Ortadoğu ve Doğu Akdeniz rüzgârları-02: Crans Montana için peşrev…

Memleket gündeminde adrenalin bitmez. 

Hafter ve İdlip işlerinde ortalık toz dumanken, gündeme KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Guardian’a verdiği röportaj bomba gibi düştü.

Akıncı, her nedense Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ve Hatay meselesine bir gönderme yaparak, yeni bir “Tayfun Sökmen” olmayacağını söyledi. Türkiye’nin, Kıbrıs’ı ilhak etme riskinden bahsederek de bunun bir felaket olacağını ifade etti. 

Tam da söylenen şudur: “Federal bir çatı altında birleşme olmazsa, Ankara tarafından yutulup de facto Türkiye ili haline gelebiliriz. Türkiye’ye bağlanma ihtimali ise korkunç.” 

Bunlar mealen falan değil, düpedüz ortaya karışık söylenmiş laflardır. Kuşkusuz nedenleri de vardır.

Doğal olarak, Türkiye’nin iktidar ve muhalefet kanadı, Akıncı’ya daha önceleri de olduğu üzere, cephe alırken, Kuzey Kıbrıs’ın Akıncı cenahı, elbette ondan tarafa yan tuttu. Bu karşılıklı cepheleşme işi, durumun ahkâmı (hükmü) bakımından, eşyanın tabiatına uygundur. Yani, başka da bir şey olamazdı.

Sokaktaki vatandaş için Kıbrıs, öyle Türkiye’den görüldüğü üzere düz mantıkla anlaşılacak ve akıl yürütülecek bir coğrafya değil. Hatta Kıbrıs işine akıl yormamış siyasetçilerin de olanı biteni anlaması kolay değil. Öğrenmek, okumak, görmek ve anlamak için ciddi gayret sarf etmek gerekiyor. 

Kıbrıs’tan da Türkiye’nin nasıl görüldüğü üzerine, sınırları çok keskin olmasa da iki ayrı ahali kesimine ilişkin görüş olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir tarafı, Türkiyesiz adada tutunamayacaklarını düşünen, diğer tarafı da Türkiye’ye işgalci diyen iki kesim. 

İşin psikolojik, sosyolojik, iktisadi, askeri ve elbette siyasi pek çok yönü var. Yani bu konularda, uluslararası ilişkileri irdeleyen ne doktora tezleri yazılabilir.

***

“Doğu Akdeniz meselesi” nedir?

Bir defa Kıbrıs’ın yeni adı artık “Doğu Akdeniz” meselesidir. 

Doğu Akdeniz, Kıbrıs’ı çepeçevre saran ve denizin altından sınırlarının kime ait olduğu tartışmalarını içinde barındıran “hidrokarbon” kaynakları ile ilintili bir sorunlar yumağıdır.

Doğu Akdeniz, yeni bir siyasi belgi olarak, siyasi kaynakçalara giren ve Anadolu yarım adasının yarı büyüklüğündeki “Mavi Vatan” dır.

Doğu Akdeniz, “Münhasır Ekonomik Bölge-(MEB)” işidir.

Doğu Akdeniz, MEB sınırları ve Mavi Vatan’dan dolayı, denizden sınırlarımız olan yeni Libya politikasıdır. 

O nedenle, Türkiye’nin kendi olanaklarıyla donanma ve hava-kara askeri platform kapasitesini arttırma işidir.

O nedenle, S-400 ve yerli-yabancı, bilcümle hava savunma, izleme, tarama sistemleri işbirliğidir.

O nedenle, Rusya’sından, İran’ına ve dahi ABD ve İsrail’ine; Fransa ve İtalya’sından irili, ufaklı diğer bütün AB devletlerine; Mısır, Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan’ından, şimdi tam ilhak programına alınmış Filistin meselesine ve elbette Türkiye ve Yunanistan’ı askeri olarak karşı karşıya getirebilecek savaş risklerini içinde barındıran, yani yedi düvelin harman olduğu bir barut fıçısıdır.

O nedenle, Irak ve Suriye parçalanmasını içinde barındıran bu Ortadoğu coğrafyasının yeni konmuş adıdır.

O nedenle, milyonların öldüğü, her gün öldürüldüğü, açlık, yoklukla boğuşulan, zorunlu göçle sığınmacı haline düşürülen halkların dramı ve emperyalizmin taşeronu haline dönüşen mikro milliyetçi siyasetlerin, vekâlet savaşçıları kılındığı bir kader coğrafyasıdır.

Kısacası, Osmanlı bakiyesinin halen parçalanması devam etmektedir. Bitmemiş I. Dünya Savaşı’nın, III. Dünya Savaşı'na dönüşme riski de bu bölgede giderek büyümektedir.

Bunların her birine değinmek gerekiyor. Ama şimdi değil! Zira bu konular bir yazı işi değil.

***

Crans Montana peşrevine başlangıç…

Yukarıda sıraladığım bu ince konuları, şimdilik şöyle bir geçeyim ve son demeç işinin, 26 Nisan'da Kıbrıs’ta yapılacak KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilişkisi olduğu ve bunun Crans Montana müzakereleri ile de ilgili olduğu şerhini düşeyim.

Önce Crans Montana da neydi (?) derseniz, biraz geçmişe bakmak gerekir. Crans Montana, bir ilçe boyutundaki İsviçre kentidir. Burada, 2017 senesinin 28 Haziran-7 Temmuz’u arasında “federal bir çatı” için Kıbrıs Rum ve Türk tarafları arasında ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres başkanlığında yapılan müzakerelere geri dönmek gerekir.

Burada önce bir es demek ve üç noktaya işaret etmek gerekir…

Ki, anlatılacaklara bir başlangıç ve peşrev olsun…

***

Peşrevde ilk nokta: Bu, “federal çatı” ifadesine konulacak mimdir.

KKTC’de, Kıbrıs sorununun çözümü olarak iki siyaset yolu bulunmaktadır. Bunlardan birisi, iki kesim veya toplumlu “federal” bir devletin tesis edilmesi ve bu itibarla yeniden 1960 Anayasa’sına dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dönülmesi için yeni biçimlendirme tezini içermektedir. Diğeri ise, iki devletli “konfederal” bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tesisi tezini öngörmektedir. 

Kısacası bir federasyoncular ve bir de onların karşısındaki konfederasyoncular bölüğü bulunmaktadır.

Bu ince ayırım göz önüne alınmazsa, Akıncı’nın ne dediği, neden dediği veya şimdi iktidarda olan KKTC koalisyon hükümetinin, Cumhurbaşkanlığı ile neden anlaşıp, anlaşamadığı, anlaşılamaz.

Federasyon tezinin son savunucusu Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’dır. İki devletli konfederasyon tezinin kurucu babası da Rauf Denktaş’tır.

***

Peşrevde ikinci nokta: Bu da “federasyonun veya federal devletin ne olduğuyla, konfederasyonun ne olmadığı" meselesidir.

Bunları bir alıntıyla özetlemeliyim (*):

“Devlet toplulukları içinde yer alan iki oluşumdan birisi konfederasyon, diğeri de federasyon sistemleridir. Her ikisi de özellikle Avrupa ve Amerika kıtasında karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin devlet şekline bakacak olursak, Türkiye üniter devlettir yani bir tek devletten oluşur.” 

Konfederasyon; bağımsız devletlerin, kuruluşların ya da kurumların bir araya gelerek, egemenliklerini korumak şartıyla, ortak sınır ve menfaat sağlamak amacıyla antlaşmalar sonucu kurulan siyasi yönetim biçimi veya topluluklarıdır. Konfederasyonda, kurum ve kuruluşlar belli bir amaç doğrultusunda bir araya gelirler ve bunların birlikteliği ancak bir birlerine bağları devam ettikçe sürer. Dünyada hâlihazırdaki konfederasyon örneği de şimdi var olan Avrupa Birliği’dir.”

Federasyon veya federal devletler; kendi yetki alanlarına giren konularda nihai kararlar alma yetkisine sahiptirler.”

“Federal devlette kamusal faaliyetler iki alanda kümelenir:”

1.    “Dış ilişkiler, ulusal savunma, merkez bankası işlemleri bu siyasi faaliyetlerin niteliği gereği, bütün olarak tek bir çatı altında ve ulusal ölçekte yürütülür.”

2.    “Eğitim, sağlık, kültür gibi faaliyetler ise her alanın özgün koşullarına göre, farklı şekillerde yerine getirilir.”

“Federal devlette, federe birimlerin yetki alanına giren konularda yalnızca devletin halklarının iradesi dikkate alınır. Tüm ulusu ilgilendiren, bu nedenle federal devletin yetkisine giren konularda hem tüm halkı hem de federe birimlerin halklarının iradeleri göz önünde tutulur. Bu nedenle uyuşma olmadan olumlu bir işlem gerçekleştirilemez.  Federasyon sistemi, ABD, Almanya, İsviçre ve Belçika’da uygulanmaktadır.”

Her iki sistem karşılaştırılacak olursa, durum şöyledir:

“Federasyon ve konfederasyon arasındaki farklar”

1.    “Konfederasyon, uluslararası anlaşmayla kurulurken federasyon ise anayasayla kuruluyor.”

2.    “Konfederasyonda üye devletler arasındaki karşılıklı anlaşmaya dayalı bir bağ akdi, federasyonda ise bu bağın anayasal niteliğe sahip olması esastır.”

3.    “Konfederasyonda üye devletlerin üyelikten çıkarabilme hakkı varken; federasyonda bu söz konusu değildir.”

4.    “Konfederasyonda üye devletlerin uluslararası egemenlik haklarına müdahale edilmezken, federasyonda ise yetki bazı federal devletlere ya da merkezi sayılan otoriteye verilmiştir.”

5.    “Dış ilişkilerde, konfederasyonda üye devletler bağımsız iken, federasyonda ise federal devletler ise birbirlerine bağlıdır.”

6.    “Konfederasyonda zorlama gibi bir tutum yokken federasyonda ise bu vardır.”

7.    “Konfederasyonda yalnızca üye devletlerin vatandaşlığı varken federasyonda iki tür vatandaşlık vardır. Bunlar federal vatandaşlık ve federe vatandaşlık konumlarıdır.”

Son viraja gelecek olursak;

Peşrevde üçüncü nokta: Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu başlangıcında, Yunanistan ve İngiltere’nin yanı sıra anayasal olarak garantör devletlerden birisi olagelmiştir.

Garantör devletler Cumhuriyetin gözetim, emniyet ve devamlılığını sağlama ve gerekirse müdahale hakkını da elinde tutmuştur. 1974 “Kıbrıs Barış Harekâtı” ve bu sürece gidiş, tarihin başka bir hikâyesi olmakla beraber, anayasal olarak BM’lerce de meşru olarak kabul edilmiştir. 15 Kasım 1983 de ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kuruluş öyküsü de buna dayalı bir süreçtir. Bu süreç sonunda, adada iki ayrı devletten oluşan ve fakat birleştirilmesi için uzun müzakere tarihine yayılmış bir dönem başlamıştır. Bu müzakere sürecinin içinde, KKTC ve Türkiye’nin ortak tezi, Rauf Denktaş’ın savunageldiği konfederal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tesisi olmuştur. Ancak Ahmet Necdet Sezer sonrası, Türkiye için bu tezlerde dönemsel makas değişiklikleri olmuştur.

2001’de, AKP nin iktidarı ile Avrupa Birliği’ne giriş politikalarında yoğunlaşma, ilk makas değişikliğinin önünü açmıştır. Aynı dönemde, ABD’nin bölgede BOP tasarımına uygun olarak Kıbrıs meselesinin çözümü için sunduğu siyaset, tek tercih olarak “Annan planını” gündeme getirmiştir. Annan planı “federasyon” vazeden bir düzenlemeyi öngörmüştür.

Garantör devlet Türkiye’de, Annan planına uygun olarak “federasyon” tercih seçeneği ile büyük makas değişikliğine gitmiştir. O dönemin KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ve Türkiye Hükümeti, çözümün önündeki engel olarak Denktaş’ı ve onun tezi olan iki devletli konfederasyonu göstermişlerdir. Sonuçta Denktaş tasfiye edilmiştir.

2004'te, AB'den tarih alan Türkiye’nin, Kıbrıs resmi politikaları içindeki belki de en büyük makas değişikliği, asker çekme işine meyletmiş olmasıdır. Ondan beri de, Akıncı’nın da taraf olduğu Crans Montana müzakereleri dâhil, Rum tarafınca öne sürülen en öncelikli yegâne başlık olarak, bu husus gündemde hep ısıtılarak günümüzde de öne sürülmektedir.

Denktaş, siyaset sahnesinin dışına süpürülürken, o günkü AKP iktidarı, o zaman taraf olduğu hususlarda, şimdi de müzakere yürüten Akıncı ile bugün bölgenin değişen jeopolitiği ve jeostratejisi bakımından karşı karşıya gelir bir konuma düşmüştür. Yani Türkiye iktidarı, şimdi başka bir makas değişikliği evresindedir. Bu evrenin belirleyeni de “Doğu Akdeniz”in yeni durumundan başka bir şey değildir.

Bırakınız federasyonu, Mağusa'da yapılmasına karar verilen askeri ikmal, bakım limanı, Geçitkale havaalanına konuşlandırılan İHA ve SİHA’lar ve Kapalı Maraş için alınan iskâna açılma kararları, Crans Montana’da Rumlar tarafından çöktürülmüş müzakere sürecinin sonrasında, Ada’da konfederasyondan başka bir çözüm koşulunun olmadığına ilişkin, temelli göstergeler arasına çoktan girmiş durumdadır.

Yani Akıncı’nın da şimdilerde ve halen sürdürdüğü “federal çatı” çözümünün eski banileri, şimdi Denktaş’ın vazettiği çözüm önerisine yeniden makas kırmanın yeni bir aşamasına gelmiş konumdadır.

Akıncı’nın sıkıntısı, 2015 de Cumhurbaşkanı olarak seçilirken Kıbrıs Türk halkına çözümü hayata geçirecek kişi olarak verdiği sözdür. Oysa Crans Montana’daki müzakere süreci, Rum tarafının eşit iki toplumlu bir siyasi birlik kurulma tezlerine karşı durmasıyla çoktan çökmüş durumdadır. Yani Akıncı’nın bu sözünün, bugün bir karşılığı kalmamış gibidir. Ancak siyaseten yegâne umut, Crans Montana sürecinin yeniden başlatılabilir olduğuna Kıbrıs Türk halkının yeniden ikna edilmesi gibi görünmektedir. Yani yeni durum, Akıncı’nın niyetinden bağımsız, başka bir noktaya taşınmış durumdadır. O nedenle Akıncı, şimdi ölmüşü yeniden canlandırma umutlarıyla ve muhtemeldir ki kendisine harekât sahası yaratma çabasıyla, bu yazının başında alıntıladığım sözleri söylemektedir.

Elbette, Kıbrıs Türk halkı bir tercihte bulunacaktır. Ancak bir zaman, Annan planına göre federal birleşmeye yüzde altmış beş “yes be annem” diyen Kıbrıslı seçmenin, yüzde seksen beşle Rumlardan ret kararını görmesi, müzakerelere olan inancında da şimdi yeni anketlere yansıyan büyük değişiklikler oluşturmuş vaziyettedir. Ada'da yaşanan siyasi sıkıntının altında, bu şerit değişikliğinin bir rolü olması kaçınılmazdır.

Bu konu, daha çok su kaldırır. Dolayısıyla Crans Montana’nın labirentlerini ve gizini de çözme, Kıbrıs meselesini de anlamanın olmazsa olmaz koşullarından birisidir.

Kıbrıs, Doğu Akdeniz’dir. Kıbrıs’ın kaybı Doğu Akdeniz’in de kaybıdır. 

Kıbrıs’ın, gerçek bir barış adası olarak yeniden doğması ümitlerini kaybetmeden, Kıbrıs işini anlama çabasının sürdürülmesi, hem reel politiğin (**) ve hem de ilkeselliğin bir gereğidir.

[email protected]

Meraklısı için kaynaklar: 
(*) Konfederasyon ve Federasyon Arasındaki Farklar: https://www.neoldu.com/konfederasyon-ve-federasyon-arasindaki-farklar-2700h.html Erişim: 11.02.2020
(**) Reel politik. Metin Çulhaoğlu: https://ilerihaber.org/yazar/reel-politika-30696.html (17-01-2015)