Dünya ve Türkiye gündemi yoğun ve karmaşık. Çabuk değişiyor. En son olay ya da gelişme üzerinden yapılan değerlendirmeler hızla eskiyor. Medyadan akıp giden “bilgi” ve “veri”lerden gerçek olgu ve ilişkileri, hele de bunların ilk bakışta görünmeyen derindeki nedenlerini anlamak neredeyse olanaksız. Bunların çok önemli bir bölümü, halka servis edilmek üzere manipüle edilmiş, işlenmiş bilgi ve haberlerden oluşuyor. Örneğin, Myanmar’daki trajik göçün, KDHC-ABD geriliminin ya da Barzani’nin yapılacağını ilan ettiği 25 Eylül bağımsız Kürdistan referandumunun gerçek nedenlerini, bu gelişmeler karşısında kimin nerede durduğunu, üzerimize akan enformasyondan çıkaramazsınız.
Bugünkü durumu “karmaşık” kılan yalnızca propaganda yönlendirmeleri değil. Dünya, nereye evrileceği ya da devrileceği, en güçlüsü dahil, hiçbir güç tarafından öngörülemeyen, yolu da çizilemeyen bir ara dönemden geçiyor. Dünya tarihi, daha önce de olduğu gibi, kendine özgü cilveli yollardan ilerliyor.
Cilveli dönemlerde, gerçek durumun bilgisine ulaşmak, amaçlara uygun, kendi içinde tutarlı görüş ve tutum belirlemek için, günlük siyasal basıncın hiç olmazsa bir ölçüde dışına çıkarak, en temel, en başat olgu ve eğilimleri saptamak gerekiyor.
Bugünkü dünya durumunu önceki birçok yazıda açmaya çalıştığım için burada bir cümleyle özetlemekle yetiniyorum: 1970’lerin sonunda, var olan egemen sermaye birikim modelin tıkanmasıyla sistemik kriz olgunlaşmaya başlamıştı. Dünya kapitalist sistemi kendini, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, yeni türden bir hegemonya ve paylaşım kavgasının da uç verdiği yerleşik uluslar arası düzenin dağıldığı bir kaosun içinde buldu. Yine özetle eklemek gerekirse, bir tarafında ÇHC’nin öteki ucunda ABD’nin yer aldığı emperyalistler arası yeniden gruplaşma henüz tamamlanmamıştır. Bu iki büyük güç dışındaki herkesin neredeyse herkesle, aynı anda hem dost/bağlaşık hem de düşman konumlar alabilmesinin, kimin kimle iş tutacağının net biçimde öngörülememesinin nedeni budur!
Erdoğan’a manevra gücü bahşeden de bu uluslararası koşullardır. Doğruysa, bu saptamalardan Türkiye’deki iç siyasal gelişmeleri anlamamıza ışık tutacak bir sonuç çıkarabiliriz: Son çözümlemede, Erdoğan ve AKP’nin geleceğini belirleyecek olan iç dinamiklerdir. ABD ve AB Erdoğan’dan hoşnut oldukları ya da tutumları önemsiz olduğu için değil, Erdoğan sistem için bir tehlike oluşturmadığı, uluslar arası dengeler de Erdoğan’ı düşürmeyi öncelikli hale getirmediği için.
***
Erdoğan AKP iktidarının dört en önemli niteliğini şöyle özetleyebiliriz:
Birincisi, bu parti, sermaye, sistem ve düzen partisidir. Bu parti somutunda, bu üç sözcüğün üçü de işlevlidir. 15 yıldır, neo-liberal programları elifi elifine uyguluyorlar. Tekellerin kârlarına kar kattıkları, emekçi sınıfların yoksullaştığı Türkiye AKP’nin eseridir.
İkincisi, bu partinin siyasal İslamcı bir program izlediği konusunda hiçbir kuşkuya yer yoktur. Ortada yazılı belgeli bir şeriat anayasası yok diye gevşemek ahmaklıktır. Laik cumhuriyet likide edilmiştir. Şimdi İslamcı bir devlet ve toplum yolunda, alıştıra alıştıra, yoklaya dayata, kimilerine önemsiz gibi görünen (müftülere nikah yetkisi, okullara mescit, yeni müfredat programı, Cuma günü mesai ayarlama, kadınlara ayrı otobüs vb.) ama bir araya geldiklerinde İslamcı devlet-İslamcı toplum tablosunu tamamlayan adımlar atılıyor.
Üçüncüsü, bu parti, hiçbir zaman, sözcüğün hiçbir tanımıyla demokrat, liberal filan değildir. Tersine, monolitik, totaliter, otoriter bir tek adam partisidir. Olağan seçim ve referandumlarla, koalisyon seçenekleriyle gitmeyecektir. Erdoğan bir biçimde indirilse bile, olağan yollardan 15 yılda yapılanların geri alınması söz konusu olmayacaktır.
Dördüncüsü, bu parti, toplu duruma göre esneyen bir siyaset ve ittifak siyaseti izlemektedir. “Müslüman Türk Milleti” anlatımı bu siyasetin ruhu, milliyetçilik ve İslamcılık ağırlıkları duruma göre değişmekle birlikte “Türk-İslam sentezi” çimentosudur.
***
AKP bu niteliklerin bütünüdür.
Onu oluşturan niteliklerden birine ya da birkaçına karşıtlık üzerinden etkili bir toplumsal muhalefet geliştirmek ise olanaksızdır. Köktenci, karşı-devrimci bir program ve hareket, ancak bütünlükçü, devrimci, köktenci bir program ve siyasetle yenilebilir. Erdoğan ve AKP’nin iç ve dış, tarihsel ve toplumsal koşullar açısından kullanma tarihi dolmuş bir hareket olduğu halde iktidarda kalabilmesini sağlayan, bu tipte güçlü bir siyasal muhalefet hareketinin eksikliğidir. Sorun, güç kaynağında, yani toplumda değildir. Bu toplum, özellikle 2013’ten bu yana alanlardan ve sandıklardan sesini yükseltmiş, gizil gücünü göstermiştir.
Sosyalist sol, Türkiye toplumundaki büyük siyaset boşluğuna yanıt vermek ya da vermemek noktasındadır.
AKP diktatörlüğünden, karanlığından kurtulmayı “nasıl olsa olur” liberalliğinde önemsizleştirmek yanlıştır. Çünkü Erdoğan’ın gönderilmesi, hem somut siyasal güç ilişkileri açısından daha elverişli koşullar demektir, hem de böyle bir dönüşüm topluma yeni bir yön ve heyecan kazandıracağı için çürümeye, moralsizleşemeye karşı en iyi panzehirdir.
Öte yandan, söylemi ve eylemi AKP-Erdoğan karşıtlığı ile sınırlı olan ya da öyle görünen bir siyaset tarzıyla ne AKP’den kurtulunur ne de daha ilerisi için umut verilebilir.
Neoliberal programa karşı sosyalist emek ve düzen programı; İslamlaştırma programına karşı, açık, ikirciksiz bir laik devlet-seküler toplum programı; tekçi, milliyetçi-ırkçı Türk İslam sentezine karşı emek ve toprak kardeşliği programı…
Kararlılıkla, artan örgütlülükle, ilkelere uygun bir bağlaşık arayışıyla geliştirilecek böyle bir siyasal atılımın toplumda karşılığı olduğundan ise hiçbir kuşku duymamak gerekir.