Çeviri sıkıntılı bir konudur benim için. Sıkıntılı derken, iyi çevirinin ne olduğuna dair bir görüş oluşturamamamı kastediyorum. Daha önce Munro mu, çevirisi mi?” başlıklı yazımda1 tartıştığım sorunu, tam da o yazının kaldığı yerden başlayarak yine ele alacağım.
Yazım şöyle bitiyordu: “Tevrat’ a göre insanlar önceden tek bir dili konuşurlarmış (çeviri sorunu yokmuş). Birliklerini bozmamak, bir arada kalabilmek için çok yüksek bir kule inşa edip burada yaşamak, çevreye yayılmamak istemişler. Tanrı bundan rahatsız olmuş olmalı ki, dünyaya inmiş ve vahim bir karar verip insanların birbirlerini anlamaması için dillerini karıştırmış. Birbirlerini anlayamayan insanlar arasında birlik kaybolmuş ve hepsi dünyanın ayrı köşelerine dağılmış.
Peki, o zaman ne yapmalı? Her yazıyı kendi dilinden okumak gerekir sözünü ütopik anlamda bile söyleyemiyorum çünkü dil bilmek yetmez dilin taşıdığı kültürü de bilmek ve değişimlerini yaşamak gerekir. O zaman şuraya geliyoruz; insanlığın ürettiği tüm kültürün keyfini çıkartabilmek için herkesin aynı dili konuştuğu, Tevrat’taki öykünün öncesi gibi bir dünya. Sanırım bu bir zorunluluk.”1
Ancak bu da bir ütopya çünkü hangi dil evrensel dil olursa/kabul edilirse, bu kez de o dilin taşıdığı kültür egemen hale gelecek ve diğerleri, deyim yerindeyse, baskılanacaktır. Volapük, Esperanto, İnterlingua, Novial gibi yapay ortak diller Hint Avrupa dil grubundan beslenerek geliştirildiği için (ki zaten aynı dil grubu içerisinde çeviri pek dert değildir) diğer dil gruplarından çeviri sorunlarına dokunamamıştır bile. Benzer biçimde Arapça, Farsça ve Türkçeden yararlanarak diğerlerinden 300 yıl kadar önce oluşturulan Balaybelen ise, yine kendi çevresi dışına çıkamamıştır.
Bunca çözümsüzlük içinde görünen o ki en azından bir süre daha çevirmensiz yapamayacağız eğer dünyanın kültür birikiminden uzak kalmak istemiyorsak. O zaman iyi çevirmeni bulmak zorundayız. Ben Zweig için buldum sanırım: Gülperi Sert. Geçtiğimiz günlerde Zweig’dan dört çevirisini okudum: Korku, Amok Koşucusu- Sahaf Mendel, Lyon’da Düğün ve Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor. Kimisi tekrar
Stefan Zweig, Çev.: Gülperi Sert. Korku, Kırmızı Kedi Yay, 2. Baskı, 2018,8 TL,;Amok Koşucusu- Sahaf Mendel, Doğu Batı Yay., 2014,10 TL; Lyon’da Düğün İş Bank, 2018,7 TL; Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor, İş Bank, 2018, 8 TL.
okumaydı, kimisini de başka Zweig çevirileriyle karşılaştırarak okudum. Sonuç: iyi bir çevirmen olabilmek için elbette her iki dile de çok hâkim olmak gerekir ama bu yetmiyor gördüğüm kadarıyla; çevirdiğin yazarı çok iyi tanımak, onun gibi hissedebilmek, deyim yerindeyse “eğer Türkçe yazsaydı, nasıl yazardı?” sorusunun yanıtını bulmak gerekiyor. İşte, Gülperi Sert bu koşulların tümünü yerine getiriyor bence Zweig özelinde. Bir yandan Zweig’ın özgünlüğünü ve kültürünün yabancılığını korurken, Almanca bilmeyen okur için de anlaşılır ve keyifli hale getiriyor.
Şimdi diyeceksiniz ki bütün çevirmenler böyle yapmaz mı? Hayır yapmıyorlar. Bazen öyle çevirilerle karşılaşıyorum ki, cümleyi defalarca okumama karşın ne dediğini anlayamıyorum; acaba sorun bende mi deyip çevremdekilere okutuyorum, sonuç değişmiyor. Tabii bunlar en kötüleri; bir de yazarın anlatımını bozma sorunu var ki bu da başka bir boyut. Özelikle Amok Koşucusu’nun birkaç farklı çevirisini karşılaştırarak okudum. Şunu söyleyeyim, cümle sayısı en az olan Gülperi Sert’inkiydi. Bilirsiniz, uzun bir cümleyi kısa parçalara ayırmak çeviriyi kolaylaştırır ve daha anlaşılır kılar. Bu asla yapılmamalı demiyorum ama anlaşılırlığı bozmayacaksa da yazarın tercihine saygı duyulmalı. Sert bu işi mükemmel bir biçimde yapıyor.
Şurası çok açık ki Gülperi Sert Zweig’ı çok iyi tanımış, anlamış ve özümsemiş. Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor’un önsözünü okuduğunuzda bunu zaten çok iyi görüyorsunuz. Sanırım bu yüzden, Zweig bu öyküyü nasıl Türkçe anlatırdı sorusunun yanıtını da verebiliyor. Nerede mi? Elbette, çevirilerinde.
Gülperi Sert üniversitede öğretim üyesi; bu yüzden kendisini tanıdığımı söyleyebilirim. Kendisi hümanisttir ama çevrede bir aktivist olarak tanınmaz; tıpkı Zweig gibi. Zweig, yaşamı boyunca herhangi bir siyasi ya da sosyal hareket içerisinde bırakın yer almayı, sadece yakınlaşmayı bile reddetmiştir; savaş karşıtı yazının en üst örneklerini vermesine karşın, savaş karşıtı örgütlenmelerden uzak durmuştur; tıpkı Gülperi Sert gibi. Aksi olsa zaten Zweig’ı bu derece yetkin çevirmesini bekleyemezdik.
Yeri gelmişken Sert’in yayına hazırladığı “Amerikan Edebiyatından Seçme Öyküler” kitabını da bu arada okudum. Güzel bir derleme, Capote’dan, O’Connor’a, Porter’dan Vidal’a çok sayıda yazardan öykü okumak hoş oldu. Bu arada Rico Leffanta gibi tanımadığım yazarlarla da karşılaştım. Neyse, bu kitapta Sert’in çevirdiği öykülerden bir tanesi Hemingway’den. Doğrusunu söylemek gerekirse çok keyif almadım, daha doğru bir deyişle daha güzel Hemingway’ler okumuştum. Şimdi diyorum ki, Hemingway karakteri Gülperi Sert’e uygun değil. Savaşa giden (Zweig gibi kaçmayan); boğa güreşlerine ilgi duyan, maceradan hoşlandığını gizlemeyen Hemingway gibi bir kişiyi Gülperi Sert çevirmemeli; aralarında ciddi bir kan uyuşmazlığı var çünkü. Sanırım ne demek istediğimi bu örnekle daha iyi anlatabildim.
Amerikan Edebiyatından Seçme Öyküler. Yayına Hazırlayan Gülperi Sert. İlya, 2003. Baskısı yok, sahaflarda 7-23 TL arası.
Amerikan Edebiyatından Seçme Öyküler’in birinde Sert’in bir öğrencisinin“yapıcam, edecem” diyen, karşısındakine “nassınız” diye soran bir çevirisine rastladım. Doğrusu, çeviride şive işinden çok hoşlanmıyorum. Karadeniz şivesiyle konuşan bir Kızılderili veya Mardin aksanlı bir İrlandalı sadece komik oluyor, o kadar. Eğer şivenin vurgulanması gerekiyorsa, bu bir dipnotta belirtilebilir.
Evet, dipnotlar önemli ve bence çevirmeni ele verir. Elbette burada kastettiğim yazarın değil, çevirmenin dipnotları. Okumayı kolaylaştıran dipnotlar kültürlerarası farklılıktan dolayı bazen bir zorunluluk oluyor. Örneğin, Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor’u okurken her okurun Eski Ahit’e hâkim olması beklenemeyeceği için dipnotlar olmadan okuması çok zor. İşte burada okumayı kolaylaştırıcı ama ukalalık yapmayan dipnotlarla Gülperi Sert tam not alıyor.
Farkındayım, çeviri derken Zweig’ı biraz ihmal ettim gibi ama bir süredir Türkiye’de kitapları en çok satan Zweig’in yeteneğini, gözlem gücünü, insancıllığını anlatmaya gerek yok sanırım. Ama, Korku’da ahlaki değerlerin sorgulanması, Amok Koşucusu ve Sahaf Mendel’deki tutku, Lyon’daki Düğün’ün göndermeleri, Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor’daki kutsal metinlerin çağdaş yorumu yeniden bu kitapları okumaya zorluyor insanı; en azından beni.
Evet, Zweig’ı seviyorum ama Gülperi Sert’in Zweig’ını daha çok seviyorum. Latince deyişle, “Pro coptu lectoris habent su afata libelli” (okurun kavrayış yeteneğine göre kitapların kendi kaderi vardır).
1https://ilerihaber.org/yazar/munro-mu-cevirisi-mi-66759.html