Akdeniz-Karadeniz-Adalar Denizi ‘Tayfun’la tanıştı

Tayfun füzesi de bir bayram fişeği değildir. Tam da bu zamanda, Türkiye’nin başına örülen ve örülecek olan her türlü çoraba karşı böyle olmadığını, atıldıktan 458 saniye sonra, yani 7.6 dakikada, 56 km ötedeki hurda gemiyi tam isabetle vurarak bütün dünyaya duyurmuştur.

Dün haber ajansları Türkiye’nin gerçekleştirdiği bir füze denemesiyle sarsıldı. Türkiye resmi bir açıklama yapmadı ve fakat bilerek, isteyerek ajanslara dağıtılan bir video paylaşımı oldu. Atılan füzenin adı da resmi olmasa bile, açık kaynaklara aktarıldığı üzere “Tayfun” olarak telaffuz edildi.

Yapılan edilenin ne olduğunu aşağılarda anlatmaya çalışacağım…

“BİR RÜZGÂRDIR GELİR GEÇER SANMIŞTIM”

Genç kuşaklar hatırlar mı bilmem, Saadettin Kaynak bestesi segâh bir şarkı vardır. Adını başlığa yazdım. Zeki Müren gençliğinde pürüzsüz bir sesle okumuştu ve sonuna dek hep de okudu. Güftesi Ercüment Ar’a ait olan başlangıç repliği “Bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım” diye açılır; sonra devamı “Meğer başımda esen kasırga imiş sevgilim” diye gelir.

Rüzgâr ve onun çeşitleri, insanlık kültüründe önemli yer tutmuştur. Mitolojideki rüzgâr-fırtına tanrıları başlı başına bir panteon oluşturur. Estiği her yönün tanrısı, ayrı bir isimle anılır. Meraklısı Vikipedi’den malumat tahkimi de yapabilir. Rüzgâr ve fırtınalar sadece kültürel değil, tarihi tarımsal üretim ilişkilerinde de son derece belirleyici olmuştur. Neyin ekilip, biçileceği, mevsimlik rüzgâr esintilerine göre, insanlığa ‘tarım devrimi’ yaptırmıştır. Bu devrimle oluşan ürün fazlasının sahipliği ise, insanlığa sınıflı toplumların ortaya çıkışını armağan etmiştir. Kölelik-serflik böyledir; feodalite ve kapitalizm böyle doğmuştur. Yani bugünkü modern hayat dâhil 10-12 bin yıldan bu yana da işlevini devam ettirmektedir.

TAYFUN NASIL TAYFUN OLDU!

Fırtına rüzgârın hızlı bir şekilde esmesine denir. 34 knot üzerine çıktığında, yani 8 bofor ve üzeri olduğunda rüzgâra artık fırtına denir.

Ya daha da hızını arttırırsa ne olur?

Tayfun olur; kasırga, siklon ve hatta süper tayfun olur.

Tayfun; şiddetli rüzgârları, ilginç bulut yapıları ve sellere yol açan yağmurlarıyla dünyanın en olağanüstü hava olaylarından birisidir. Kasırga, tayfun ve siklon aslında aynı doğal olayı tanımlamak için kullanılan kelimeler olsa da her üçünden biri, farklı coğrafi bölgede görülen tropikal fırtınalara denmektedir.

Tayfunun en önde gelen örnekleri Çin Denizi’nde ve Büyük Okyanus’ta görülen, çok güçlü tropikal siklonlardır.

Hadi bu malumatı bu kadarla yettirelim ve diyeceğimize bakalım.

Türkiye kimi askeri platformlarına bu türden rüzgâr isimleri vermektedir. İlk örnek bir kara platformu olan “Fırtına Obüsleri”dir. Irak ve Suriye harekâtlarında ismini ne çok duyduk.

Şimdi buna karadan-karaya veya karadan-denize atılan başka bir füze platformu eklenmiş oldu. Adına da “Tayfun” denildi. Bunu bir de bir uçak veya drona yüklemeyi becerirseniz, şüphe yok ki havadan da karaya veya denize atılabilir. Kuşkusuz bir firkateyn veya muhribe de konuşlandırırsanız bu kez de denizden her yöne salvolamak mümkün olabilir mi (?), denizcilere sormak gerekir. 

TAYFUN FÜZESİ NE MENEM BİR ŞEYDİR?

Bu füze de bütün savaş araçları gibi, kuşkusuz öldürücü bir silahtır. Mahveder, yok eder. Yani bir tür Azrail sayılabilir.

Askeri literatürde, “SRBM” kısaltması veya kod adıyla anılır. İngilizce açılım “Short Range Balistic Missile” olup kısaltması bir üste yazdığımdır. Ezcümle Türkçesine gelirsek, anlayacağımız ismi “Kısa Menzilli Balistik Füze” olarak tercüme edilmektedir.

Yani Tayfun füzesi, Türkiye’nin kendi öz kaynaklarıyla ve mühimmatı dâhil her vidasına değin yerli olarak ürettiği bir askeri platformdur.

Bir füze, önüne yüklenmiş başlığı taşıyan ve uçuran, menzile ulaştıran motorlu kısmı içeren bir gövdeden ve o gövdenin önüne takılan bir başlıktan, yani başkaca teknik detaylar dışında ve varsa, benim bildiğim kadarıyla iki parçadan oluşur.

Bu füzeye balistik denmesi ise, ucuna takılabilecek başlıktan kaynaklanmaktadır. Mühimmat olarak ucuna nükleer başlık takılabilir. Atom silahı olur. Ya da başlık kimyasal veya biyolojik bir mühimmat olabilir. Sonuç olarak dehşetengiz öldürücü bir silahtır. “Dehşet” Arapça (dahşat) kökenli korku manasınadır. Engiz ise Farsça uyaran anlamınadır. Yani korku saçar, ölüm saçar.

Menzilin kısalığı, uzunluğu, kat edebildiği mesafe ile ilgilidir. Beş çeşidi vardır. “Çok Kısa” menzilliler 300 kilometreye (km) kadar erişebilmektedir. Tayfun gibi olanlar yani “Kısa” menzilliler 300-1000 km mesafeye ulaşır.  Orta menzilli balistik füze (OMBF) - 1.000 ila 3.500 kilometre (620 ila 2.170 mil) arasındaki bir menzile uçar. Uzun menzilli balistik füze (OMBF) - 3.500 ila 5.500 kilometre (2.200 ila 3.400 mil) arasındaki menzillere erişir. Nihayet sonuncusu Kıtalararası balistik füze (KABF) - 5.500 kilometreden (3.400 mil) fazla menzile sahiptir.

Bu tür füzelerin Türkiye’deki atış rampası Sinop’tadır. Daha önce de burada adı, menzili açıklanmayan başka füze denemeleri yapılmıştır. Bu kez o rampalardan bir kısmı Rize-Artvin havaalanı civarına taşınmış ve karadan, deniz üstünden geçen, kıyıya paralel sayılacak bir rotada ateşlenmiştir. Deneme sadece füzenin uçurulması ile sınırlı tutulmamıştır. Atış sahasının karşısına 561 km uzağına bir hurda deniz platformu hedef olarak konulmuş ve ateşlenen füze gidip bu hedefi tam isabetle vurmuştur. Bu, füzenin bütün menzilini değil, sadece hedefe olan uzaklık menziline işarettir ve sadece uçabilmesi değil, hedefi imha edebilmiş olması da askeri tatbikatın başarı işaretidir. Füzenin gerçek menzili nedir; bu açıklanmamış ve böylece Dünyaya ve Türkiye’nin etrafının sarılmasına karşı esaslı bir bayrak gösterilmek istenmiştir.

Uluslararası haber ajanslarına bakılırsa, ABD dâhil kimsenin bilmediği ve tahmin telaffuzunu yapamadığı bir iş kotarılmıştır.

Neden Rize-Artvin’den atıldığı sorgulanırsa, Sinop’tan ateşlenecek olsa, hedefi vuracağı yer Rusya karasularına denk düşmektedir. Tabii bu yapılmamıştır. Türkiye’nin bu teknolojiyi kendisinin yaratabilmiş olması da tam anlamıyla “hazır ol harbe, istiyorsan sulh-u salah” demeye denk gelmektedir.

TÜRKİYE NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR?

Şunu kısaca not etmek gerekir ki, Türkiye üç bir yanında sarılıyor ve tam bir kıskaca alınarak yeniden ABD hegemonyasına ehlileştirilmeye çalışılıyor.

Doğu Akdeniz ve Adalar denizi dâhil, jeostratejik coğrafi konumu bakımından yeniden kontrol edilmeye çalışılıyor.

Türkiye NATO’da kalarak esasen NATO’ya karşı kendisini korumaya çalışıyor. Bölgesel olarak da buradaki yenidünya düzeninde bir “aparitçik devlet” olmak yerine, çok boyutlu yeni dış ilişkiler oluşturabilen ve bağımsızlaşan askeri gücüyle, bir denge unsuru olabilmeyi deniyor.

KADER KISMET KAÇ KURUŞA ÇEKİLİR.

Kader-Kısmet benim yaşıtlarımın çocukluk oyunudur. En büyük ikramiye olan jelatine sarılı gofrete erişmek için, karton üzerindeki yuvarlak kalaylı kapalı kutucuğu yırtmak için cepteki bütün harçlık kader-kısmete yatırılırdı.

Türkiye’nin güney sınırları 1300 km uzunluğunda iki devlete hudut komşuluğu yapar. Suriye, ABD hegemonyasıyla bölünmüş ve bir parçası daha sonra Irak üzerinden Büyük Ermenistan ile birleştirilecek Büyük Kürdistan’ın inşasına tahsis edilmiş vaziyettedir. Suriye rejimi can havliyle Rusya’yı davet ederek, onu da denkleme dâhil etmiştir. İnce ayrıntıları pas geçersek, bir NATO ülkesi olan Türkiye’nin güneyinde, ABD, vasal örgütler aracılığıyla Suriye Kürdistan’ını hem denize çıkarma ve hem de Türkiye’nin güney doğusundan ve Irak’tan da geçerek, kuzeye bağlanacak “Büyük Ermenistan” inşasını sağlamak istemektedir. Bu amaçla inşa edeceği vasal devletler ile bir yandan İsrail’in güvenliğini İran’a karşı sağlamayı öngörmekte ve diğer taraftan da bölgenin doğal zenginliklerini kontrolle Rusya’yı da güneyden çevrelemeye soyunmaktadır. Tabii başkalarının, başka hipotezleri de olabilir. Benim okuduğum manzara budur.

1300 km nin bir diğer yapısı Irak’tır. Birinci körfez savaşından bu yana, Irak, ABD ve müttefiklerince yıkıma ve insan kıyımına uğratılmış ve merkezi yönetimin dışında vasal devletçik tohumları artık filiz vermenin dışına çıkmış, çoktan başağa durmuştur.

Bunlar olup biterken, bu işin başka bir ülke içi topraklarında yeni bir mağdur da türetilmiştir. O büyük mağdurun adı ise, Türkiye olmuştur. ABD üretimi DEAŞ’tan yine ABD tarafından bağımsızlık savaşçıları diye anılan Kürt örgütlere kadar nice Holivut filmleri, Amerikan senaryosu olarak çevrile gelmiştir. Filmin çekim platformu halen sökülüp atılabilmiş değildir. Ne olupbitti ise, yaşananlar hem komşu ülkelerin toprakları içinde halen devam etmektedir. Hem de Türkiye’nin metropol kentleri dahil hemen her yerde yaşananlar hafızalara nakşedilmiştir.

Demek ki güneyimiz şiddetli arızalarla mustariptir.

Yaşamsal varlığı koruma için ya hamle gerekir; ya da son, geri dönüşü olamayacak bir teslimiyetle biter. Siyaset ve hukukun tesisi anlamında, açmazı açacak olan da kendi askeri bağımsızlığına kavuşmaktan geçmektedir. Zira misak-ı milli de kaybedilen topraklara değil kavuşma, olanı da böldürüp, parçalatarak kaybetme tehlikesi şiddetle galebe çalar.

YUNANİSTAN NASIL İLHAK EDİLİYOR?

İlhakın birinci koşulu işgalden geçer. Yunanistan’daki manzaraya bakarsanız ilhaka sürüklenebilecek bir işgal manzarası görmemek elde değil. Daha önceki yazılarda buna dair yazdıklarım okunursa burada bir daha tekrar etmeye gerek kalmaz.

ABD, bugün ikili antlaşma kisvesi altında, Yunanistan’da tam dokuz üs kurmuştur. Bu üsler sadece kara üsleri değil, deniz ve hava üsleri olarak da tecelli etmiştir. Bunun yanı sıra, 1923 Lozan antlaşması ve 1947 Paris sözleşmesine göre gayri askeri statüde olması gereken ve doğal uzantı olarak Türkiye kara kıtası içinde bulunan 12 ada ve kuzey Ege adalarına Yunanistan’ın askeri yığınak yapmasını bugün itibariyle daha da fazla teşvik eder durumdadır. Ezcümle Yunanistan’ın bu adalara askeri yığınak yapma meselesi, bugüne has bir girişim olmamakla beraber, şimdilerde aleniyet zirve yapmış durumdadır.

Bu sadeleştirilmiş özetten sonra başka bir noktaya atlamalıyım!

NATO DOĞU SINIRINI YENİDEN BELİRLİYOR!

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Kuzey Amerika ve Avrupa'dan 30 üye ülkeden oluşan uluslararası bir ittifaktır. Türkiye 1952 girişi itibariyle Yunanistan’la beraber en eski üyelerdendir.

Yarın bir gün İsveç ve Finlandiya’da dâhil olursa sayı 32 olacaktır.

NATO sadece kendisine özgü bir ittifak değildir. Aynı zamanda çoğunluk olarak bir AB üyesi devletler ittifakıdır da.

Bu gün Avrupa Birliği, İngiltere’nin ayrılmasından sonra 27 devletten oluşan bir federasyona dönüşmüştür. Bu 27 devletin 21 tanesi, aynı zamanda NATO üyesidir. Türkiye sadece NATO ülkesi olup, üye yapılması öngörülmeyen AB aday ülkesi konumundadır.

NATO’nun düne kadar doğu sınırı Türkiye’nin doğu sınırından geçiyordu. Oysa Irak ve Suriye savaşları AB için bir kâbus yaratmış görünmektedir. O da sığınmacı ve mülteci göçüdür. O nedenle temelini insan hakları üzerine kurduklarını iddia edilen Avrupa uygarlığı, bir insanlık dramı yaşayan halkların kıtaya girmesini engellemek üzere bir “Fronteks” projesi yürütmektedir.

Kısaca projeyi tarif edersek: “Avrupa Birliği'nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanması, ulusal sınır muhafızları arasında iş birliği yapılmasını ve sınırlarla ilgili risk analizleri oluşturulması amacıyla kurulmuştur”. Yani bir sınır yönetim projesidir.

Meramın sonu için bir başlık daha açayım.

AVRUPA NEDEN VE KİMLERE KARŞI SINIR YÖNETİM PROJESİ OLUŞTURUYOR?

Irak ve Suriye’nin parçalanması muazzam sayıda mülteci değil, sığınmacı göçüne neden olmuştur. Mülteci başka ülkeye kendi iradesiyle iltica edendir. Sığınmacı ise evinden, barkından, yurdundan zorla edilendir. Demem buna denk gelir. Suriye, Irak ve Asya derinliklerinden de zorunlu göç eden Afgan ve Pakistan ve kısmen de olsa İranlı göçmenlerin ilk merkezi Türkiye olmuştur. Türkiye dünyanın en büyük sığınmacı ve mülteci barındıran ülkesidir. Türkiye’deki sığınmacı nüfusun büyük çoğunluğu Suriyelilerdir. Toplamda 4,5 milyon sığınmacı ve mülteciden söz edilmektedir. Bunların hem yaşamlarını sağlama ve hem de insani koşullarda toplumsal yaşama onları yeniden kazanma anlamında, milyarlarca dolar harcama yapmaktadır. Yani misafir diye düşündüklerimizin tüm geçim koşulları Türk halkının ödediği vergilerle karşılanmaktadır.

Sığınmacıların önemli bir kısmı, Avrupa’ya geçiş sağlamak istemekte ve fakat Avrupa ülkeleri koca kıta olarak en fazla 1 milyon kabul edebileceklerini öngörmektedir. O nedenle de “Fronteks” adını verdikleri proje ile hem risk analizi ve hem de yeni sınır güvenliği tesis etmektedirler.

Sığınmacıların Türkiye’den Avrupa’ya ilk giriş kapısı Yunanistan’dır.

Yunanistan’ın Türkiye’den gizlice çıkmaya çalışan mülteci ya da sığınmacılara nasıl vahşet uyguladığını artık Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’nu raporlarından bile okumak mümkün hale gelmiştir. Ancak cazgırlıkta sınır olmadığı için, Yunanistan bir yandan Türkiye’yi suçlamakta ve yüksek demokrasi ve insan hakları savunucusu AB bu filmi sessizce izlemektedir.

Haydi, bir önceki soruya dönelim.

FRONTEKS NATO’NUN YENİ DOĞU SINIRI

Türkiye sadece bir NATO ülkesidir. Oysa, siyasi ve coğrafi statüde AB’ye komşu ülkedir. Yani Fronteks projesinin bir parçası değildir. 30 NATO ülkesinin 21’i aynı zamanda AB ülkesi olunca AB’nin doğu sınırları ile NATO’nun doğu sınırları, Fronteks’le bitişme, kesişme ve buna göre inşa edilme durumuna gelmiştir.

Önce Vikipedi’den kısa bir alıntı yapmalıyım.

“Türkiye-Yunanistan sınırı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki 212 km uzunluğundaki kara sınırıdır. Doğu Trakya ile Batı Trakya'yı birbirinden ayırır. Aynı zamanda Bulgaristan-Türkiye sınırı ile birlikte Avrupa Birliği'nin güney sınırını oluşturur. Türkiye'nin en uzun yedinci sınırı olup Lozan Antlaşması ile günümüze kadar gelmiştir.

İki ülkenin kara sınırları Meriç'in ağız kısmından başlar. Irmak yatağını izleyen sınırı, Türkiye-Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarının kesişme noktasında, Kapıkule Sınır Kapısı'nın hemen yakınında son bulur. İpsala ve Pazarkule (Karaağaç) Sınır Kapıları sınır boyunda iki ülke arasında yer alan diğer gümrük kapıları ve geçiş güzergâhlarıdır.”

Durum buysa şimdi ne yapılmaktadır?

Türkiye sınırına çelik duvar yapılmaktadır. Yapılan 40 km; planlanan ise 120 km’dir.

Türkiye sınırında tanksavar hendeği inşa edilmektedir. Ölçüleri ise, uzunluk 135 km; genişlik 32 metre; derinlik 7 metredir.

Müteahhidi kim mi?

Cevabı adeta dudaklarınızdan okuyorum. Evet ABD. Dedeağaç’a yığınağı yaparken hem AB’nin hem de NATO’nun doğu sınırını ABD hem planlamış hem de finanse etmektedir. Türkiye’ye ise, sen bizim müttefikimizsin derken “mıştır” şeysi yaparak sanki bizi iyice aptal yerine koymaktadır.

Yani ve işte Türkiye’nin Yunanistan sınırında Meriç’in karşı kıyısına yapılmakta olan elektrikli tellerle mücehhez Fronteks duvarı bunun busudur.

Bize de söylenen ister ye, ister yan cebine koydur.

ABD NEDEN DELLENİYOR?

ABD tarafından bakılırsa, doğrusu, Türkiye’nin yeni konumlanışı ABD için yenilir, yutulur gibi değildir. Düne kadar “our boys-bizim oğlanlar” marifetiyle canı istediğinde darbe yaptırabilip, gemi istediği kadar çeken ABD, bu bölgede kendi küresel çıkarlarına ters düşmeye başlayan Türkiye manzarasından memnun değildir. Bunu çeşitli siyasi mahfillerde düşük tonlu seslerle belirtirken, artık Türkiye’nin uyumlu bir müttefik olmadığını yüksek sesle terennüm de etmektedir.

Ne ki, kısa vadede, Türkiye’den çok da vaz geçesi değildir. Farkında olduğu ya da yavaştan ayıldığı bir durum varsa, Türkiye’siz bir NATO’nun sürdürülebilir bir ittifak olamayacağının acı gerçeği ile de yüz yüzedir.

ABD ile ilişkiler esasen yakın tarih bakımından hiç de doğrusal gitmemiştir. Kolu kanadı kırık bir Türkiye, ABD’ye en göbekten bağlı olduğu zamanda bile kafa tutabilmeyi bir ölçüde göstermiştir.

Türkiye ile ABD arasında en önemli ve sorunlu başlıklardan birisi hep Kıbrıs olagelmiştir. Yakın tarihin en yakıcı deneyimlerinden birisi 1964 Johnson mektubudur. İsmet İnönü yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır dediğinde hemen Beyaz Sarayda ağırlanmak üzere davet edilmiştir.

Başka hangi biri anlatılmalıdır ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye’den umulmayan bir başarıyla sonuçlandığında, ABD’nin payına yeni ceza planlamaları yapmak düşmüştür. Uygulanan ambargolar sadece askeri değil Türkiye’nin yoksullaştırılması için ciddi bir vesile olmuştur.

Peşi sıra gelen haşhaş krizi, sonrasında İncirlik üssünün ABD’ye kapatılması gibi gibi nice olay ABD ile Türkiye arasında hep gerilim arttırıcı faktörler olarak gerçekleşmiştir.

Türkiye, Kıbrıs Barış Harekâtı ile sadece Kıbrıslı Türkleri yaşam hakkını savunmamış, aynı zamanda Yunanistan faşist cuntasının da devrilmesine neden olmuştur. Sorsanız, Yunanistan bunu siyaseten hiç hatırlamak da istemez.

Gelelim daha yakın tarihe…

Türkiye şu sıralar ABD için Doğu Akdeniz, Afrika, Suriye, Irak ve Kafkasya’da tam oyunbozan bir kâbusa dönüşmüş görünmektedir. Doğu Akdeniz’in trilyonlarca tonluk hidrokarbon yataklarına erişimde Türkiye bölgesel bir aktör olarak baypas edilmeye çalışılmıştır. Oysa Türkiye’nin denizlerdeki misak-ı millisi olan Mavi Vatan sınırlarını Türkiye kendi iradesiyle çizmeye kalkınca ve Libya’dan Türkiye’ye deniz sınırlarını MEB’le beraber belirleme noktasına gelince, işler sadece ABD açısından bozulmamış, AB’nin hegemon emperyalist çıkarlarına da şiddetle dokunmuştur. Afrika’da Aden körfezinden, Somali’ye, Kafkaslarda Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’ın adeta yaşam garantisi gibi yanında duruşunda, ABD ve müttefikleri karşılarındaki manzara olarak hep Türkiye’yi izler olmuştur.

Bu nedenle ABD yüksek sesle Türkiye’yi güvenilmez müttefik olarak da ilan eder konuma gelmiştir.

Pandemi dünyayı vururken, pandeminin ekonomi-politiği başka bir siyasi yansıma da yaratmıştır. Neoliberalizmin küresel köy ilan ettiği dünya, birden ulusal sınırlarına dönüş yapmış, kapanmış ve Avrupa’da yeni milliyetçilik adeta Nazizm ve faşizmin tekrar hortlamasına dönüşmüş görünmektedir. Almanya, İtalya ve İsveç seçimleri üzeri örtülmeye çalışılsa da aşırı ve milliyetçi sağın yeniden yükselişine sahne olmaktadır. Fransa benzeri konum tehdidi altındadır.

Üzerine tuz biber eken ise, bir ABD senaryosu olan Ukrayna-Rusya savaşı olmuştur. Zira ABD vasal örgütlerle yüksek çıkarlarının yürümediğini algılayınca, jeostrateji değişikliği ile vasal devletleri sahneye sürmeye başlamıştır. Ukrayna halkının yıkımı ve telefi, ABD emperyalizminin umurunda olmamaktadır. Savaşın devamı, o ülkenin bu yıkımdan sonra, bütün varlığının emilmesini sağlayacak bir çıkar kapısına dönüşmüş görünmektedir.

ABD’nin dünya hegemonyası bakımından başlıca iki rakibi Rusya ve Çin’dir. Rusya’yı bitirmenin yolu önüne yem diye atılan Ukrayna iken, Çin’in ekonomik ve askeri büyümesi ile kıtalar arası nüfuzunun önlenmesi için Tayvan yem olarak seçilmiş görünmektedir. Türkiye bu arada Rusya’ya uygulanan ambargolara doğrudan katılmamış ve savaşan iki ülke arasında savaşın bitmesi için dünyada rol sahibi yegâne ülke durumuna geçmiştir. Ukrayna ve Rusya tahıl rezervlerinin dünyadaki açlık bakımından dağıtım kanalının açılmasına Türkiye BM ile işbirliği içinde izin vermiş görünmektedir.

Rusya’nın dünyadan izole edilmesinde yegâne soluk alabildiği kanal, ayrıca Türkiye olarak görünmektedir. Rusya ona uygulanana karşı, Avrupa’nın büyük ihtiyaç duyduğu doğal gazı keserek cevap vermiştir. ABD ile ambargo uygulayan tüm müttefikleri, kendi halklarının enflasyon ve gaz ihtiyacını protestolarıyla sarsılırken, Avrupa’nın ekonomik olarak en büyüğü Almanya’nın Rusya ile gizli anlaşmalar yaptığı ve İskandinav kuzey ülkelerinden gelen, Kuzey Akım doğalgaz ve petrol boru hatlarına yapılan sabotajla meselenin ortaya çıkması çerçevesinde ayrıca şiddetle sarsılır olmuştur.

Putin’in Dünya doğal gaz boru hatları için güvenli rezerv ülke olarak Türkiye’yi işaret ediyor olması, ABD’yi henüz tam çıldırtmadıysa çok ciddi tedirgin etmektedir.

Kafkaslardan Asya içlerine uzanan yeni bir oluşum, ABD’nin ve kapitalist emperyalizmin çıkarlarına ciddi tehdit oluşturur durumdadır. Meselenin özü Türkik Devletler topluluğunun giderek ete kemiğe bürünmesi ve siyasal bir örgütlenme modeline doğru bir gidişatın olması ve Türkiye’nin Şanghay işbirliği örgütüne katılması için gözlemci üye statüsüne alınması, ABD’nin en korkulu rüyalarından birisi olagelmektedir. Ki bu örgütte ABD’nin en büyük rakipleri olan Rusya ve Çin’in bulunması korkulu rüyayı adeta kâbusa dönüştürmektedir.

Başka hususlar da var ama söz hep uzamaktadır.

ABD bu ve benzeri nedenlerle, Türkiye’ye dellenip durmaktadır.

S400 yaptırımları ve F35 projesinden ihraç edilmesi de bunun icadın bir sonucudur. F16 ayak sürümeleri de bunlarla ilişkilidir.

Öyleyse Türkiye nasıl ehlileştirilecektir. ABD için açmaz soru budur!

NE YAPILSA DA TÜRKİYE YİNE ABD’NİN OLSA?

Suriye ve Irak’ta konjonktürel durum tam değişmese de Türkiye bir vasal Kürt Devletinin kurulmasını şimdilik dengeler durumdadır. Zemin çok kaypaktır. ABD’nin yaptığı silah yığınağına rağmen Türkiye sınır ötesinden kontrol sağlayacak bir askeri varlığını, bölgede her an hazır tutmaktadır.

Öyleyse çevreleme işine, yani Yunanistan vasal olarak dâhil edilmiştir.

Yunanistan bir daha tarihinde göremeyeceği bir askeri yığınak ile NATO’nun doğu kapısı olarak bir başka NATO ülkesine karşı tahkim edilmektedir.

Lozan ve Paris anlaşmaları yok sayılarak, gayri askeri statüdeki adalar tugay, tümen düzeyinde ABD tarikli yığınağa tabi tutulmaktadır. Türkiye henüz siyaset ve hukukun yolları çerçevesinde sadece itiraz bildirmekte ve fakat bir savaş ihtimaline karşı kendi kaynaklarıyla askeri teknolojisi ve ürün çeşitliliğini geliştirmektedir. Bu arada BM’e gönderilen mektupla, Lozan ve Paris anlaşmalarının ahdinin bozulduğu ve adalar meselesinin aidiyetine ilişkin tartışma açılma raddesine gelindiği bildirilmiş bulunmaktadır.

Türkiye için 1995 TBMM kararı olan “casus belli-savaş nedeni”, Yunanistan’ın 6 mil olan kıta sahanlığını 12 mile çıkarması ile söz konusu olabilecek durumdadır. Yunanistan İyon denizinde bunu yapmış olmasına karşın, henüz Türkiye, bu noktayı elinde koz tutar görünmektedir. Diğer yandan, oyunu bozduğu ve uluslararası hukukta yeri olmaz biçimde kıta sahanlığı ile ayni hacimde olması gereken hava sahasını, yani FIR hattını, 10 mile çıkarmış ve uluslararası hava sahasında uçan Türk uçaklarının her gün sınır ihlali yaptığı şamatasını koparmaktadır.

Düş olarak tezgâhlanan, Türkiye’nin sabrını taşırtıp, Yunanistan’dan önce adalara bir girişimde bulunmasını sağlamaktır.

Böyle olursa, kolaylıkla ABD’nin müdahale edeceği bir NATO içi savaş ya da çatışmanın temini ile NATO’nun yeniden şekillenmesini sağlayacak bir kapının açılması hipotetik olarak düşünülebilir.

Tezgâh daha da genişletilerek çevreleme için ikincil bir plan yürürlüğe girmiş gibi görünmektedir. O da bir NATO üyesi olmayan ve fakat bir AB üyesi olan Güney Kıbrıs’a ambargonun kaldırılarak askeri olarak yeniden silahlandırılmasıdır.

Siyaseten ve askeri tahrikle, Türkiye’nin orada bir girişimde bulunması, ikincil bir savaş tamtamlarının çalınmasına neden olursa, halen 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarına göre hazırlanmış anayasal temeldeki Kıbrıs’ın bir diğer garantörü Yunanistan ve Türkiye’yi orada karşı karşıya getirmek düşünülüyor olabilir.

Hiçbir askeri harekât planlaması, yapılan hedeflerine ulaşmadığı ve savaşan ordunun bir mevzi temin edemediği durumda kesilmez. Dolayısıyla çok kısa bir vadeli savaş değil de bunun uzaması söz konusu olduğunda, el hâk ABD Türkiye uyaracak ve NATO anlaşmasını ihlal ile suçlayarak Türkiye’yi NATO’dan üyeliğini askıya alarak dışlayacaktır. Sonraki adım, Güney Kıbrıs ve İsrail’i NATO’ya dâhil edip bölgedeki hegemonyasını kesinleştirerek işi sonuçlandırmayı tercih edecek olabilir.

SONUÇ

ABD, her şeye karşın Türkiye’den vazgeçemez. Zira hegemonik çıkarları bakımından bu bölgedeki çıkarlarını Türkiye’ye tamamen karşısına alarak pasifize etmek istemez. Diğer yandan da Türkiye’nin taraf değiştirmesinin kendi çıkarına da olmayacağını bilir.

ABD Türkiye’nin askeri güç olarak bağımsızlaşmasını önlemenin giderek zorlaştığını ve fakat bir an önce de kapasite ve kaynaklarını yok etmediği takdirde, ileride başına geleceklere mecbur kalacağının da farkındadır. Bunun için yol arayışları içindedir.

Gözdağı ve her türlü siyasi ve ekonomik baskı zaten yürürlüktedir.

Kurtuluş savaşı öncesi ve sırasında, İngiliz Muhipler Cemiyetine konsolide olan erkanı tanıdığımız gibi, bu memlekette şimdilerde de ABD muhiplerinin çok yaygın olduğu bir sır falan değildir.

Tayfun füzesi de bir bayram fişeği değildir. Tam da bu zamanda, Türkiye’nin başına örülen ve örülecek olan her türlü çoraba karşı böyle olmadığını, atıldıktan 458 saniye sonra, yani 7.6 dakikada, 56 km ötedeki hurda gemiyi tam isabetle vurarak bütün dünyaya duyurmuştur.

Son söz de Kurtuluş günlerinin 1 Aralık 1921 tarihli TBMM Zabıt Ceridesinden gelsin. Merak edeni Ankara’da Meclis kütüphanesine gider ve kaynağından okur.

Ne diyor orada: “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı, tüm ulusça savaşımı gerek gören bir mesleği izleyen insanlarız.”

Yani Türkiye’nin fabrika ayarları budur. Dünya ve insanlık gerçek barışa ancak toplumsal kurtuluşla erişebilir.

nuriabaci@gmail.com