Olmayacak dualar ve sol

ABD ve AB ile ilişkilerdeki gelişmeler, bu kez sahiden bir eksen kaymasına mı işaret ediyor? Bu gidişle Türkiye NATO’dan çıkar mı? 17 yıllık İslamcı tek adam rejimi çözülüyor mu? Nasıl çözülecek? Yerine ne gelecek? İstanbul seçimlerinde biçimlenen seçmen bileşimine, Gül, Davutoğlu ve Babacan gibilerinin eklenmeleriyle Türkiye “demokratikleşme”,  “çözüm”, “çoğulcu” yeni anayasa yapma sürecine mi girecek?

Sorular çoğaltılabilir. Soruların tümünü yanıtlamak, bunların işaret ettiği tarihsel-toplumsal ilişkileri derinlemesine çözümlemek bu yazının konusu değil.

Dönemeçlerde,  savrulma olasılığı herkes için artar. 2019-2023 dönemecinde olmayacak dualar ve sol adına yapılmaması gerekenler üzerine, yüksek sesli düşünceler,  tartışılmak üzere saptama ve öneriler sunmak istiyorum.

Bir: Türkiye’nin bugün yüz yüze olduğu ikilem ve açmazların siyasal sorumlusu 17 yıllık AKP iktidarı olmakla birlikte, yaşanmakta olan salt bir “rejim” bunalımı değil, “düzen” bunalımıdır. Sermaye sınıfı, devlet ve Erdoğan’ın kişiliğinde siyasal iktidar, düzen bütününün ayrılmaz bileşenleridir. Sorunu en başta bu bağlama yerleştirmek gerekiyor.

İki: Buradan bakıldığında, egemen sınıflar-düzen açısından ortak öncelik, ekonomik krizi, bedelini emekçi sınıflara, kır ve kent yoksullarına ödettirerek ötelemek olarak özetlenebilir. Bunu gerçekleştirmek için toplumsal rıza üretmek zorundalar. Bugünkü siyasal krizin temeli buradadır: Erdoğan ve AKP artık bu rızayı tek başlarına üretemiyorlar!

Üç: Düzen içi siyasetin ideolojik-siyasal içerik ve özneler olarak yeniden tasarlanması, moda deyimle “dizayn” edilmesi en başta bu nedenle ihtiyaç haline gelmiştir. Bu gündemin nasıl açılacağı, hangi ideolojik önceliklerle, hangi siyasal aktörler eliyle yürütüleceği birçok iç ve dış koşula, siyasal aktörlerin temsil ve “hizmet” kapasitelerine, performanslarına vb. bağlıdır. Bu konuda kesin şeyler söylemek için erken. Ama şunu söyleyebiliriz: Yeni bir iktidar bloku yaratmak, kimi karşıtları tarafsızlaştırmak için tüm silahlara başvuracaklar.  Örneğin, aynı anda ABD ve AB’ye posta atan Erdoğan imajıyla sağ-sol milliyetçi/ulusal güçlere mesaj verirken, bir yandan da “reform” ve “demokratikleşme” başlıklarını, Kürt sorununa barışçıl çözüm beklentilerini sömürmeye çalışacaklar. Bu “eklektik” ideolojik siyasal yaklaşımı, yaratacağı doğrudan siyasal sonuçlar açısından değil, son kırk yılda defalarca gördüğümüz gibi, rejim ve düzen muhalifleri, özellikle de sol hareket üzerindeki etkileri açısından ciddiye almak gerekiyor. 

Dört: Türkiye’nin eksen değiştirdiği, değiştireceği tartışmaları temelsizdir. Türkiye’nin pozisyonu değil, eksenlerin koordinatları değişmiştir. Sovyetler’in olmadığı dünyada Batı-Doğu, Atlantik-Avrasya kümelenmeleri sabit bloklar olarak değil, aralarında boşluklar ve geçişler olan, tarihsel açıdan geçici öbekleşmeler olarak varlar. Tüm devletler ve siyasal aktörler gibi, Erdoğan da bu boşluklardan yararlanarak büyük güçlerle pazarlıklar yürütmeye, dengeler tutmaya çalışıyor. Emperyalist güçlerin içeride sıkışmış ve zayıflamış olan Erdoğan’ı teslim almaları bugün dünkünden daha kolay hale gelmiştir.

Beş: NATO’dan çıkma demagojisine prim vermemek gerekiyor. Kuruluş işlevini çoktan tamamlamış olan NATO’nun devam edip etmeyeceği bile belli değil. Yeni ihtiyaçlar için ise yeni birlikler kurarlar. ABD ve NATO’yla ilişkilerdeki efelenmelerine bakarak Erdoğan’a anti-ABD, anti-emperyalist misyonlar yakıştırmak yanlış,  toplumsal muhalefet içindeki ulusçu eğilimleri kışkırtacağı için de son derece zararlıdır. 

Altı: Bugünkü meclis dengeleri içinde, “yeni anayasa” isteminin tek adam rejiminin onarılarak devamından başka bir sonuç doğurmayacağı apaçık ortadadır. Mevcut parlamento hiçbir biçimde kurucu bir meclis işlevi göremez.

Yedi: Dünya finans merkezlerinin has adamları olan Gül, Babacan, Şimşek türünden aynı zamanda  İslamcı tek adam rejiminin kurucu ortakları olan kişilerden Erdoğan’dan kurtulmak adına medet ummak,  onlara kürsü açmak toplumsal muhalefeti likide edecek bir hata olur. Bu kişilerin ülke içinde toplumsal-siyasal karşılıkları da yoktur.

Sekiz: Anti kapitalist olmayan anti-emperyalizm, açık düzen değişikliği talebini içermeyen anti-faşizm, kimilerinin sandığı gibi solda tıkanıklığı aşmanın yolu değil, son çözümlemede sermaye düzenine soldan eklemlenmenin çıkmaz sokaklarıdır.

Dokuz: Tıkanıklığı aşmak, ülke siyasetinde taraf olmak, programı, eylemi ve örgütlenmesiyle gerçekten toplumsal proletaryaya dayanan bir siyasal pratik inşa etmekten geçiyor. Soruna sınıflar-devlet, sınıflar-siyaset açısından yaklaşmak gerekiyor. 

On: Böyle bir siyasal pratiğin, sol öznenin kendi durduğu yerden, bu anlamda  “dışarıdan” çağrı çıkarmasıyla inşa edilemeyeceği, tersine,  kendiliğinden tonu ağır basan toplumsal muhalefetin içinden mayalandırılabileceği açıktır. 

Başarı için ise, “maya”nın katışıksız ve organik olması gerekiyor.