HDP ve birçok şey

Ne yapacağız sorusu, bu ülkenin geleceğine dair derdi olan her kesimin yüzleştiği bir soru. Farklı muhalif partiler içinde mücadele eden, koşturanlar dahi bu soruya bir cevap bulmaya çalışıyor.

Her cevap, bir başka soruyu beraberinde getiriyor. Bu noktaya elbette bir günde gelinmedi. Adım adım sıkışmıyor-muş gibi yapılarak, anı kotarma üstüne kurulan ne varsa, gittikçe daha fazla ayağa dolaşıyor.

Umut kapısını hep açık bırakıp, daralan hareket alanına ne kadar merhem sürülürse sürülsün, oyun kurucu ve dönüştürücü gücü olma konusunda iktidarın çok ama çok gerisine düşüldüğü, siyasetin her alanına yansıyor. “Yetiştik” denilen yerde, iktidar yeni bir hamle ile gündemi değiştirip, yenisini yaratıyor. Siyasetin arka bahçesi “gündem” çöplüğü olmuş durumda. Birçoğunu hatırlamıyoruz bile.

Siyaseti, anti demokratik yöntemlerle yürüten, dahası bunu tüm ülkenin gözünün içine bakarak yapan bir tek adam rejimi ve despotluğu ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini kabul etmeyen yok. 

Bununla nasıl baş edileceğine dair, herkes tehlikesiz cümleler kurmaya çalışıyor. Hala bir demokrasi var-mış gibi yaparak, sorunun sebebi olanlara şikayet edip, yine onlardan bir çözüm bekleyen hal, aynı zamanda elindeki gücü bir cellada dönüştüren iktidara, bir sonraki hamlesi için “meşru” alan açıyor.

Ayhan Bilgen’in “Demokrasicilik oynayacak yaşı çoktan geçtik” sözü ile istifasını duyurması bu yanıyla çarpıcıydı ve açıkçası, bu oyunun içinde var olan her kesime “uyanalım artık” diyordu. Elbette herkesin farklı bir okuması olmuştur ama gerçek şu ki birbirimizi artık olmayan bir şeye inandırarak yürümeye çalışıyoruz ve artık bundan yorgun düştüğümüz, kendimizi ikna etmekten utandığımız, bir başkasına inandırmak için çalıştıkça kendimize olan saygımızı sarstığımız bir hal almaya başladı her şey.

“Demokrasicilik oyununa” son vermek, iktidarın kendisini meşru kıldığı zemine, büyük bir itaatsizlik tavrıyla cevap vermekle olabilir. Bunun hangi yol ve yöntemlerle yapılacağı, asıl üzerinde kafa patlatılması gereken meseledir. Üstüne oturdukları hukuksuzluk zeminini altından çekmeyi hedeflemeyen her önerme, doğal olarak üretilen hukuksuzluğun kurbanı olacaktır.

HDP, güçlendirilen bu anti demokratik zeminin en çok muhatabı olan ve yalnız bırakılarak bedel ödeyen parti durumunda.

HDP’nin “mevzi” savunusu içine kurulan konumlanması ise gittikçe daha fazla kuşatılıyor.

Kazanılan mevziiyi korumak elbette önemlidir ama korumak, gücü elinde bulunduranların üzerinde istediği gibi top çevirdiği ve en önemlisi etkisiz hale getirdiği bir noktada ise artık ayaklarda bir pranga var demektir.

İktidarın, HDP’yi “demokrasicilik oyunu” için, mevzi içinde tutma stratejisi, aynı zamanda sistem içi siyasete bağımlı hale getirme stratejisidir. Ne kadar bağımlı hale getirirseniz karşıtınızı, elindeki argümanları o kadar fazla tırpanlarsınız. Denge kollama, kulis yapma, dili ve tavrı buna uygun bir statüko içinde kurma ve sonuç olarak gerçeklikten kopartma politikası, iktidarı elinde tutanlarla, sistemin devamlılığını “aynı gemideyiz” diyerek kollayanların ortaklaştığı yerdir.

Durulan zemin, artık hareket edemez hale gelinen bir yere dönüşmüşse, “kalmak” bir “kahramanlık” tutumu olacaktır ama alternatif olma iddiası taşıyan bir siyasetin kahramanlığa değil, stratejik hamlelerle mevziiyi dönüştürmeye, inisiyatifi ele almaya ve siyasetin üzerine kurulduğu -mış-gibi yapma halini bozmaya ihtiyacı var. Çok açık ki bunu HDP’nin tek başına yapmasını beklemek haksızlık olacaktır. Toplumsal muhalefetin tüm temsilcilerinin, geleceğe dair ortak bir strateji inşa etmesi ve birlikte hareket ederek, kuşatmayı kırması olmazsa olmaz olarak karşımızda duruyor.

Siyaset sahasının stratejik aklını CHP’ye bırakmış, kendisini de onun kurduğu siyaset içinde pozisyonlamış gibi gösteren her yaklaşımın, her cümlenin, aynı zamanda kendi özgünlüğüyle yapacağı her hamleyi zayıflattığını, iddialı halini paralize ettiğini bir es alıp düşünmeliyiz. Oyunu, CHP’nin stratejisine uyumlu hale getirme hali maalesef hem beklentileri törpülüyor, hem de refleksleri ana muhalefetin belirlediği kurallara hapsediyor.

CHP’nin “stratejik” aklı, “ilk seçimde gidecekler” diyerek, toplumsal itirazları ve boğazlarda düğümlenen öfkeleri bir beklenti içine alarak, çıkan enerjiyi sisteme topraklama yaparak boşaltmak ve böylece, beklentilerin çarpan etkisi yapmasının önüne geçmek olduğu çok açık. Başarılı mı? Evet.

Gerçeğin böyle olmadığını bilenlerin, bunun siyasetini yapanların, aynı anlama gelecek bir yaklaşımı ortalığa salmaları, sosyal medya üzerinden bunun reklamını yapmaları, etki yansıması olarak görülmüyorsa, durum vahim demektir.

Bir “hayali zafer” temennisi oluşturup, değişim umudu taşıyanların reflekslerini “nasıl olsa gidecekler” rahatlığına çekmenin ve sistemin statükolarına teslim etmenin, daha da ötesi herkesi bununla tatmin eder hale getirmenin nasıl bir tehlike olduğunu tespit etmek için siyaset uzmanı olmaya gerek yok.

Çaresizlik içinde kalmış, öfkesi boğazında düğümlenmiş milyonlara duymak istediklerini söyleyip, pratikte hiçbir karşılığı olmayan ezber cümleler kurmanın yarattığı tek etki, kendiliğindenliğe sevk edilmiş bir ruh hali oluşturmak oluyor. Ve buradan sokağa seslenen her çağrı, ağızdan çıktıktan kısa bir süre sonra gücünü yitirip yere düşüyor.

HDP’ye dönük operasyonların ardı arkası hiç kesilmedi. Her operasyonun ardından söylenen bütün cümleler hemen hemen aynı. Handikaplar her operasyonda büyüyor. Anketlerde HDP’nin oyu, barajın bir iki tık üstünde durmaya devam ediyor lakin bunu aktif ve üretken bir siyasetin yansıması olmaktan çok, iktidarın saldırılarından doğan mağduriyetin bir yansıması olarak okumak mümkün.

Operasyonlar karşısında, “anlaşılır gibi değil”, “bundan vazgeçmeye çağırıyoruz”, “ bu bir darbedir”, “siyasi soykırım sürüyor”, “yanlıştan dönülmelidir” şeklinde süregelen çağrıların, iktidar kanadında hiçbir karşılığı olmadığı da çok açık. Denilebilir ki bu çağrı asıl olarak kamuoyuna yapılıyor ama zaten muhalif kamuoyu meselenin bir “çökertme” olduğu konusunda bir şüphe taşımıyor.

Kobane sürecinde, 6-8 Ekim’de ortaya çıkan sahiplenmeyi, iktidarın sürekli “kalkışma” diyerek gündeme getirmesinin bir nedeni de, olası bir sahiplenme ihtimalini terörize ederek, sokağa çıkma düşüncesini kırmaktır.

Sokak düşüncesini kırmaya dönük her operasyon, itirazı sokaklaştırma fikrine de bir darbe amacı taşıyor ve bunda başarılı olduğunu da kabul etmek gerekiyor. Muhalefet kanadından yapılan her açıklamanın, toplumsal itirazları sokaksızlaştırmaya dönük bir söylem bütünlüğü taşıması ve bunun ana muhalefet tarafından uyumlu hale getirilerek, irili, ufaklı tüm çıkışları yalnızlaştırması, bugün yaşadığımız sessizlik halinin de önemli bir nedenidir.

Tam bu noktada, Kobane ve 6-8 Ekim toplumsal sahiplenmesini, tartışma konusu yapan, sahiplenmeyi “provakasyon” yaklaşımına indirgeyen ve böylece iktidarın yaptığı operasyonları “terör, kalkışma” sahasına bilerek ya da bilmeyerek çekerek, refakatçi durumuna düşen tarz, eğer hızla mahkûm edilmezse, yarın Kobane’yi hedef alan bir topyekûn saldırı karşısında, kitlelere yapılacak bir çağrı havada kalacaktır. Bir sahiplenmenin meşruluğunu, iktidarın istediği zeminde “haklılık, haksızlık” olarak tartışıp, “terör, provakasyon” söylemleri ile sürdürdüğünüzde, olası bir katliam girişiminde, kitleler sokağa çıkıp, meşru olanı savunmaktan çekinecek ve her çağrıya şüphe ile bakacaklardır.

Pozizyonu korumanın ve mağdur alanda sözü çevirmenin daha “risksiz” olacağı kabulü, sokakta var olmuş, mücadeleyi önce sokakta kurmuş ve bunun yarattığı dinamik üzerine yükselmiş olan HDP için kabul edilebilir olmamalıdır. HDP’den beklentilerin yüksek olmasından kaynaklı bir basınç olduğu ve bu basıncın yükselen baskı koşullarıyla doğru orantılı olduğu çok net. HDP, bu basıncı, çeşitli kampanyalarla dengelemeye çalışıyor lakin korku havası, hem görünürlüğü, hem de katılımı zayıflatıyor lakin kitleleri hem politik, hem de manevi anlamda toparlayacak söylem yetisinin ve manevra kabiliyetinin atıllığı da kendisini çok fazla hissettiriyor.

HDP Eş Genal Başkanı Mithat Sancar’ın, “Her ihtimale göre biz hazırlığımızı yapıyoruz. Halkımız bu konuda en ufak bir karamsarlığa düşmesin, kesinlikle her türlü mücadele için ve her türlü saldırıya karşı biz hazırlıklarımızı yapıyoruz” açıklaması, oluşan basıncı ne kadar dengeler bilinmez ama “Demirtaş bizi iki ay önce uyarmıştı” söylemi ile cezaevinde rehin tutulan siyasetçiler, on bin tutuklu üye, kayyımlar ve elde kalan belediye sayısı ile birlikte düşündüğümüzde, neye hazır olup, olunmadığı konusu bir soru işareti olarak karşımıza çıkıyor.

Ortaya çıkan krizlerin nasıl yönetildiği, nasıl müdahale edildiği, yaşanacaklar karşısında vaat edilen “hazırlığın’’ ne kadar gerçekçi olduğuna dair birçok soru işareti olsa da, HDP’nin üzerinde yükseldiği mücadele geleneği, deneyimi ve cesareti tartışmasız şekilde bir umut olarak varlığını güçlü şekilde devam ettiriyor.

Yan yana görünmeyerek, iktidarın saldırılarına açık kapı bırakan ve “ilk seçimde gidecekler” yaygarası ile açığa çıkan öfkeye, “her şey kontrol altında” şerbetini dökerek hızla uzaklaşanların, “gidecekler” dedikleri iktidarla (olasılık) yarın beka kulvarı içinde yer almayacaklarının bir garantisi yok. Daha vahimi ise bunu HDP’li seçmenin oyunun kullanılarak yapılması olur ki, bu duruma düşmek HDP ve seçmeni için geri dönüşü olmayan bir yıkım olur. 

“Yetmez ama Evet” merkezli siyaset yolculuğunun sonuçlarının bir travmaya dönüştüğünü hep akılda tutmak bu anlamda iyi olabilir. Çünkü toplumsal mücadelede kazandırmayan her hamle, karşıtının üzerinde oynadığı bir oyuncak haline gelir.

HDP’li seçmen, oy’unun ana muhalefet ve ittifakı tarafından kendi siyasi çıkarları için kullanılmasına karşı güven altına alınmasını talep edecektir ve bu onun hakkıdır. Bağrına bastığı yeterince taş var ve şimdi bağrına bastığı taşların yükünü, kendi üzerlerinden alma sorumluluğu ittifak partilerine aittir. Verilen sözler üzerine siyaset kurulamayacağını yerel seçimlerde sanırım hepimiz gördük. Bunun önüne set çekecek şekilde, açık, şeffaf ve ilkeleri net olarak ilan edilmesi bu güvencenin önemli bir parçası olacaktır.

M. Sancar’ın dile getirdiği gibi “HDP tüm bu saldırıları tek başına püskürtemez” Ondan tüm saldırıları tek başına göğüslemesini beklemek, tıpkı iktidarın uyguladığı adaletsizlikle benzeşmek olur. Bütün yükü ve bedeli HDP’nin sırtına yükleyip, kenara çekilerek, kazanabileceğimiz hiçbir şey yok. Dışarıdan Milletvekillerine “neredesiniz” diyerek ses çıkarma “ödevi” veren, “ortada yoklar” diyerek hedef tahtasına koyan ve bir birey olarak sorumluluğu sırtından atıp, seyircisi olan ve bazen çekilmez hale gelen sosyal medya sıkıştırmalı seslenişler de öyle.

Yük ağır ve insanların bunu kelle koltukta yaptığını unutuyoruz bazen. Dört bir koldan devasa bir saldırı altında HDP ve tüm demokrasi güçleri. Bizi, “gidecekler” diyerek evimize tıkan, sözümüzü kısan, itirazlarımızı küçük bir alana sıkıştıran ve hepimize konforlu bir itiraz sahası belirleyen siyasete sığınıp, “neredeler” diyerek soruyorsak, aynı soruyu aynı hiddetle kendimize de sormalıyız.

Neredeyiz?

Ne yapacağız?

Nasıl yapacağız?

Artık çok hızlı şekilde tartışmamız gereken şeyler bunlar. Devletin iktidar, iktidarın devlet olduğu ve tek adam rejimi üzerine uzlaştığı ve bunun için tüm anti demokratik uygulamaları “meşru” hale getirdiği bir zeminde, neye güveneceğiz?

“Demokrasicilik oyunu” nu bu iktidar daha ne kadar sürdürecek değil, biz daha ne kadar bunun parçası olacağız ve özlediğimiz geleceği demokrasinin olmazsa olmazlarına nasıl kavuşturacağız?