı kurulan, suç dosyası kabarık bir savaş örgütüdür. Avrupa’da Gladio’nun, Latin Amerika’da ölüm mangalarının, Türkiye’de kontrgerillanın, günümüz Ukrayna’sında neo-Nazi çetelerin, paralı askerlerin örgütleyicisi ve yöneticisidir. Ukrayna’yı kendi amaçları için araçsallaştırmış, Ukrayna halkını, kendisinin kışkırttığı kanlı bir savaşın ortasında bilerek ve isteyerek yapayalnız bırakmıştır. Ukrayna deneyiminde, ABD ve NATO’nun, üyeleri ve yandaşları için bile bir savunma ve güvenlik şemsiyesi olamayacağı apaçık ortaya çıkmıştır.

V - DEĞİŞEN İÇERİK

Yirmi iki: Dünya kapitalist sistemi, teorik, ekolojik ve pratik sınırlarında ağır bir bunalım, aynı zamanda bir başkalaşım (metamorfoz) yaşıyor.

Yirmi üç: Dönemin en başat özelliği, dünya pazarının bilişim devrimi eşliğinde hiçbir ekonomik ve siyasal birimin, aktörün dışında kalamayacağı ileri ve organik bir bütünleşme düzeyine ulaşmış olmasıdır. Üretim, hizmet, ticaret, finans vb. etkinlikleri bin bir iplikle birbirine bağlı, tek ve organik dünya pazarında gerçekleşiyor. Tüm sermaye grupları, ülke devletler tek dünya pazarında, eşitsiz, karmaşık, değişken ama aynı zamanda küresel-tümleşik, birbirine bağlı (sembiyotik) bir “iş bölümü” ve mübadele içinde hareket ediyorlar. Ulusüstü sanayi, ileri teknoloji, finans tekelleriyle, başta enerji ve gıda olmak üzere doğal kaynaklardan elde edilen metalar ihraç eden ülke ve şirketler birbirlerine bağımlılar. Doğal kaynak zengini ülkelerin sahip olduğu geçici ve ayrık durumlar dışında bugün dünyanın hiçbir yeri için otarşik (dışa kapalı) bir varoluş, moda deyimle “sürdürülebilir” değildir. Dünya pazarının yeniden ulus-devletler sınırları temelinde parçalanması ya da tek bir ulus-devletin domine edeceği yeni bir hegemonik işleyiş mümkün görünmüyor.

Yirmi dört: Jeopolitik ve ekonomi politik gerilimin temelinde pazarın değişen niteliği ile dünyanın ulus/ülke devletler biçimindeki varoluşu var: Sermayenin hareketi ülke devletleri aşıyor. Tek dünya pazarı ve küresel bütünleşme dünya devleti istiyor; kapitalizmi bu isteğe yanıt veremiyor. Dünyamız, Covid-19 salgınının, Ukrayna savaşının net çizgilerle görünür kıldığı ağır bir uygarlık bunalımının içindedir.

Yirmi beş: Kâra endeksli sınırsız ekonomik büyümeyle birlikte, petrol ve doğal gaz gibi kaynakların, ileri teknolojiler için gerekli elementlerin sınırlı, hatta “kıt” olduğu ortaya çıkmıştır. Paylaşım ve hegemonya mücadelelerinin toprak ilhakı, ham madde kaynaklarına çeşitli biçimlerde el koyma türünden sömürgecilik döneminden kalma geleneksel yöntemlerle sürdürülmesinin nedeni budur.

Yirmi altı: Yıllardır, ABD hegemonyasının gerilemekte, güç yitirmekte olduğunu söylüyoruz. 2009 tarihli “Kriz ve Hegemonya” başlıklı makalede[iv], Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle, “komünizm ortak düşmanına karşı” kapitalist dünyadaki güce, temsile, rızaya dayanan, ABD’de cisimleşen hegemonya ilişkisinin, dolayısıyla da kavramın içeriğinin değiştiğini yazmıştım. Aradan geçen 13 yıl, içerikteki değişikliği çok daha belirgin hale getirdi.

Yirmi yedi: Yeni durumu kavramak için, satırbaşları kısalığında da olsa ABD’nin durumuna bakmak gerekiyor. ABD, 1945’te toplam dünya gayrisafi hasılasının yarıya yakınını tek başına üretiyordu; bu oran 2021’de dörtte bire[v] gerilemiştir. ABD bugün giderek daha az üreten ama daha çok tüketen bir ülkedir. ABD nüfusu 332,5 milyon[vi] -yani dünya nüfusunun %4,19'u- ama toplam dünya tüketiminin %27,67’si ABD’de gerçekleşiyor[vii]. Üretimi artırmadan tüketimi artırmanın tek yolu dışarıdan kaynak aktarmaktır! ABD ekonomisi bugün çok büyük ölçüde dışarıdan aktarılan kaynaklarla dönüyor. Doların rezerv para konumunun devamı ABD için bu nedenle yaşamsal önemdedir. Çünkü dolar, ABD’ye karşılıksız para basma ayrıcalığı, bir tür senyoraj[viii] hakkı veriyor.

Dolar dünya rezerv parası konumunu bugüne dek ABD’nin askeri gücüne dayanarak korudu. Ancak, ABD artık bu üstünlüğünü de yitiriyor. (Bkz. 20 nolu paragraf)

ABD bugün dünyanın en borçlu ülkesidir. 2022 yılında yayınlanan Küresel Borç Monitörü Raporu’na göre, küresel borç toplamı 303 trilyon dolar ve bunun %30’a yakını 89 trilyon dolar[ix] ile ABD’ye aittir. Ayrıca en çok cari açık veren, finansal kaynakların yatırıma dönmesinde, artık değerin gerçekleşmesinde tıkanıklıklar yaşayan, sermaye stoku içindeki payları %20’lere ulaşan (1990 başlarında sıfır düzeyinde) zombi (kârı borcunu karşılamayan) şirketleri “yüzdürmek” zorunda kaldığı için yaratıcı yıkım yöntemini etkili biçimde kullanamayan, siyasal kurulu düzeni bozunuma uğramış; ulaşım, elektrik vb. altyapısı yenilenme isteyen, mali sermayenin, bilişim teknolojisi tekellerinin vergilendirilmesinde sıkıntıların yaşandığı bir ekonomiye sahiptir. Ekonomik sorunlara mı, küresel görevlere mi öncelik verilmesi gerektiğinin, Çin’in nasıl durdurulacağının Beyaz Saray, CIA, Pentagon çevrelerinde tartışıldığı bir ülke konumundadır.

Ekonominin siyasetten bağımsızlığını, piyasanın kendi kendine mükemmel biçimde işlediğini vazeden tezlerin gerçek dışı ve geçersiz olduğunun en iyi kanıtı, ABD ekonomisinin bugün salt ekonomik olmayan düzeneklerle yüzdürülüyor olmasıdır.

Yirmi sekiz: Çin sanayi üretiminde[x] ve ticaret hacminde[xi] ABD’yi geçti. Elindeki ABD tahvillerinin büyüklüğü (Ocak 2022 itibarıyla Japonya’nın ardından 1,060 trilyon dolarla ikinci)[xii] Çin’i ABD cari açığını karşılayan önemli kaynak haline getiriyor. Aynı veri, Çin’in ABD’yi ve doları paralize edebilecek rezervlere sahip olduğunu[xiii], yıllardır doları tahtından indirmeye yönelik çok yönlü bir hazırlık içinde olduğunu gösteriyor.

Yirmi dokuz: Doların dünya egemenliğinin sorgulanması yeni değil. 1999’dan itibaren rezerv paralar içindeki payı %71’den %60’a gerilemiş, kan kaybı çoktan başlamıştı.[xiv] Çin Merkez Bankası, 2014’te Merkez Bankası Dijital Para Birimi üzerinde çalışmaya başlamış, Haziran 2021’de Dijital Yuan’ı (e-CNY) uygulamaya sokmuş,[xv] altına dayalı petro-yuandan sonra, e-CNY’yi de altına bağlamayı hedefleyerek Çin parasına olan güveni artırmıştı. Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yönelik yaptırımlarla birlikte doların dünya parası olarak sorgulanması yeni bir momentum kazandı.

Çin dünya ticaretinde açık ara başı çekerken, yuanın dünya rezerv paraları içindeki payının yüzde 2’de kalması, dünya ticaretinde ikinci sıradaki ABD dolarının ise %60[xvi] paya sahip olması eşyanın doğasına uygun, sürdürülebilir bir durum değildi. Sürdürülemiyor. ABD dijital doları, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra ancak 9 Mart 2022’de gündemine aldı.[xvii]

Otuz: Ukrayna savaşı ve Rusya’ya karşı gündeme getirilen görülmemiş yaptırımlar daha şimdiden bir tür bumerang etkisiyle doların ve ABD’nin dünya ticaret ve para sermaye hareketlerindeki egemenliğini sarstı. ABD’nin dünya maliye/bankacılık sistemi üzerindeki egemenliği üç kaldıraca dayanıyor: SWIFT, CHIPS, Dolar![xviii] SWIFT, (Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication) dünya bankalar arası mali iletişim ve işlem merkezi olarak işleyen, ABD’ye sınır ötesi para akışını denetleme olanağı veren yoğun finansal işlemlerin gerçekleştiği bir ağ. CHIPS (The Clearing House Interbank Payments System) 43 üyeli, her gün FED’in güvencesi altında 1,8 trilyon dolarlık işlemin yapıldığı mali takas odası. CHIPS üyelerinin tümü ABD yasalarına tabi. Çin Merkez Bankası, ABD’nin CHIPS’ine karşı kendi CHIPS’ini, Sınır Ötesi İnternet Ödeme Sistemi’ni (Cross-Border Interbank Payment System) kurarak, küresel para transferlerinin ABD tarafından engellenmesine karşı, alternatif ekonomik-mali, dijital-teknik altyapıyı önceden hazırlamıştı. ABD’nin Rusya’ya karşı başlattığı yaptırımlarla birlikte bu düzenekler yalnız Rusya’nın değil, birçok başka ülkenin gereksinmelerine yanıt veren, ABD tekelindeki parasal işlem işleyişlerinin dışına çıkma olanağı yaratan pratik bir araca dönüşecektir.

Otuz bir: Uygarlık Dönemeci’nde “Zaman vermek olanaklı değil. Ama verili koşullarda çok önemli bir değişiklik olmazsa, doların dünya parası olmayı sürdürmesi zor görünüyor” diye yazmıştım.[xix] Ukrayna savaşı ve Rusya’ya yaptırımlar bu süreci hızlandırdı. Suudi Arabistan’ın Çin'e petrol satışını yuan üzerinden fiyatlandırmak için görüşmeleri başlatması[xx], dünyanın üçüncü en büyük petrol ithalatçısı Hindistan’ın Rusya'dan rupi-ruble karşılığı iskontolu petrol alımına başlaması[xxi], Putin’in “düşman ülkeler”e petrol ve doğal gazı ruble ile satacaklarını açıklaması[xxii], IMF yöneticisi Gita Gopinath’ın 30 Mart 2022 tarihli Financial Times söyleşisinde “Rusya’ya yaptırımların doların dünya egemenliğinin altını oyabileceği”ni söylemesi [xxiii], Simone Kaslowski’nin TÜSİAD Başkanlığı’ndan  ayrılırken yaptığı  konuşmada  “Belki de, ‘dolar sonrası’ bir finans dünyasını tasavvur etmeye başlamamız gerekecek”[xxiv] demesi, devletlerin ve sermaye sözcülerinin de doların dünya parası olarak vadesinin dolmakta olduğunu gördükleri, kabul ettikleri anlamına geliyor.

Doların dünya parası statüsünü sürdürmesi artık çok zordur. Ukrayna savaşı, dolar egemenliğine karşı “zaten” var olan güvensizliği tetikleyerek açığa çıkarmıştır.

Otuz iki: Bu ölçüde bütünleşmiş dünya pazarında, birbirine bin bir “ağ”la bağlı ülke ve şirketlerin ticari ilişkileri yaptırımlarla ortadan kaldırılamaz. Rusya ve Ukrayna, doğal gaz ve petrol dışında, otomotiv ve çip üretimi için gerekli elementlerin de önemli sağlayıcıları. Bu iki ülke küresel buğday ve arpa ihtiyacının yüzde 30’unu karşılıyor. Rusya ve Ukrayna’da üretimin ya da ihracın aksaması dünyanın birçok yerinde üretimin kesintiye uğramasına, gıda kıtlığına, açlığa ve göçlere yol açıyor. Yıkımların faturası ise dünyanın her yerinde alt sınıflara, yoksullara kesiliyor. “Oligark”ların tuzu kuru. Rusya, Ukrayna milyarderleri, birçok ülkede, legal-illegal birçok yöntemi kullanarak, Türkiye’de içinde kimi devletlerin sunduğu olanaklarla gemilerini yüzdürür, savaş sırası ve sonrasındaki “fırsatları” değerlendirmeye hazırlanırken, başta Ukraynalılar, bölge ülkelerindeki milyonlarca emekçi, yoksul insan savaşın ölüm, yoksulluk, göç, gıdasızlık vb. türünden yıkıcı sonuçlarıyla daha şimdiden yüz yüze.  

Otuz üç: Ukrayna savaşı ve yaptırımlar, dünyayı geçici, iğreti ve aslında arızalı bir eğilim olarak rakip devletler arasındaki her türlü ilişki, iletişim ve bağın koparıldığı tuhaf bir parçalanma, içe kapanma ortamına sürükledi. Düşünün, ABD ve Batı ile Rusya ve Çin arasındaki sportif, kültürel vb. ilişkiler kesiliyor, sosyal medya ve haber portalları yasaklanıyor.  2001’de görece özerk internet düzlemlerini anlatmak için kullanılan “splinternet (parçalı internet) kavramı bugün, “siber-Balkanlaşma” kodlamasıyla internetin, “ulusal çıkarlar” temelinde birbirinden tümüyle yalıtılmış bölmelere ayrılmasını anlatan bir kavram olarak kullanılıyor.

Otuz dört: Küreselleşme ve bilişim çağında, savaşları ve kurulu düzeni sürdürmenin içerideki rıza üretme aracı olarak milliyetçiliğe, düşman ulus, ülke, devlet yaratmaya, otarşik söylem ve “önlem”lere yönelmelerini, kapitalizmin “yeni normali” olarak değil, anomalisi ya da ironisi olarak değerlendirmek gerekir. Bu yönelişin, bugünkü temel işlevi, milliyetçiliği köpürterek emekçi sınıfları “kendi” sermaye sınıf ve devletlerinin ideolojik-siyasal hedeflerine ortak etmektir. Bunlar, çok açık biçimde, sınırda bunalımın semptomlarıdır.

VI- ABD’NİN GELECEĞİ/ KAPİTALİZMİN GELECEĞİ: DÜNYA SAVAŞI TEHLİKESİ

Otuz beş: ABD, herhangi bir kapitalist ülke değil, dünya kapitalist sisteminin en gelişkin, en ileri toprağıdır; merkez üssüdür. ABD’deki gelişmeler, yalnız bu devletin ve toplumunun değil, bizatihi sistemin yazgısını belirleyecek önem taşıyor. Küresel ekonomik-siyasal krizden, daha önceki örneklerde olduğu gibi, hegemon gücün değişmesi, örneğin ABD tahtına Çin’in geçmesi yoluyla çıkış olanaklı ve olası görünmüyor. Tersine, ABD’nin hegemon konumunu yitirmesi, küresel kapitalizmin tümünün kaotik bir altüst oluş, hatta çözülme sürecine sürüklenmesi, bugüne dek olanlardan çok daha büyük bir türbülansa girmesi demektir. ABD’nin böyle bir sonucu savaşmadan kabul etmesi yok denecek ölçüde zayıf bir olasılıktır.

Otuz altı: Tarihsel, teorik, ekolojik, sınıfsal sınırlarına dayanmış dünya sisteminin ABD kişiliğinde derinleşen bunalımının kapsamlı çözümlemesi, yapılmış ve yapılacak başka çalışmaların konusudur. Burada, Ukrayna savaşı bir biçimde silahların susmasıyla sonuçlansa bile kapitalizmin büyük depresyondan çıkmasının kolay olmayacağını anımsatmakla yetiniyorum. ABD ve onun kişiliğinde Batı dünyasında, bir yandan Büyük Sıfırlama (Great Reset), Yeni Yeşil Anlaşma (New Green Deal) gibi iddialı başlıklar altında depresyondan düzen içi çıkış yolları aranırken, bir yandan da, Çin’in önlenemez yükselişinin basıncı altında savaş almaşığı elde tutuluyor. ABD’nin Rusya ve Çin stratejisinin birincil hedefi, bu iki ülkenin ABD önderliğindeki Batı kapitalizmi tarafından asimile ve entegre edilmesiydi. Otuz yılın sonunda bunun gerçekleşmeyeceği ortaya çıkmıştır. Ukrayna savaşının patlaması ve seyri, şimdi bu iki büyük gücün savaşla ezilmesi, çökertilmesi stratejisinin “masada” olduğunu gösteriyor.

Otuz yedi: Ukrayna savaşından sonra, yeni türden bir emperyalist dünya savaşına daha yakınız. Bir yandan, nükleer silahlara sahip farklı devletlerin yarattığı “dehşet dengesi” caydırıcı bir etmen olarak varlığını bugün de sürdürüyor. Öte yandan, büyük askeri-nükleer güçler, “önce vuran ve kalkanı olan kazanır” mantığıyla akıl almaz bir silahlanma yarışı içindeler. “Sınırlı ve kısmî etkili”, “taktik” nükleer silahlar geliştiriyorlar. ABD’de, Hiroşima’da patlatılanın binde biri gücündeki bir “taktik nükleer bomba”yla kaç insanın öldürülebileceğine ilişkin simülasyonlar yapılıyor. Putin, Rusya’nın nükleer kapasitesinin “özel savaş görevi”ne geçirilmesine yönelik emirler veriyor. Propagandif, psikolojik savaş tonlu bu söylemleri, bir nükleer dünya savaşının ön gününde olduğumuzun kanıtları olarak değil tehlikeli bir tırmanışın işaretleri olarak değerlendirmek gerekir.

Otuz sekiz: Büyük emperyalist güçlerin doğrudan ya da vekilleri eliyle taraf oldukları bölgesel, “hibrit” savaşlarda taktik nükleer silahların kullanılması olasılığı artıyor. Böyle bir adım, somut biçimlerini ve sonuçlarını bilemeyeceğimiz bir dünya savaşını başlatabilir. Savaşçı ve militarist olmayan bir kapitalist-emperyalizm teorik olarak konu dışıdır. Bugün, ne yazık ki, yeni türden bir dünya savaşı tümüyle gündem dışıdır da diyemiyoruz.

Otuz dokuz: Ukrayna savaşının bugüne kadarki seyri, ABD’nin Rusya’yı Ukrayna bataklığına çekme taktiğinin şimdilik başarılı olduğunu, yaptırımların Rusya’yı dışarıda ve içeride zora soktuğunu, ABD’nin NATO’nun tutum birliğini sağlamada, Rusya’yı tecritte, Çin’i istemediği bir karşılaşmaya zorlamada mesafeler kat ettiğini gösteriyor. Öte yandan ne NATO içindeki çatlaklar giderilmiş, ne yaptırımlar yıkıcı bir etki yaratmış, ne de Çin tecrit edilebilmiştir. Ukrayna topraklarındaki küresel vekalet savaşının nasıl sonuçlanacağı da belli değildir.

Kırk: “Atlantik-Avrasya”, “Batı-Doğu” ayrımları artık sabit bloklaşmalar değil. Dünya tarihinin, güç ve ittifak ilişkilerinin gün be gün değiştiği kaotik, geçişsel bir dönemindeyiz. ABD-Britanya ikilisi ile Almanya-Fransa Avrupası arasındaki önemli çıkar, konum ve siyaset farklılıkları var. Ekonomik açıdan güçlü Almanya paylaşımdan hakkını istiyor ve yeniden silahlanıyor. Avustralya, geçen yılın sonlarında Fransa'yla yaptığı denizaltı sözleşmesini iptal ederek İngiltere ve ABD ile Pasifikte Çin’e karşı ileri teknolojili denizaltılar üretimini de içeren bir savunma anlaşması yaptı. Dünyanın nüfus bakımından ikinci en büyük ülkesi Hindistan ve Pakistan, Bangladeş gibi ülkeler BM’deki oylamada çekimser kaldı. Yıllardır ABD yanlısı siyasetler izleyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ABD’den uzaklaşıyor. Japonya, yaptırımlar kapsamında olmasına rağmen, Rusya ile ortak doğal gaz projesinden çekilmeyeceğini açıkladı.[xxv] İsrail ve Türkiye gibi ABD’ye ve NATO’ya bağımlılıkları kuşku götürmeyen ülkeler bile ABD ile Rusya arasında görece özerk bir diplomasi yürütmeye çalışıyor. Kartlar yeniden karılıyor.

Kırk bir: Önümüzdeki dönemde Çin ile ABD arasında Pasifik’te gerilimin tırmanacağını gösteren işaretler çoğalıyor: ABD, Tayvan’ı Çin’in Ukraynası yapmayı deneyecektir. Pakistan-Çin yakınlaşmasından rahatsızdır. Bu yüzden Pakistan’daki İmran Han yönetimini devirmeye çalışıyor. Avustralya Çin’in Pasifik Okyanusu’ndaki Solomon Adaları’nda askeri üs kurma girişimlerini savaş nedeni sayacağını ima etti.[xxvi] ABD Filipinler’e bir tür çıkarma yapıyor.

Kırk iki: Emekçi, yoksul sınıflar dünyanın her yerinde yaşam-geçim kaygısı, gelecek korkusu içinde. Ukrayna, Rusya, Avrupa ve Kuzey Amerika toplumlarının, halklarının çok büyük çoğunluğu savaş istemiyor. Savaşı isteyen, sınırsız kâr-sınırsız güç peşinde koşan, silah sanayi ve ticaretinden büyük paralar kazanan kapitalistler ve devletleridir. İklim krizinin olumsuz sonuçlarından daha çok etkilenen, gıda kıtlığıyla, açlıkla yüz yüze olan yoksul ve çaresiz insanların, güvenli limanlara göç eğilimleri günümüz dünyasının son derece önemli bir sorunu olarak büyüyor.

Kırk üç: Biz, kapitalist-emperyalist devletlerin taraf ve özne olduğu hiçbir savaşın tarafı olamayız.  “Anti-emperyalistlik” kondurmamak ve taraf olmamak koşuluyla, savaşan güçlerin sınıf mücadelesi ve hedefler açısından analitik değerlendirmesini yapar, bunlardan devrimci görevler çıkarırız.

Kırk dört: Türkiye kıdemli bir NATO üyesidir. Erdoğan’ın da, düzen muhalefetinin de ABD-NATO ve “Batı” tarafında oldukları açıktır. “Savaşı fırsata çevirmek”, büyük sermayenin yayılmacı istekleriyle, Erdoğan’ın zayıflamakta olan toplumsal desteğini yeniden kazanma, iktidarını sürdürme önceliğini birleştiren bir belgidir. “Arabuluculuk”, “kolaylaştırıcılık” söylemeleri ise “biz” üzerimize düşeni yapamazsak ABD tarafında yer alacağı kesin olan Erdoğan Türkiye’sinin bu stratejiyi görece özerk bir görünüm altında sürdürmesine hizmet ediyor. Millet İttifakı ise geleceğini, amasız fakatsız bir ABD/NATO yandaşlığında arıyor. Erdoğan’ın evdeki hesabının çarşıya ne ölçüde uyacağını zaman gösterecek. Bize düşen, hedefe, öncelikle “kendi” egemenlerimizi koymak, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, NATO’nun lağvedilmesini, Türkiye’nin her türlü emperyalist savaşın dışında kalmasını mücadele başlıkları olarak yükseltmektir.

Kırk beş: 29 Mart 2022’de İstanbul’da Türkiye’nin ev sahipliğinde yapılan Rusya-Ukrayna görüşmesiyle aslında 4 taraflı bir paylaşım masası kurulmuştur. Dördüncü sandalyenin, Roman Arkadyeviç Abramoviç kişiliğinde İsrail’e verildiğini düşünebiliriz. Litvanya kökenli bir Yahudi olan Abramoviç, Rusya, Portekiz ve İsrail yurttaşıdır. Rusya’dan sonraki en büyük yatırımları İsrail’dedir. Portekiz'in en zengin, İsrail'in ikinci, Rusya'nın on birinci zengin kişisidir. İsrail’le Rusya arasında elçilik misyonu üstlendiği anlaşılıyor. Masadaki varlığı, daha savaş bitmeden paylaşım pazarlığının başladığını haber veriyor.  

Kırk altı: Tüm ülkelerin komünistleri, devrimcileri olarak Ukrayna savaşına ve artan küresel savaş tehlikesine karşı tutum belirlerken karşılaştığımız en büyük güçlük, bu tarihsel uğrakta toplumsal proletaryanın, komünist hareketin, emperyalist savaşları önleyecek, iç savaşa, sınıf savaşına dönüştürecek, reel bir siyasal-örgütlü güç ve seçenek olarak etkisizliğidir. Öte yandan, son savaşın belirgin hale getirdiği gerçekler, olağanüstü koşulların, olağanüstü olanaklar yaratma potansiyeliyle yüklü olduğunu gösteriyor.

Kırk yedi: Devrimci olanaklar, devletlerin değil, sınıfların özne olduğu sınıf mücadeleleri ekseninde birikmiştir. Günümüz dünyasının en çıplak, en yadsınamaz gerçeklerinden biri, insanlar arasındaki sınıf, servet ve gelir farklılıklarının uçurumlaşmasıdır. Bu büyük yarılma, giderek ülkeler arası olmaktan çok, sınıflar arası bir karakter kazanıyor. Örnek olsun, ABD’de ve Hindistan’da en zenginlerle en yoksullar, bu iki ülkenin ulusal gelir farklılıklarını aşan bir oranda birbirlerine yakınlaşmış durumdalar.

Sınırlarına dayanmış kapitalizmin insanlığa savaş, ekolojik, ekonomik, kültürel yıkımdan başka vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Bu durumun kendisi, tüm tehlikelerle birlikte, yeni bir dünya ve uygarlığa geçişi de “zamanı gelmiş bir düşünce” ve pratik olarak öne çıkarıyor.


[i] Okuyucuya bu sürecin ayrıntılı bilgisi için, Korkut Boratav’ın, 25 Mart 2022 tarihli,  “NATO’nun genişlemesi: Gorbaçov’a söylenenler” başlıklı yazısını öneriyorum. https://haber.sol.org.tr/yazar/natonun-genislemesi-gorbacova-soylenenler-330385

[ii] https://www.youtube.com/watch?v=WAavE0GQWG4

[iii] http://en.kremlin.ru/events/president/news/66181

[iv] Hegemonya kavramının içeriğindeki değişiklik başlığını ayrıntılı biçimde tartışan makale için: Haluk Yurtsever, “Kriz ve Hegemonya”, Yaşayan Marksizm, Sayı 1, İstanbul, 2009,s: 67-100 https://issuu.com/solyayin/docs/yasayan-marksizm-sayi-1-kriz-ve-devrimci-secenek

[v] 2021 tahmini ABD Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası (GSYH) yaklaşık 23 trilyon dolar,  dünya 2021 tahmini toplam hasılası yaklaşık 94 trilyon dolar, IMF World Economic Outlet (Ekim 2021)

[vi]https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_and_dependencies_by_population

[vii]https://data.worldbank.org/indicator/NE.CON.TOTL.CD

[viii] Kavram feodal beylerin karşılıksız para basma hakkından türetilmiştir.

[ix]https://www.usdebtclock.org/

[x] Birleşmiş Milletler Sanayi Kalkınma Örgütü (UNIDO).

[xi] Dünya Ticaret Örgütü, World Trade Statistical Review 2021, s.58, Tablo A6.

[xii] https://ticdata.treasury.gov/Publish/mfh.txt

[xiii] Çin’in bu kaynağı, bugüne dek ABD dolarını paralize etmek için kullandığı söylenemez. Tersine, dünya ekonomisini canlandıracak bir kaynak olarak kullandı. Şimdi, bu açıdan da durum hızla değişiyor.

[xiv] RajeshBansaland Somya Singh, “China’s Digital Yuan: An AlternativetotheDollar-Dominated Financial System”https://carnegieindia.org/2021/08/31/china-s-digital-yuan-alternative-to-dollar-dominated-financial-system-pub-85203

[xv] Rajesh Bansaland Somya Singh, agm.

[xvi] https://data.imf.org/?sk=E6A5F467-C14B-4AA8-9F6D-5A09EC4E62A4

[xvii] https://www.whitehouse.gov/briefing-room/statements-releases/2022/03/09/fact-sheet-president-biden-to-sign-executive-order-on-ensuring-responsible-innovation-in-digital-assets/

[xviii] https://www.bloomberg.com/opinion/articles/2022-02-27/china-s-digital-yuan-could-get-a-boost-from-putin-s-war-in-ukraine

[xix] Haluk Yurtsever, Uygarlık Dönemeci, Yordam Kitap, İstanbul, Aralık 2021, s.213

[xx] https://www.bloomberght.com/suudi-arabistan-petrol-ihracatinda-yuana-yesil-isik-yakti-2301564

[xxi] https://www.rt.com/business/552531-india-russia-ruble-trade-deal/

[xxii] https://www.bloomberght.com/putin-dusman-ulkeler-rus-gazi-icin-ruble-ile-odeme-yapmali-2302314

[xxiii] https://www.rt.com/business/553027-russia-sanctions-us-dollar-imf/

[xxiv] https://tr.sputniknews.com/20220330/tusiad-eski-baskani-kaslowski-dolar-sonrasi-bir-finans-dunyasini-tasavvur-etmeye-baslamamiz-gerek-1055159916.html

[xxv] https://tr.sputniknews.com/20220331/japonya-rusya-ile-ortak-petrol-ve-dogalgaz-projesinden-cekilmeyi-dusunmuyoruz-1055192224.html

[xxvi] https://www.bbc.com/news/world-australia-60870238.amp