15 Temmuz, tarihe, darbe mantığı ve tekniği açısından tuhaf, olay bilançosu bakımından dramatik, AKP/Erdoğan iktidarının olay sonrası “sahne” etkinlikleri açısından ise parodik* bir olay olarak geçecek gibi görünüyor.
Darbenin ilk birkaç saat içinde başarısız kalacağı açığa çıktı. İyi ki de öyle oldu. Amaç ve yöntemi hiçbir ölçüyle meşru olmayan cuntanın geçici bir başarı kazanması durumunda Türkiye cehennemi yaşardı.
Sahte ve kolay demokrasi kahramanlarının topluma “darbe karşıtlığı-yandaşlığı” ikileminde taraflaşma dayattıkları, tazelenmiş “milli irade” demagojisinin on bin kanaldan üzerimize boca edildiği, bir bölüm solcunun ve HDP sözcülerinin, AKP’nin örgütlediği yandaş topluluklarını ”sokak” ve “halk” diyerek kutsadıkları koşullarda serinkanlı çözümlemeler yapmanın güçlükleri var. Olayla ve yol açacağı gelişmelerle ilgili sorunlu saptama ve beklentiler ise, herkesin bir an önce bunu yapmasını gerektiriyor.
NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Bir: Darbe girişimi, devlet, düzen ve özellikle de TSK içi bir hesaplaşmanın sonucudur. Bu çatışmanın hiçbir tarafı haklı, halkçı, “demokrat” değildir. “Sivil” darbelerin birbirini izlediği, hukukun, temel hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, fiili yaptırım ve kaba gücün iktidar olduğu bir ülkede sivil ve askeri diktatörlükler arasındaki mücadelede taraflardan birini “demokrat” ilan etmek büyük bir yanılgıdır.
İki: Bu darbe girişimi, danışıklı dövüş, AKP tarafından planlanmış bir oyun değildir. Cuntacı subayların rütbe ve konumları, sayıları, harekete geçirebildikleri güçler, genelkurmay başkanını ve kuvvet komutanlarını enterne edebilmeleri, Marmaris operasyonu, kimi stratejik noktaların denetimini bir süre ele geçirebilmeleri, TRT’den bildiri okutabilmeleri, çatışmalarda ölenlerin, gözaltına alınanların sayısı vb. tüm bunlar kısa sürse de olayın ciddiyetini ve bir oyun olmadığını gösteriyor.
Üç: ABD’nin girişimi önceden ilişkilenerek yönlendirmiş, desteklemiş olduğuna ilişkin güvenilir bir bilgi yok. ABD’nin desteklediği bir darbede NATO’cu komutanlar böyle mi davranırlardı? Ya da, üst komutanların angaje olmadığı bir darbe girişimine ABD taraf olur mu? “ABD’nin desteğini almayan darbe başarılı olmaz” kuralı bu darbe için de geçerlidir. Öte yandan, ABD’nin, gece yarısı 02.00’ye kadar tutumsuz kalarak darbecileri yedeklediği açıktır. Bu, kaotik dünya durumuna uygun bir tutumdur.
Dört: 15 Temmuz, iyi planlanmış, somut hedefleri net biçimde belirlenmiş, kararlılıkla yürütülmüş bir girişim değildir. AKP devletinin girişim bilgisine bir aşamada sahip olduğu, cuntacıları erken ve hazırlıksız bir anda harekete ittiği anlaşılıyor. Darbedeki tuhaflıkları açıklamada, gerçeğe en yakın varsayım budur.
Beş: Çok büyük bir çoğunluk bu darbe girişiminin başlıca örgütleyici- öncü öznesi olarak cemaati gösteriyor. Bu yaklaşımı belli bir ihtiyat payıyla karşılamak gerekiyor. Cemaatçiler, her şeyleriyle bu darbenin içinde ve yönetiminde olmuşlardır. Ancak, birincisi, cemaatin TSK içinde bu ölçüde gücü olduğu çok kuşkuludur. 50’ye yakın generalden söz ediliyor. İkincisi, “Yurtta Sulh Konseyi” bildirisi içeriği ve dili bakımından cumhuriyetçi-Kemalist bir renk taşıyor. Cunta, AKP-karşıtı bir koalisyon olarak biçimlenmiştir. Bu nokta, TSK’nın “içini” doğru anlamak açısından önemlidir. Darbenin, Erdoğan tarafından “paralelciler”e ihale edilmesinin nedeni siyasaldır ve yeni ittifaklarıyla ilgilidir. Darbe gecesi ilan ettiği “orduda temizlik” operasyonunun, cemaatçiler kadar cumhuriyetçi-kemalist öğeleri de hedefleyeceği kesindir.
Altı: Girişimi püskürten ilk hareketler, “halk” tan, “millet”ten, “sokak”tan, “demokrasiye sadık kalmış TSK mensupları”ndan değil, AKP’nin yıllardır özel bir önem ve özenle hazırladığı polis örgütünden gelmiştir.
AKP’nin militan yandaşları, darbenin başarısız olduğunu onlarca kanaldaki yayınlardan, Erdoğan ve bakanların konuşmalarından öğrendiler ve ancak bundan sonra sokağa dökülmeye başladılar. Ondan önce hava limanında ve köprüde en çok birkaç yüz insan vardı. Kalabalığın sonradan artması, AKP’nin tabanının militan kesimini harekete geçirme gücünü göstermiştir ve bu önemsiz değildir. Ancak kritik anda bu kitle duraklamıştır. Propaganda bombardımanı körleştirmesin, sonradan, en yüksek olduğu anlarda bile “demokrasi nöbeti”ne katılanların sayısı asla abartıldığı ölçüde olmadı.
Darbecilere katılmayan komutanların büyük çoğunluğunun girişim sırasında hareketsiz, hatta “tarafsız” kalması, darbe sonrası operasyonların tümüyle polis eliyle yürütülmesi, TSK’nın içini anlamak açısından önemli bir başka veridir.
Yedi: Türkiye toplumunun sessiz çoğunluğunun bu darbeyi desteklemediği doğrudur ve bu iyidir. Medya büyüteciyle “millet” olarak gösterilen AKP yanlısı gürültücü aktif azınlığın paradosi ile bu toplumsal refleks birbirine karıştırılmamalı, bunun üzerinden yenilgici bir ruh haline girilmemelidir.
Buradan nereye?
Başarısız girişimden en çok kimin yararlanacağı bellidir. Erdoğan, totaliter tek adam devletini inşa ve kurumsallaştırma yolunda yeni bir taarruz zemini kazandı. Başta TSK, devlet aygıtında temizlik yapacağını ilan etti ve zaman yitirmeden harekete geçti. 2 AYM, 50 civarında Danıştay, 140 Yargıtay üyesi hakkında yasa-kural dinlemeden gözaltı kararı çıkarıldı. 3000’e yakın hakim ve savcı açığa alındı. TSK içinden gözaltına alınanların sayısı bu satırlar yazılırken 6 bini geçmişti. Arkasının geleceği, devlet terörünün “darbecilere karşı mücadele” etiketiyle halka halka tüm muhalif kesimlere genişleyeceği kesin.
Tek adam devleti, bu zayıf darbe girişimi üzerinden kritik bir anda, polis gücünü ve “reis”e tapan, her şeyi yapmaya hazır cihatçı/lumpen bir güruhu kullanarak toplumsal muhalefeti bastırmanın karşı-devrimci provasını yapmış oldu. 85 bin caminin AKP’nin yerel birimleri gibi işletilmesi, 75 bin imam ve 120 bin hafızın dua ve selalarıyla birer propagandist olarak görevlendirilmesi, siyasal mücadelede din etmeninin daha örgütlü ve organik olarak kullanılacağını gösteriyor.
Anaakım medya artık Erdoğan rejiminin beşinci gücüdür.
Türkiye’yi, solu, emekçileri, zor zamanlar bekliyor.
Yakın dönem hiç kimse için kolay olmayacaktır.
Karamsarlığa, umutsuzluğa yer yok. Dünya dönüyor; mücadele devam ediyor ve karanlığın içinde ışık da var.
Birincisi, devlet içindeki çatlakların kapanması kolay değil. 15 Temmuz TSK’nin iç dengelerini, yapısını, dokusunu iyiden iyiye bozmuştur. Bu, Erdoğan’a orduyu “sıfırdan” oluşturma fırsatı veriyor; ama aynı zamanda devlet aygıtında dağınıklık ve boşluk, onların diliyle konuşursak “güvenlik zafiyeti” anlamına geliyor.
İkincisi, dünya ve Türkiye ekonomisi kötüye gidiyor. Ekonomik daralmanın, milyonlarca emekçinin yaşam-geçim sıkıntısının artacağı birkaç yıl, Türkiye’deki siyasal kutuplaşmayı sınıfsal bir eksene çekecektir. Dünya da buraya doğru yol alıyor. Bunu şimdiden görmek, “yatırım”ı bu geleceğe yapmak gerekiyor.
Üçüncüsü, 2013 yazından bu yana yaşananlar, AKP ve Erdoğan’dan, bu rejimden ve bu düzenden kurtulmanın sandıkla ya da darbeyle değil, ancak emekçi halkın örgütlü mücadelesiyle gerçekleşebileceği gerçeğini tüm topluma, yalnız düzen karşıtlarına değil, AKP karşıtlarına da güçlü biçimde göstermiştir.
Bu durumdan çıkarılacak görev, “demokrasi güçlerinin birliği” türünden klişeleri yinelemek değil, emek ve sosyalizm bayrağı altında devrimci bir siyasal odak yaratmak için çalışmaktır.
* “Parodi” bir tiyatro terimi. Ciddi bir oyunun bir bölümünü ya da tümünü alaya alan, biçimini bozmadan ona bambaşka bir içerik veren, bu karşıtlıktan gülünç ve eleştirel bir etki yaratan oyun biçimi olarak tanımlanıyor.