Günlerin bugün getirdiği ve başka şeyler: Komünist ütopyanın bölenleri olarak sol içi egemenlik ve rekabet siyaseti, 1 Mayıs 2022 ve Gezi - II

Kortejin büyüklüğüyle orantısız bayraklar, flamalar hep o imza içindir. İmza büyürken gerçekte söz küçülür, silikleşir.

Burjuvaziyle proletarya arasındaki sınıflar mücadelesi son tahlilde bir egemenlik mücadelesidir, bu yadsınamaz. Burjuva ideolojisinin egemenliğinin kırılmasına yönelik mücadelenin radikal bir içerik taşıması gerektiği de yadsınamaz. Bu doğrultudaki propaganda faaliyetinin tüm mevzilerde, mevcut ve olası tüm kürsüler aracılığıyla yaygın bir şekilde sürdürülmesi gerektiği de yadsınamaz bir doğrudur. Yanlışlık; mücadelenin toplumsal muhalefetin bütünsel olarak nasıl örgütleneceğine yönelik bir faaliyetten ziyade bir anlamda “solun sola propagandası” biçiminde yürütülmesindedir. İndirgeyerek söylemek gerekirse bu, aynı zamanda iç örgütsel yapıya güven telkin edilmesi amaçlı bir propagandadır.

Biraz daha açmak gerekirse, sol içi egemenlik siyaseti kürsüye, güce göre tanımlı bir siyaset tarzıdır. Benmerkezcidir. Kendisinde temsil edildiğini varsaydığı bir mutlak doğru fikrinden hareket eder. Yeri geldiğinde kürsüyü de alanı da —temsil yetkisinden geldiğini varsaydığı hakla — başkalarına kapatır. Siyaset dengeleri tek başına kürsü kurmaya elvermiyorsa paylaşır gibi yapar ama bir şekilde yine kendini önceler. Sola mal olmuş ortak günlerle ilgili bildirilerde ya da bir şekilde ortaklaşmış gündemlerde kendi sözünün ağır basmasını ister, ön almasında ısrarcı olur. Görünür olmayı şiddetle önemser. Pankarttaki sözün içeriğinden ziyade altındaki imzadır aslolan. Kortejin büyüklüğüyle orantısız bayraklar, flamalar hep o imza içindir. İmza büyürken gerçekte söz küçülür, silikleşir.

Pankartlar... Flamalar... Dövizler... Söylemekte beis yok, açık olalım:

Bu yıl da 1 Mayıs alanlarında neredeyse tüm siyasal yapıların örgütsel dizilimi, sözünü ettiğimiz bu “göstermeye” ayarlıydı. Sloganlar zayıf, pankartlar gösterişliydi. Kortej düzeneği içinde yer alan neredeyse her katılımcı elinde örgütünün isminin yazılı olduğu bir bayrak taşıyordu. Ve bu durum, “imza sahibi” tüm kortejler için istisnasız geçerliydi. Yukarıdan bakıldığında kırmızı ağırlıklı bir görsel dalgalanma düzeni içinde “sınıf” kaybolmuştu ve tabi geçmiş yıllara kıyasla daha az duyulan bilindik marşla birlikte hatırlanan 1 Mayıs’ın içeriği de. Rekabet halinde olunan siyasal yapılara dönük güç gösterisine uygun düzenek, duygu ve örgütlenme hali ritmi düşürmüş, ortak sloganları duyulmaz hale getirmişti.

Tam bu noktada, lafı eğip bükmeden söylemekte fayda vardır: Binlerce insanın miting bitmeden alanı terk etmesinin sorumlusu da kendi gövdesinin kalabalığından başka hiçbir şeyi önemsemeyen rekabetçi anlayıştır ve bu iç rekabet dürtüsü, devrimci hareketin miras edindiği en kötü genetik davranışlardan biridir. Komünist ütopyaya aykırıdır çünkü doğası gereği “yarışmacı” bir içeriğe sahiptir. Başarıya, nihayetinde birinciliğe, faaliyetinin içeriğine göre büyük olmaya, böbürlenmeye ayarlıdır. Eşitlik içermez. Üstten bakar, üstencidir. Örtük ya da açık bir kibir taşır. Rekabetin olduğu yerde ise hızla mesafeler belirir ve yabancılaşma(lar) varlık bulur.

“Allah’ın bildiğini kuldan saklamayacaksın” deyimi, halk arasında açıklık erdemine vurgu koyan, sıklıkla kullanılan deyimlerdendir. Anıştırmayla, ikili üçlü sohbetlerde olumsuz bir niteleme olarak vurgu konulan, — yine benmerkezcilikle ilişkili — bir başka yönelimle devam edelim: Türkiye solu siyaseten genetik olarak, daha en başta adlandırılışıyla itici “dükkâncılık” sendromuyla sakatlıdır. Yazılı ifadeye büründürmekten sakınılsa da sol içi muhabbetlerde sıklıkla telaffuz edilen bu dükkâncılık neyi imler? En yalın haliyle kendi örgütsel ihtiyaçlarını devrim sürecinin ihtiyaçlarının önüne koymaktır. “Az olsun benim olsun” anlayışıyla kendi tabelasını her şey olarak görmektir. Ne yazık ki bu 1 Mayıs özgülünde de böyle olmuştur. En azından ilgili örgütlerin kendi kortejleriyle ilgili olarak etkinlik sonrası sosyal medya hesaplarından yaptıkları paylaşımlara ve Maltepe ya da Taksim seçeneği üzerinden yapılan değerlendirmelere bakıldığında bunu söylemek mümkündür. 1 Mayıs 77’inin sözünü ettiğimiz genetik kodu bir kez daha baskın çıkmış, birlikte davranma refleksinin önüne kendi doğrusunu ve ihtiyaçlarını geçiren örgütsel yapılar, 2022 1 Mayıs’ını, günler öncesinden ikiye bölmüştür. Sınıfın iradesinin kendi ukdesinde olduğunu düşünen irili ufaklı örgütler arasında Taksim-Maltepe ayrışmasında somutlanan yarılma, 1 Mayıs sonrasında kimin devrimci iradeyi temsil ettiği merkezli suçlamalarla devam etmiş, coşkusu kendi içine hapsolmuş kortejlerin bir diğer kortejle arasındaki mesafe, bir kez daha üstelik birlik, mücadele ve dayanışma gününde, içeriğine aykırı biçimde çoğalmış, çoğaltılmıştır.

BAYRAK FETİŞİZMİNİN GÖLGESİNDE SİLİKLEŞEN BİR MAZRUF OLARAK GEZİ

Bütün göstergeler birbiriyle ilişkilidir. Slogan pankartı çağırır, pankart eylemi. Zarf mazruf ilişkisinde olduğu gibi bazen zarf mazrufu bazen de mazruf zarfın içeriğini açık eder.

Bu yılki zarf mazruf ilişkisini açık eden göstergelerden biri de Gezi’ydi. Her kortejin çağrılısıydı. Herkes Gezici’ydi, Gezici olmayan yoktu ama ortada Gezici özne yoktu. Gerçek kitlesel özne olasılıkla kortej dışında izleyici olarak serbest salınım halindeydi. Yine olasılıkla dahil olamadığı kortejlerde kısa bir an havai fişek ışığı gibi parlayıp sönen katılımcı “ben”ini arıyor, kürsüye bakarken dört ayrı meslek ve sınıf örgütünün aynı içerikli dört ayrı konuşmayı neden ve niçin yaptığını anlamlandırmaya çalışıyordu.

Tam bu noktada biraz durarak filmi geriye saralım ve Gezi’ye kadar olan süreci “derdimiz”le bağlantılı olarak hatırlayalım.

80’li yıllar — her ne kadar yenilgi sözcüğü pek telaffuz edilmese de — yenilen ağır darbenin yaralarını sarmaya çabalamakla geçti. Başlardaki “Faşizme Karşı Direniş Cephesi” gibi daha çok yurt dışı merkezli birlik arayışları sonuçsuz kaldı.(1) 90’ların başında sosyalist bloğun çöküşünün yansımasıyla birlikte içerdeki yenilgiye “dışardaki yenilgi” de eklendi. Her ne kadar revizyonist-oportünist olarak görülse de odağında SSCB’nin yer aldığı sosyalist blok, emperyalist sisteme karşı bir denge unsuruydu. Çöküş, dünya solunu olduğu kadar Türkiye Solu’nu da sarstı. Reel sosyalizmin yenilgisi, dünya ölçeğinde pompalanan kapitalist propagandanın güçlü etki çemberi içinde sanki komünist ütopyanın yenilgisiymiş gibi geniş çevreler nezdinde kabul gördü. “Tarihin sonuna gelindiği” şeklindeki kibirli düşünsel terörün revaçta olduğu 90’lı yıllar boyunca sol, sosyalizmin savunulması bahsinde tutuk bir tavır içinde kaldı. Öte yandan Kürt siyasal hareketinin kendi özgün talepleri doğrultusunda geliştirdiği mücadele tüm dengeleri değiştirdi. Sınıf kimliği esaslı mücadelenin yerini kimlik esaslı mücadele aldı. Kürt sorunu konusunda karnesi iyi olmayan Türkiye Solu’nun bir kısmı, 12 Eylül’den yıllar  sonra sahnedeki yerini almak için hamle yaptı. Hedef birleşik bir güç olarak siyasete “sol değerler” üzerinden etkide bulunmaktı. Dünya ve Türkiye yeniden masaya yatırıldı, adlarıyla müsemma tartışmalar ve birlik girişimleri oldu. Ancak farklı kulvarlarda ve düzeyde yan yana gelişlerin hemen hemen tümünde, eski yeni karşısında galebe çaldı. Sağlıklı bir geçmiş değerlendirmesi yapılamadığı, yenilgiye yol açan nedenler açıklıkla ortaya konulamadığı için  iyi niyetli denilebilecek az sayıda girişim hayal kırıklığıyla sonuçlandı. 2000’li yılların sonunda ve 2010’lu yılların başındaki tablonun 12 Eylül’ün hemen öncesindeki görüntüden pek bir farkı yoktu. Her bir örgüt kendi serencamına uygun olarak diziliş içindeki yerini almış, artık gövdesel iriliklerin esamesi okunmasa da bir zamanki geçmiş kimin daha devrimci olduğunu belirleyen bir unsur olarak öne çıkmıştı.

Hâl böyleyken, Türkiye Solu bir adım ileri iki adım geri temposunda seyreden bir faaliyet yürütürken “yetmez ama evet” spotunda cisme bürünen küçük ama etkili bir liberal siyasal-kültürel toplam, muhalefetin en azından bir kısmını sisteme entegre etmiş, Kürt siyasal hareketi, kâh çatışmalı kâh uzlaşmacı bir taktikle “büyük siyaset”e etki edecek güçlü bir aktör olarak “çözüm masası”ndaki yerini çoktan almıştı.

Gezi öncesi durum hemen hemen böyleydi.

Gezi bir milattı. Beklenmiyordu. Bir süre karanlıkta ışıyan kutup yıldızı misali gökyüzünde asılı kaldıktan sonra kademe kademe sönümlenerek geri çekildi.

Devamı gelecek...


(1) Mihri Belli’nin anılarından oluşan Esas Hadise O Kiraz Ağaçları adlı kitabında, söz konusu girişime ayrıntılarıyla değinilir. 1982 yılında aralarında Kürt örgütlerinden sadece -daha sonra PKK adını alacak olan- “Apocular” olarak bilinen örgütün ve Türkiye Solu’nun en kitlesel örgütlerinden Devrimci Yol’un da bulunduğu yedi örgütün katılımıyla “Faşizme Karşı Direniş Cephesi” yurt dışı merkezli olarak kurulur. Ancak yara dikiş tutmaz. Birkaç sayfalık bir mücadele programıyla kuruluşunu -yurt dışından- duyuran “Cephe”, esas olarak Türkiye Solu’ndan gelen yapıların dağınıklığı nedeniyle bir türlü kuvveden fiile geçemez ve dağılır.

Günlerin bugün getirdiği ve başka şeyler: 15-16 Haziran, “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” ve 1 Mayıs 77 - I