Bağımsız bir hareket olarak kalmak mı, ittifak mı? Sandık mı, sokak mı? Dağılmamak için ne yapmamalı? Bu gücümüzle, seçim, taktik filan derken, devrimci programlarımızdan ilkelerimizden uzaklaşır, düzen restorasyonunun bir parçası olur muyuz?
Yanlış soruların doğru yanıtları olmaz. Konumunu ve tutumunu ne yapmamalı üzerinden tanımlayan bir topluluk ortaya siyasal bir iddia koyamaz. “Öcüler, ham ederler” sendromuyla siyaset yapılamaz. Hedef olmamak için ayağa kalkmayan, iyi nişan alamaz.
Siyasal ve örgütsel bağımsızlığın güvencesi, temel hedef ve ilkelere bağlılıktır. Doğrultu tutarlılığıdır. Siyasal ve örgütsel bağımsızlık, ittifakın engeli değil, ön koşuludur. Bağımsız olmayan ittifak yapamaz; “iltihak” eder.
Sonra, siyasette güç göreli ve değişkendir. Ülke çapındaki bir siyasal taraflaşmada, sınırlı bir güç, ağırlığını hangi kefeye koyacağına bağlı olarak, sonuç değiştirecek kadar etkili de olabilir, var olan gücünü “hiç”e de indirebilir.
Sosyalistlerin seçimlerle ilgili bir tutum belirlerken sorması gereken doğru sorular kanımca şunlardır: Nasıl bir siyasal ortamdan geçiyoruz? Söylemimizle ve eylememizle, koşulları emekçi kitleler ve sosyalizm mücadelesi açısından olumlu doğrultuda değiştirecek en güçlü etkiyi, nasıl, ne yaparak sağlayabiliriz?
***
2015 itibariyle, 13 yıllık bir sürecin egemenler ve karşıtları açısından kritik bir dönemecine girmiş durumdayız. Ana eğilimleri doğru saptamak, güncelliğin ötesindeki tarihsel işaretleri ayırdetmek, sınıfsal bir yön duygusuyla müdahale edilecek hassas noktaları belirlemek, sonuç olarak kaotik dönemden koşulları lehimize değiştirerek, sol, sosyalist hareketimizi güçlendirerek çıkmak için doğru yol ve yöntemi bulmaya çalışıyoruz. Kolay olduğunu söyleyemeyiz. Kolay değil; çünkü yalnız güçler değil, zihinler de dağınıktır. Bin bir türlü restorasyon ve komplo teorileri ortalıkta cirit atıyor.
2015 dönemecinde, Türkiye siyaset yelpazesinin geleneksel kümeleri ve siyasal aktörleri kaygan bir zeminde yer değiştiriyor. Ayrışma ve yeniden gruplaşma sınıfsal bir eksende gerçekleşmiyor. Bu durum, sosyalistleri çift yönlü basınç altına alıyor. Örneğin “Kürt” başlığı sol içinde bir ayrışma hatta kutuplaşma ekseni olurken, “laik devlet-seküler toplum” mücadelesi, solcuları, ya da Kürt ve Türk sekülerlerini birleştiremiyor. Eski rejimin muktedirleri ve muhalifleri “vatan” için bir araya gelirken, AKP karşıtları toparlanamamış oluyor. AKP karşıtlığının siyaset yapmaya yetmediği bir yerdeyiz.
Solun müdahale alanı tam da burada, toplum çapında ayrışma, taraflaşma ve birleşme çizgisini sınıfsal, halkçı bir eksene oturtma noktasındadır.
***
Gezi/Haziran, temsili demokrasinin, sandık despotluğunun demokratik ve meşru alternatifi olarak, tek adam diktatörlüğüne eylemli, yığınsal yurttaş tepkisi olarak ortaya çıktı. Haziran Hareketi de, seçimlere endeksli bir hareket olarak oluşmadığını, temel işlevinin, belirlenmiş mücadele başlıkları üzerinden birleşik toplumsal bir hareket oluşturmak olduğunu duyurdu. 27-28 Aralık 2014 Türkiye toplantısında Türkiye Meclisi’ni ve tüm yerel meclisleri emekçilerin hak ve istemlerinin en katılımcı biçimde ortaya çıkarılması, kamuyla paylaşılması ve uğrunda mücadele yürütülmesi için göreve çağırdı. Meclislerin bir tür halk yasama birimleri olarak çalışması öngörüldü.
Haziran, belirlediği ilke, hedef ve yöntemlerle yoluna devam etmeli, örneğin, iç güvenlik paketini püskürtmek, seçim dönemi boyunca ortaya çıkacak yeni durumlara uygun talepler çevresinde dinamik bir mücadele cephesi örgütlemek için elinden gelen her şeyi yapmalıdır.
Öte yandan, bu kritik dönemeçte, sonuçları tüm toplum için, bu ülkede yaşayan tüm insanlar için yaşamsal önem taşıyacak seçimlerde net ve sonuca etkili tutum almayarak durumları idare etmeye çalışmak, kenarda kalmak anlamına gelecek, Haziran cephesinde onarılması çok zor yaralar ve yarılmalar açacaktır.
Bugüne dek bir örgütler toplamı konumunu aşamayan, bileşimi bakımından homojen olmayan, katılımcılarını aktif özne konumuna taşıyamayan ve kaçınılmaz olarak bileşenlerinin zaaflarını barındıran Haziran’ın birliğini koruyarak herhangi bir partiyle, belli ilke ve hedefler üzerinde anlaşarak, parlamentoya temsilciler göndermeyi de içeren bir seçim ittifak ya da işbirliğine gitmesinin mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır.
Seçim dönemi boyunca ne söyleneceği, 7 Haziran günü sandığa hangi pusulanın atılacağı hakkında ise açık siyasal tutum gerektiğini düşünüyorum. Birkaç yerde gösterilecek bağımsız adaylarla, ya da “dayanışma” türü diplomatik beyanlarla durum geçiştirilemez. Böyle bir tutumu kimse de ciddiye almaz.
Bence, sosyalistler, solcular olarak seçim günü neye göre oy vereceğimizi belirlememiz, bize kulağı açık olanlara da önermemiz gerekiyor. Tutum netleştirici iki soru var: Birincisi, AKP’nin alacağı oyu, aldığı oyla meclise göndereceği vekil sayısını en aza indirecek, böylece başkanlık rejimine geçişi bloke edecek seçenek hangisidir? İkincisi, yüzde 10 barajını yıkılmasına hizmet edecek seçim sonucu nedir? Bu sorular yol açacakları sonuçlar nedeniyle son derece kritiktir.
Soruların yanıtları içinde. Oyla desteklenecek özne ile ilgili “ama”lar olabilir. HDP’nin toplum önünde ne dediği, ne yaptığı, kimle hangi mesafede olduğu üzerine ilerletici bir tartışma yürütülebilir. Kamuoyu önünde, diktatörü “başkan” yapmaya destek vermeme sözü istenebilir vb. Seçim aritmetik ve cebrinden çıkarılacak en iyi sonuç konusunda alternatif öneri getirmeden “ama” diyenlerle ise tartışma bile yürütülemez.
Son bir not, sosyalistlerin, Haziran Hareketi’nin, 30 Mart 2014 seçimlerinde ortaya çıkan sandık güvenlik gönüllüleri örneğini dikkate alarak, seçimde yurttaşın oyunun çalınmaması için aktif, bilgili, eğitilmiş bir sandık müdahale gücü, bir veri ve denetim merkezi örgütlemeleri çok doğru ve yerinde olacaktır.
Tartışmayı daha sürdürürüz.