Boğaziçi direnişi ile bir kez daha gördük bunu. İradenin etrafında kenetlenen inat, kendi ruhunu, cesaretini ve meşruluğunu ortaya koydu.
Hayat bir yerlerde birikiyordu. Nerede ve ne zaman başını kaldırıp, dikleneceğini bilmediğimiz ama iliklerimize kadar hissettiğimiz o an, Boğaziçi öğrencilerinin ortaya koyduğu irade ile karşıladı hepimizi.
İnatla buluşup, “başımızı öne eğmeyeceğiz” dediğinde ise çoktan kazanmıştı.
Hayatın her alanında tahakkümünü kurmak isteyen ve bunu en zorba yöntemlerle yapan ve hukuk tanımazlığını bu zorbalığın üstüne geçiren ve omurgasını kılçıksız olarak iktidara teslim edenlerin acizliğini meydanın ortasına bıraktı.
Biliyoruz, güç bütün sefillerin elinde zorbalığa dönüşür en önce ve güce tapan lümpenlerin desteğiyle o zorbalık yaşamın her alanına hızla nüfuz eder ve kazandığını ilan ettiği anda ise kaybeder.
Kaybediyorlar ve iktidardan nasıl düşeceklerinin kararını sokak vermesin diye, tüm güçleriyle sokağı boğuyorlar. Sokağın vereceği karar adil olacak çünkü.
Her şeyin gelip kitlendiği yer de tam burası.
İktidarın da, ana muhalefetin de ağız birliği ile kol kola girip, “aman ha” diyerek birbirine sarılmalarının tek sebebi, çok açık ki sokağın karar vericiliğinden korkmalarıdır.
Çünkü bir iktidarı suçlarıyla yargılamanın yolu açılırsa, hepsinin iktidarı yargılanabilir olacak.
Bu olmasın diye “gidecekler” uzlaşısını bozan her sesten, her eylemden, her itirazdan ürküyor ve bastırılsın diye, copun, gazın önünü açıp, sonra “provokasyon, barbarlık” bahanelerinin hep beraber üstüne çöküyorlar.
Lakin sokağın kenetlenen sesi ve ortaya konan iradenin etrafında birleşen hakikat, kıskıvrak yakalıyor hepsini.
Yakalandıkları yerde, yeni rol paylaşımı yapıp, sokakta yükseleni küçümsemeye, “çocuklar” diyerek başlarını okşamaya “teröristler” diyerek ezmeye ve bunların tutmadığı yerde ise devletin tozlu raflarından “12 Eylül” hatırlatmalı canavarlarını indirerek, tüm toplumun üstüne boca ediyorlar.
“Annelere, babalara sesleniyoruz” diye başlayan cümleler, onların hafızalarına gömdüklerinden yüzde yüz emin oldukları acıları, işkenceleri gün yüzüne çıkarıp, “çocuklarınızı sokaktan çekin yoksa “ tehdidi ile yüz yüze bırakıyor.
Çocuklarınızı adalet talebinden çekin,
Çocuklarınızı haksızlığın karşısında durmaktan çekin,
Çocuklarınızı adil, eşit, yaşanır bir ülke hayalinden çekin,
Çocuklarınızı, zulme karşı bakan o dik bakışlarını çekin diyorlar.
Çünkü aşağıya bakmayan çocuklar, gençler onların gözlerine de dimdik bakacak ve yaptıkları her kötülüğün karşısına çıkıp diklenecek, biliyorlar.
Bu bir kere kazanılırsa, istedikleri gibi yalan söyleyemeyecek, bayrağın, dinin ve “beka” söylemlerinin arkasına saklanıp, har vurup, harman savuramayacaklar.
Başını öne eğmemek, sadece her gelen iktidar için değil, devlet için de büyük bir sorundur ve “yılanın başını küçükken ezmek gerek” diyerek, tırnaklarını gençlerin yüzlerine geçirenlerin sözlerine kıllarının kımıldamıyor oluşu bu yüzdendir.
Aynı fikirdeler çünkü.
12 Eylül’ün mahkeme salonlarında Türkeş’in “biz içerideyiz ama fikrimiz iktidarda” demesi gibi, AKP iktidarda ama fikri muhalefetin içinde, muhalefet iktidarda değil ama fikri iktidarın içinde ve işte buna “devlet aklı” deniyor.
Kutsalları milliyetçilik, kutsalları din, devlet, kutsalları bayrak, kutsalları serbest piyasa olan bir zihniyetin gösterdiği refleks, elbette buna uygun bir dizileme giriyor.
Eğer tüm yaşananlara buradan bakarsak, sokakta yükselen her itirazın ardından, iktidar ve ana muhalefetin alelacele neden ağız birliği yaptığını daha net anlarız.
Bu nedenle, Boğaziçili gençlerin ortaya koyduğu iradeyi, inadı “en zeki olanlar” üzerinden tarif etmeyi değil, haklı ve meşru oldukları üzerinden konuşmalı ve dilimizi bu meşruluğun üzerine kurmalıyız.
Farkına varmadan, “en zeki ve başarılı olanlar” diyerek, başladığımız her konuşma, aynı şans ve imkânlara sahip olmayan yüz binlerce genci, onların meşru taleplerinden koparacaktır. Daha da fenası, iktidarın üzerinde oynadığı haset siyasetini güçlendirecektir.
İrade ve inadın bir araya gelerek, birikmiş öfkeyi dışarı taşırması, hem iktidarın, hem ana muhalefetin ve çeperinin, aslında tek renk oluşlarını çıplak göstermesi açısından, gerçekten çok kıymetli.
İçeride, dışarıda, öğrencilerin iradesinin önüne geçmeden, onların aldıkları kararlara saygı duyarak ve sadece onlarla dayanışarak yer alan hassasiyet, iktidarın ve muhalefetin ortak hassasiyetinden çok daha etkili olduğunu göstermiştir.
Ve en önemlisi, eşit, özgür ve adil bir gelecek düşünün, siyasette büyük bir karşılığının olduğunu ve bunun omurgasını gençlerin ve kadınların oluşturduğunu göstermiş olduğudur.
Başı dik bir siyasetin olmazsa olmazlığı ve etki gücünün belirleyiciliği sanırım herkesin aklında berraklaşmıştır.
“Mecburlar”, “tıpış tıpış gelecekler” diyerek, iradelerimiz üzerinde hüküm sürenlerin korkusu anlaşılabilir ama bizim, görüp, bilerek ve isteyerek adım atamayışımızın hiçbir anlaşılır yanı yoktur.
İradeyi güçlendiren şeyin inat etmek, inadı güçlendirecek olan şeyin ise, bir arada durmak ve bu birlikteliğin siyasetini ortaklaştırmak olduğu, çıplak bir gerçeklik olarak karşımızda.
Yüz binlerin, milyonların başını aşağıya eğmeyeceği, eğdirmeyeceği bir siyaset, hepimizin tek ihtiyacı.