Tarihin hızlandığı, “içeri-dışarı” ayrımlarının silikleştiği, ilk bakışta görünenle, gerçek olgu ve süreçler arasındaki farkın büyüdüğü zamanlardayız.
Ayrıca ele alınıp işlenmesi gerekir, kapitalizmin teorik, tarihsel ve güncel sınırlarının belirginleştiği, yıllarca önce ilan ettikleri yeni dünya düzeninin (YDD) bir türlü kurulamadığı, Uzak ve Ortadoğu’da yeni türden bir dünya savaşının bulutlarının kümelendiği, siyasal belirsizlik ve tıkanıklığın her yerde baş gösterdiği, öte yandan yeni bir toplumsal düzenin varlık koşullarının bugünkü toplumun içinden çiçeklendiği, sermaye ideologlarının sistemin geleceğini kaygıyla tartıştıkları bir dönemde, genel olarak sol ve özel olarak da komünist hareket dünyada ve Türkiye’de en zayıf dönemini yaşıyor.
Bunun nedenlerini hak ettiği kapsamda tartışmanın yeri burası değil. Çok kısaca şunu söyleyebiliriz: 1970’li yılların sonunda kapitalist sistemin yeni bir sermaye birikim modeline geçiş sürecine girmesi ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, yalnız sınıf ve siyaset güçleri arasındaki denge ve ilişkileri değiştirmedi; düzenin ve karşısındaki sınıf ve siyaset öznelerinin üzerinde devindiği ideolojik, siyasal, örgütsel zeminlerin ve paradigmaların*da alt üst olmasına yol açtı. Sonuç ikilidir: Dünyada kaos; sol, komünist harekette likidasyon!
20. yüzyıla ve dünya işçi ve komünist hareketine damgasını vuran bir dönemin geçmişte kaldığını kabul etmek, komünizmi gerçek bir hareket olarak yeniden üretmek için, en başta düşünsel bağlamda cesur olmak gerekiyor. Geçmişin inkarı, reddi miras ya da sıfırdan başlama kolaycılığı değil, geçmişte “bizim” olan herşeye, eleştirel bir tutumla sahip çıkarak, komünizmi “yeniden üretmek” diye formüle edebiliriz.
***
Üretici güçlerin gelişme düzeyi, bilgi ve enformasyonun giderek en önemli üretici güç haline gelmesi, özel mülkiyete ve tekelci el koymaya dayanan üretim ilişkilerinin temelini oyuyor. Tersinden bakarsak, insanlığın ulaştığı bilimsel-teknik kapasite, canlı emek sömürüsünün sona ereceği, yeryüzündeki tüm insanların temel biyolojik ve toplumsal gereksinmelerinin karşılanacağı, insanın doğayla metabolik (canlıların canlı kalmasını sağlayan) bir uyum içinde yaşayacağı, insanın tüm yaratıcı kapasitesini kullanarak kendisini gerçekleştireceği bir topluma geçişin maddi önkoşullarını olgunlaştırıyor. Buradan bakıldığında, dünya, kendine özgü cilveli yollardan komünizme yaklaşıyor. Somut dünya durumuna, ilişkilere, dünyayı değiştirme kapasitesi olan sınıf ve siyaset güçlerinin verili bilinç ve örgütlülük düzeyine baktığımızda ise dünya komünizmden uzak görünüyor.
Uzağı yakın etmenin, likidasyondan çıkışın yolu, bütünün bilgisiyle üretilmiş bir program, yaygın bir kültürleşme hareketi ve kapitalist sistemin teorik-pratik eleştirisi eksenlerinde komünizmin yeniden var edilmesinden geçiyor. Evet, somut konjonktürde, dünya çapında devrimci bir yükseliş döneminde, devrimci durumlar uğrağında değiliz. Yunanistan pratiğinin çarpıcı biçimde öğrettiği gibi, “içeride” devrimci durumun ve ona eşlik eden militan işçi sınıfı ve halk hareketinin varlığı da, uluslararası koşullar uygun değilse devrimci kopuş için yetmiyor. SYRIZA oportünizminin de katkısıyla, devrimci dalgayı nasıl kuşatıp söndürdüklerini gördük. Öte yandan, kapitalizmin geleneksel anayurtlarında, sistem krizi siyasal bir bunalım, kurulu düzenin kendisini eski yöntemlerle yeniden üretememe krizi olarak derinleşiyor.
***
Şu doğru: Ne dünyada ne de Türkiye’de birikmiş ve acilleşmiş sorunlar karşısında salt bir söylem ya da slogan olarak emek-sermaye çelişkisini öne çıkarmak ya da doğrudan bir proleter-sosyalist devrim önermek, en azından şimdilik, işçi sınıfının ve ilerici birikimin öncü güçleri tarafından somut bir çözüm seçeneği olarak algılanmıyor.
Öyleyse yapılması gereken, güncel sorunlara çözüme katkı olsun, marjinallik aşılsın diye, bulutsu bir sol kimlikle düzen içi reform projelerine hapsolmak, biçimsel demokrasinin ve hukukun esamesinin okunmadığı koşullarda iktidarsız “demokrasi” mücadelesi ve cephesi çağrıları yapmak mıdır?
Asla değildir. Olmamalıdır.
Çıkış ve silkiniş için şu halkalara asılmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bir: Sermaye düzeninin karşısına “bu düzen değişmelidir” çağrısıyla dikilmek, komünizm bayrağını eleştirel-kurucu bir program olarak göndere çekmek.
İki: Türkiye toplumunun kronikleşmiş toplumsal siyasal sorunları için, örneğin, “laik devlet-seküler toplum”, “Kürtlerle Türklerin toprak kardeşliği temelinde ortak yaşam hukuku” ve “İslamcı tek adam diktatörlüğüne son” hedefleri için ilke ve hedefleri, sınıfsal karakteri net, bir yeniden kuruluş ve gruplaşma ekseni inşa etmek.
Üç: İşçi sınıfının yaşamsal hak ve talepleri başta olmak üzere, yaşanabilir bir çevre ve kent, toplumsal cinsiyet eşitliği, laik-bilimsel eğitim vb. taleplerini bu güçleri birleştiren bir ortak mücadele programını en katılımcı ve demokratik yöntemlerle üretmek. Birleşme düzlemini öznelerin kimliğine göre değil, ilkelere göre belirleyen bir tarzı egemen kılmak.
***
Bir toplumsal devrimin, reel-güncel bir seçenek olarak öne çıkmadığı devrimci olmayan durumlarda komünistler ne yapar?
Tarihsel deneyimden öğrendiğimiz yalın yanıtı yazabiliriz: Komünistler, komünizmi topluma kazandırmak için, öncelikle, sömürülen, ezilen, dışlanan sınıf ve katmanları, bunların ileri ucunu, somut talepler üzerinden komünizm için mücadeleye kazanmak durumundadırlar. Mücadele hedefleri, insan bilincine eylem içinde sınana sınana işler.
Somuta ve güncele gelelim.
Bir: Siyasal yelpazenin sağ ucu Erdoğan AKP’si tarafından doldurulmuştur.
İki: “Merkez sağ ve sol” AKP düzeni tarafından asimile edilmiştir.
Üç: Türkiye’de “muhalefet boşluğu”nun temel nedeni CHP’nin doğası gereği yapamadıkları değil, siyaset yelpazesinin sol ucunun boş olmasıdır!
16 Nisan, “elde var bir” değildir. Bu çok amaçlı, çok bileşenli toplamın 2019 seçiminde bir blok olarak davranması, 2014’teki Ekmeleddin olayından daha iyisini çıkarması eşyanın, en başta CHP’nin doğasına aykırıdır. HAYIR toplamı içindeki sol örgütlerin, son yıllarda defalarca denenmiş, tabansız cephe girişimlerinden bir yenisine girişmeleri de kısır döngüyü kıracak bir çözüm doğuracak gibi görünmüyor.
Siyaset, hele de devrimci siyaset, uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden, ortadan değil uçtan kurulur. En az koşulu sınıfa dayanmak ve başka bir dünyanın bayrağını topluma göstermektir.
Herkes kendi işini yapsın!