Tarikatları kapatmak çare mi?

Son günlerde tarikatların cinsel istismar haberleriyle gündemde yer almasıyla birlikte tarikatların kapatılmasının çözüm olup olamayacağı yönündeki tartışmalar, İleri Haber’de de 15 Eylül’de Ebru Pektaş’ın yazısıyla yer buldu. (Şeffaflaşan cinsel istismar özgürleşen tarikat)

Sorunun asıl can alıcı tarafının tarikatların kapatılıp kapatılmaması değil de, kapatıldıktan sonra nasıl bir sürecin takip edileceğine ilişkin olduğunu düşünüyoruz. Bütün bunların üzerinde, tarikatların kapatılmasının Türkiye’nin gündeminde şu an için yer almadığını teslim etmemiz gerekiyor. Hayal dünyasında yaşamıyoruz. Beklenildiği gibi iktidarın bu yönde herhangi bir girişimi, düşüncesi elbette yok. Muhalefetin ise tarikatların kapatılmasını talep edecek ne iradesi, ne de bu yönde bir siyasi tutarlılığı söz konusu değil.

Fakat tarikatların kapatılması çevresinde yapılan tartışmaların Saray Rejimi döneminde ve sonrasındaki “laiklik” tartışmalarında ön açıcı bir rol oynayacağını düşünüyoruz. Özellikle Saray Rejimi’nden kurtulmayı siyasi mücadelenin hedefine değil ama öncelliğine koyan devrimci sınıf siyaseti açısından gerekli olduğu da çok açık.

Arapça "yol" anlamına gelen “tarık” sözcüğünden türeyen "tarikat" kavramı esasen Allah'a ulaşabilmek için, inananlara Allah’ı bulmak için yol gösteren bir yapıyı, kurumsal ve üstelik de bir dogma üzerine inşa edilen bir yapıyı işaret ediyor. Özcesi, müminlerin en büyük kılavuzu olan Kur’an-ı Kerim’i tek başlarına anlayamayacaklarını, kavrayamacaklarını, buna yetkin olmadıkları düşüncesi üzerinde temellenen bir otoriteyi temsil ediyor. Teolojik bir perspektifle baktığımızda bile her şeyin üstünde tanımlanan bir yüce yaratıcının dünyaya gönderdiği kitabı müminlerin kılavuzsuz anlayamayacağına yönelik bir öngörü üzerine inşa edilen bu yapı tek başına bu öngörüsüyle bile, insanların zekâsını, düşünme yeteneğini istismar eden niteliktedir. Bu istismarın kaynağının sorgulanamayan bir dogma olması ise istismarın şiddetinin ve etkisinin çok daha sert olabilmesini sağlayan bir altyapı hazırlamaktadır.

Bu boyutuyla, tarikatlardaki istismarın istisna değil, sorgulanamayan böylesi bir otoritenin “alamet-i farikası” olduğu açıktır. Aslen istismarı sistematik olarak rahatlıkla içselleştirebilen bir yapının lağvedilmesi doğru ve yerinde taleptir.

Fakat bu yeterli midir?

Sorunun en can alıcı kısmı, tarikatların doldurduğu boşluğun, tarikatların lağvedilmesinden sonra ne ile doldurulacağıdır.

Tarikatların lağvedilmesi ile birlikte birçok sorunun çözümünü tarikatlarda bulan, hatta sadece sorun çözümü için değil, toplumsal dayanışmanın olmadığı ya da oldukça zayıf olduğu bir sosyal yapıda bu boşluğu tarikatlarda dolduran, ya da ruhsal soruların yanıtını bu yapıda arayanlar için bu arayışlara yanıt verebilecek bir toplum inşası gerçekleştiremediği müddetçe tarikatların lağvedilmesi tek başına bir anlam ifade etmeyecektir.

Tarikatların doldurduğu boşluğu doldurmak için inşa edilen laik bir yapının niteliği ve yukarıda saydığımız sorun alanlarının çözülmesi, tarikatların lağvedilmesinin getireceği sonucun olumlu olup olmamasını belirleyecektir. Bugün için Saray Rejimi öncesinde yer aldığı şekliyle “Eski Türkiye”deki haliyle şekillenen “laik” yapının bu boşluğu doldurmakta yetersiz kalacağı açıktır. Ebru Pektaş’ın yazısında belirttiği gibi, “yalnızca bir yaşam tarzı savunuşa, özgürlüklere, zevklere, tercihlere, kültürel kodlara, duygu yapılarına indirgenmiş bir laiklik”in bu boşluğu dolduramayacağı açıktır, tecrübeyle sabittir.

Tarikatların lağvedilmesi ile birlikte yerine konulacak yapı tarikatların varlık nedeni olan etkenleri ortadan kaldıramazsa, tarikatları işlevsel hale getiren ihtiyaçlara yanıt veremezse başarısız olacaktır. Daha da ötesi ve daha da trajiği, bu başarısızlığın sonucunda tarikatların “geri dönüşü”nün daha trajik bir biçimde olabileceği ihtimalidir. Saray Rejiminin dinselliğini mumla aratacak “selefi” yapıların güçlendiği bir tarikat mozaiği ihtimal dahilindedir.

Açıkça konuşmak gerekirse Saray Rejminin ardından (yendien) oluşturulan başarısız bir “laik” yapının sonucu IŞİD veya benzeri selefi bir yapının popülerleşmesi, günümüzde sorunların çözümünü ya da ihtiyaçlarının yanıtını tarikatlarda gören kitlenin, selefileşen ve daha da radikalleşen tarikatlara daha yakın olması sonucunu doğurabilir.

Üç yıl önce bu köşede yayınlanan yazıda da dikkat çektiğimiz gibi, dinselliği bir amaç değil konsolidasyon için bir araç olarak kullanan Saray Rejiminin özellikle FETÖ tecrübesinden sonra tarikatları uysallaştırmaya çalışması ve bunda da oldukça başarılı olması, hatta zaman zaman İslam’da güncelleme konusunu gündeme taşımasının ardında yatan gerekçelerden biri de ilginç bir biçimde selefi bir anlayışın önüne set çekme çabasıdır. (

Aksi takdirde meta-fetişler üzerine kurgulanan, uluslararası sermaye ile eklemlenmiş sermaye rejiminin ayakta tutması bir hayaldir. (Uhrevi alanın mahcup muhafazakârlığı)

Basın üzerinde uygulanan onca ablukaya, yandaş medyanın yalan haber paylaşımındaki olanca fütursuzluğuna rağmen, dinselleşmenin yoksulluğa ve yolsuzluğa çare olmadığını gören yoksulların, işçilerin, kadınların ve gençlerin sayısı artmaktadır. İşte, Saray Rejimi sonrasında tarikatların lağvedilmesi ile birlikte gözetilmesi gereken toplum kesimi tam da bu gruplardır, “sınıf”tır.

[email protected]

Özgür Dirim Özkan’ın İleri Portal’dan önce yayınlanan yazıları için:
http://yugoslavyayazilari.blogspot.com.tr/

Bazı yazıların İngilizce çevirileri için:
http://lettersfromyugoslavia.blogspot.com.tr/