Neden okuyorsun?

Evet kitaplar çoğalınca ister istemez konu dağılıyor; tekrar ‘neden okuyoruz’ sorusuna dönecek olursam belki de en önemlisi, başka yaşamları, başka deneyimleri sahiplenmek olduğunu söyleyebilirim. Yaşamın kısalığının getirdiği doyumsuzluk sadece kitap okuyarak çözülebilirmiş gibi geliyor bana. Yani bir tür hırsızlık aslında yaptığımız.

Sanırım ilk kez ortaokul yıllarında karşılaşmıştım bu soruyla: “Okullar kapandı, sınıfını geçtin, neden halâ okuyorsun?” Soran komşu teyzeydi ve aslında yanıt da beklemiyordu ama ben panikleyip, doğru dürüst bir şey söyleyememiştim. Çünkü yanıtım yoktu. Aradan onca yıl geçti, soru aynı soru, bende yine sağlam bir yanıt yok. İşin iyi tarafı, sadece günlük yaşamımı çok yakından bilenlerin böyle bir soru sorma şanslarının olmasıydı da İleri’de kitap yazılarına başlayınca her şey açık hale geldi; artık yanıtlamak zorunlu.

Alberto Manguel, benim de çok sevdiğim, Okumalar Okuması’nda, “yurttaş olmanın ilk adımı okumayı öğrenmektir” der. Aslında bu saptamayı biraz genişletip, ‘insan olmanın’ demek de olası. Geçmişte Kitab-ı Mukaddes’in okunmasının yasaklandığı dönemler olmuştu. Çünkü bu kitabı okuyabilenlerin düzen karşıtı bir kitabı da okuyabilme olasılığı egemen gücü korkutuyordu. Ezan ve Kuran’ı herkesin anadilinde duymasının, okumasının engellenmesinin ardında da böyle bir kaygı yatar; ya da fazlasını okumaya kalkarlarsa? Anlaşılmayanda ulviyet bulma daha kolaydır, tıpkı ilk insanın doğa karşısındaki korunmasızlığı sonrası geliştirdiği inanç sistemleri gibi. Okuyan, anlayan her zaman potansiyel risk taşır.

KÜNYE: Okumalar Okuması. Alberto Manguel, Çev.: Sevin Okyay, YKY. Kitapçılarda 5. baskısı var, fiyatı 75 TL.

Manguel bir adım daha atıyor ve “özünde okuyan hayvanlar olduğumuz ve okuma sanatının en geniş anlamıyla insan türünü tanımladığına inanıyorum” diyor ve bence en doğru noktaya geliyor ama bu kez de ne okumalı sorusuna çözüm bulmak gerekiyor. Bir kere “sistemli okumanın çok az yararı vardır”, eğer bir konuyla ilgili özel bir hazırlık yapmıyorsanız. Okur kendini keyif almanın büyüsüne bırakmalı ve biraz da rastlantının heyecanını yaşamalıdır bence. Gilbert Keith Chesterton, “Her sıradan kitabın bir yerine, gerçekte geri kalanının onlar için yazıldığı beş ya da altı sözcük gömülmüştür” derken sanırım gerçek okurları işaret ediyordu. Biliyorum ki, her bibliyofilin kafasında peşinde olduğu üç beş cümle, hadi doğrusunu söyleyeyim alıntı vardır. Gerçekte bu cümleler nettir ama önü ve arkası yoktur veya bulanıktır. İşte aranan bu alacakaranlıktaki kısımdır. Tam bu yüzden sistematik okumanın bibliyofile yararı olmaz.

Peki, illa iyi kitap mı okumak gerekir? Bence zorunlu değil çünkü Chesterton’ın söz ettiği sözcüklerin nerede olduğu belirsizdir ama elbette iyi kitaplarda ve özellikle klasiklerde bulunma olasılığı yüksektir. Italo Calvino’nun Klasikleri Niçin Okumalı? kitabında yazdığı gibi aslında “bir klasiği her ilk okuma, aslında bir yeni okuma gibiyken”, diğer yandan “her yeni okuma da ilk okuma gibi yeni bir keşiftir”. Yani ısrarla ve inatla okunmalarında yarar vardır; daha önce yazdığım gibi, insanı kendisine getirir klasikler(1), aranılan bulunabilir. Yeniden Okumalar Okuması’na dönecek olursam, Herakleitos’un sözüne göndermeyle “Asla iki kez aynı kitabı okuyamazsınız…Kimse, okurların en iyisi bile neden bazı kitapların bazı durumlara uygun olduğunu ve ötekilerin olmadığını açıklayamaz. Sözcüklerle ifade edilemez bir şekilde, insanlar gibi, durumlar ve kitaplar da esrarengiz bir şekilde birbiriyle anlaşabilir” Bingo! İşte yakaladınız demektir. Bence kitaplar aynı kalsa da ortam ve/veya okurun ruh halindeki değişim algıyı farklılaştırır. Zaten bu yüzden düzinelerce ‘kötü’ kitabını atamaz bibliyofil, ileride bir şeyler bulurum umuduyla. Ve sanırım bu nokta bibliyomanla bibliyofilin kesişim noktasıdır(2)

KÜNYE: Klasikleri Niçin Okumalı? Italo Calvino, Çev.: Kemal Atakay, YKY. Kitapçılarda 9. baskısı var, fiyatı 53 TL.

Tüm bu süreçte çeviriler ayrı bir sorundur, esas metindeki aradığınız cümle çeviriyle birlikte kaybolabileceği gibi, olmayan bir şeyi de bulabilir insan çeviri sonrası(3,4). Zaten bu yüzden Manguela “Hiçbir çeviri masum değildir” derken, İtalyanların, ‘Traduttore traditore’ (Çevirmen haindir) deyişine gönderme yapıyordu sanırım.

Şimdi kısa bir ara verip her iki kitapla, ilgili bir şeyler söylemeliyim. Klasiklerin bazılarına dair çok rafine değerlendirmeler var Calvino’da. Örnekse, Odysseia’da geri dönüşü unutma, Ovidius’un Dönüşümler’i veya Voltaire’in Kandid’i gibi. Ama bu kitap sadece doğu ve batı klasikleri arasındaki farkı tartışmak için bile okunabilir. Uyarmam gerekir, kitap bittiğinde insan birçok kitabı yeniden okumak istiyor.

Manguela, öğrenciliğinde dört yıl süreyle Borges’e kitap okumuş ve doğal olarak Borges hem kitapta önemli yer tutuyor hem de kendisini belki de en iyi tanıyan kişilerden olduğu için değerlendirmeleri önemli. Elbette kitap bununla sınırlı değil; tarihteki ilk yazılı metinlerin muhasebe kayıtları olmasından yola çıkarak her kitabın aslında tarihin muhasebesi olduğu tartışması, sivil itaatsizliği savunduğunu düşündüğü için Don Kişot’u yasaklayan Pinochet’nin aslında o kitabın ideal okuyucusu olduğu savı bence çok önemli. Ayrıca şimdiye dek okuduğum en güzel ‘Che’ yazılarından biri de Okumalar Okuması’nda yer alıyor.

Ancak bunca iyi şeyden sonra yayıncıyla ilgili bir şeyi de söylemeden geçemeyeceğim. Manguela’nın ‘Ermeni soykırımıyla’ ilgili düşüncelerine dipnot olarak “Böyle bir iddia vardır. Konunun uzmanları tarafından tartışılmaktadır. (y.n.)” yazılmasını gerçekten yadırgadım. Sanki Manguela’nın diğer tüm yargıları kesinmiş gibi. Elbette her okur, hele Manguela okuru bunun yazarın görüşleri olduğunu bilir. Benzer bir müdahaleye Dante’nin İlahi Komedya’sında(5) da rastlamıştım; Dante’nin Muhammed hakkındaki görüşlerinin doğru olmadığı dipnotla belirtiliyordu.

Neyse konudan uzaklaşmayayım, bibliyofil her an geri geri dönüp tekrar okuyabileceğini, en azından belirli sayfalara bakabileceğini, düşündüğü için bir kitaplığa sahiptir. Başta da söylediğim gibi, bu yüzden sevmediği kitapları da elinde tutar. Yine bu yüzden ödünç kitap vermekten hoşlanmadığı gibi, kitaplarının yerlerinin değiştirilmesinden nefret eder(6) …Evet, ben de Calvino ve Manguela’yı kullanarak çevreme uyarılarımı yapmış oluyorum.

Ancak kitaplarla bu denli iç içe olmanın da getirdiği özgün sıkıntılar vardır. Öncelikle kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlar; sürekli kitapların yanında olma isteği bir süre sonra evden çıkamaz, hatta kitaplıktan çıkamaz hale getirir insanı. Evden çıkarken sürekli yanınızda bir kitap, birkaç gün ayrı kalacaksanız küçük bir kitaplık bile taşısanız yine olmaz. Akıl hep evde kalanlardadır. Ya siz yokken eve hırsız girerse ve çalınacak maddi değeri yüksek bir şey olmadığını bilseniz bile, hırsız bunu bilemeyeceğinden ve bulma umuduyla kitaplığı dağıtırsa ne olacak? Bu tam bir kabustur, baş edilebilir bir anksiyete değildir. Daha ötesini anlatmayayım hiç.

Ben yaşamımda asla beceremedim ama etkin kullanılacak bir halk kütüphanesi çözüm olabilir. Elbette fiziki durumu, çalışma saatleri, ödünç verme koşulları, hepsinden önemlisi kütüphane çalışanlarının kitaba bakışı önemli. Dediğim gibi ben çözemedim ama çözme çabalarına da kayıtsız kalamıyorum. Türk Kütüphaneciler Derneği yıllardır bu konuda önemli yayınlar yapıyor. Bu hafta Aysel Yontar’ın hazırladığı   Türkiye’de Kütüphane ve Enformasyon Biliminin Kurumsal Gelişimi kitabını okudum. Kitap, sempozyum bildirilerinden oluşuyor ve sorunun pek çok noktasına değiniliyor. Kütüphane kültüründen, eğitime, bibliyometrik analizlere dek farklı bakış açılarını ilginç bulsam da ‘uzaktan kütüphanecilik eğitimi’ fikrine bir türlü ısınamadım. Aslına bakarsanız her türlü uzaktan eğitim düşüncesine mesafeli durmaktan yanayım ama kitap kokusu olmadan kütüphanecilik nasıl olur, hiç bilemedim.

KÜNYE: Türkiye’de Kütüphane ve Enformasyon Biliminin Kurumsal Gelişimi. Haz.: Aysel Yontar. Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi Yay., 2000. Sahaflarda 40-70 TL. arası.

Türkçede yabana atılmayacak bir kütüphanecilik literatürü var. Kitaplığıma şöyle bir baktım, benim bile okuduğum konuyla ilgili kitap sayısı otuzu aşmış. Ancak gördüğüm şu, yıllar geçmesine karşın, sorunlarda ciddi bir değişiklik olmuyor. Bugünkü sorunların neredeyse tümünün Osman Ersoy’un 1966 yılında yayınladığı Halk Kütüphanelerimiz Üzerine Bir Araştırma isimli kitapta yer aldığını hayretle gördüm. Yıllar içerisinde çözüm bulunmadığı gibi teknolojinin getirdiği olanaklara bağlı yeni sorunlar bile eklenmiş. Ancak abartmamalıyım, bazı konularda düzelme olmuş. Örneğin o yıllarda halk kütüphanelerinde çalışanların yedide biri okuma yazma bilmiyormuş! Neyse, artık bu sorun yok ama okumayan kütüphaneciler tanıyorum.

KÜNYE: Halk Kütüphanelerimiz Üzerine Bir Araştırma. Osman Ersoy, 1966. Sahaflarda 6-90 TL arası.

Ersoy’un kütüphanelerin “bazı gün ve saatlerde sadece kadınlara ayrılması” önerisini yadırgadığımı da söylemeliyim. 1921’de bile ayrı ayrı oturan öğretmenleri eleştiren Mustafa Kemal’in ülkesinde 45 yıl sonra böyle öneriler garip diyeceğim ama 100 yıl sonra olanları görünce zaten bu toplumda temelleri varmış diyorum. Neyse konuyu kapatmadan eğer ülkedeki irili ufaklı tüm kütüphaneler arasında etkin bir bağlantı kurulursa sorunların çözümünde önemli bir adım atılacağı görüşündeyim. Devamını artık ileride ayrı bir ‘kütüphane’ yazısında tartışırız.

Ancak kitap ulaşamayan köylere eşekle kitap götürenlerden de bahsetmek gerekir. Çocukluğu köyde yokluk içerisinde geçen Ersin Bilge, hep köye eşekle kitap, defter getirecek bir kişiyi düşlermiş ama gelen olmamış. Yıllar sonra ekonomik durumu düzelince, kendisi köylere kitap götürmeye başlamış ve çocukluk düşleri uyarınca da bunu eşekle yapmış. İşte bunu ve diğer anılarını Eşekle Gelen Dostoyevski adıyla kitaplaştırmış. Aslına bakarsanız yıllar önce Fakir Baykurt benzer bir öyküyü, Ürgüplü kütüphaneci Aziz Güzelgöz’ün yaşamını konu alan Eşekli Kütüphaneci kitabında anlatmıştı.  Sanırım Anadolu’da böyle bir gelenek var.

KÜNYE: Eşekle Gelen Dostoyevski. Ersin Bilge, Ateş Yay., 2021. Fiyatı 40 TL.

Bilge’nin anılarını okurken, kendisini Almanya’da kaçak (yani güvencesiz) ve çok düşük ücretle çalıştıran patronundan bile minnetle söz etmesinden rahatsız oldum. Aslına bakarsanız kitap boyu duyguları aktarmada sorun olduğu kanısındayım ve böyle olunca da anılar okur üzerindeki etkisini yitiriyor.

Evet kitaplar çoğalınca ister istemez konu dağılıyor; tekrar ‘neden okuyoruz’ sorusuna dönecek olursam belki de en önemlisi, başka yaşamları, başka deneyimleri sahiplenmek olduğunu söyleyebilirim. Yaşamın kısalığının getirdiği doyumsuzluk sadece kitap okuyarak çözülebilirmiş gibi geliyor bana. Yani bir tür hırsızlık aslında yaptığımız.

Farklı yaşamları tek bir tanesine sığdırmak konusunda popüler bir kitap var şu sırada raflarda, Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi; “Yaşamla ölüm arasında bir kütüphane var. Kütüphanedeki raflar sonsuza kadar gider. Her kitap yaşamış olabileceğin başka bir hayatı yaşama şansı sunar sana.” Haig’in kurgusu kişinin yaşamdaki tercihlerinin nasıl değişikliklere yol açabileceği üzerine ama kullandığı ‘kütüphane’ metaforunun söylediklerime tam olarak uyduğunu gördüm. Her kitapla yeni bir yaşama, deyim yerindeyse balıklama atlayıp, deneyimlerden olabildiğince yararlanmak yaptığımızın özü. Hani bunları yazınca kendimi bir asalak gibi hissetmiyor değilim ama aldığımın karşıdakine zarar vermediğini bilmek bu duygudan uzaklaştırıyor.

KÜNYE: Gece Yarısı Kütüphanesi. Matt Haig, Çev.: Kıvanç Güney, Domingo Yay., 4. baskı, fiyatı 76 TL.

Gece Yarısı Kütüphanesi çok satan bir kitap, 42 dile çevrilmiş. Tahmin edilebileceği gibi, ‘best-seller’ olmanın tüm sıkıntılarını da üzerinde taşıyor. Düşle gerçeğin birbiri içine geçtiği, zaman ve mekân algısının netliğini yitirdiği durumlar yazara geniş olanaklar sağlasa da yeterince yararlanmadığı kanısındayım. Bu da best-seller’ olmanın bedeli olsa gerek.

Sanırım kadim sorum, “neden okuyorsun”u bir miktar yanıtlamış oldum; üstümden gerçekten bir yük kalktı. Artık kitaplarımı daha görünür alanlarda, sorudan çok korkmadan okuyabilirim umarım.


(1)https://ilerihaber.org/yazar/klasikler-nicin-okunmali-143437

(2)https://ilerihaber.org/yazar/bibliyomani-bibliyofili-dispozofobi-116333

(3)https://ilerihaber.org/yazar/gulperi-sertin-zweigi-92045

(4)https://ilerihaber.org/yazar/munro-mu-cevirisi-mi-66759

(5)Oğlak Yayınları, Çev.: Rekin Teksoy, 6. baskı, 2005.

(6)https://ilerihaber.org/icerik/izge-gunal-yazdi-kitapligin-dinamigi-uzerine-64538.html