AKP yeniden tek başına iktidar oldu.*
Buradan bakıldığında, var olan olasılıklardan en kötüsünün gerçekleştiğini söyleyebiliriz. En “kötü” ile en “iyi” arasındaki farkı ise abartmayalım. En iyi olasılıkta bile AKP iktidarının süreceği açık seçik ortadaydı.
Şunu da görmezden gelmeyelim: 317 milletvekili Erdoğan’ın fiili başkanlığını anayasalaştırmaya yetmiyor! Hiç kimse burun kıvırmasın, HDP’nin az farkla barajı aşması, Erdoğan’ı Anayasa’yı mecliste değiştirecek 367’den de, referanduma götürecek 330’dan da yoksun bırakmıştır. Bu, HDP’ye oy vermenin bu kez de doğru olduğunun en güçlü kanıtıdır.
Şimdi sorabiliriz: AKP 1 Kasım’da yüzde 50’ye yakın oyu, neden ve nasıl aldı?
***
Bu yazıda, bu sorulara kısa ilk yanıtlar vermeye çalışacağım.
Bir: Erdoğan’ın korkutma, yıldırma, seçilmiş hedeflere terör uygulamaları, “ya kaos, ya benimle huzur” şantajı etkili oldu. İnsanlar, savaş, bomba, kavga ve bunların günlük yaşamlarına, geçimlerine getireceği sonuçlardan, ülkenin hükümetsiz, “başsız” kalacağından korktular. Korku, güçlü olana sığınma eğilimini besler.
İki: 7 Haziran’dan sonra meclisteki partiler, kendi içlerinden hükümet çıkaracak gibi görünmediler. Parlamentoyu çalıştırmaya kalkışmadılar. 17-25 Aralık soruşturması, Erdoğan’ı anayasal sınırlara çekme, barajı kaldırma vb. tümünün vaadi olan hedefler için mücadele etmediler. Erdoğan’ın sivil darbesine karşı ciddi bir direnç gösteremediler. Bunlar, aralarındaki farklılıklar bir yana, halkta toptancı bir “iktidarsız, yaptırımsız, İsa’ya da Musa’ya da yaramayan muhalefet” algısının gelişip yerleşmesine, o da “huzur ve istikrar” sığınağı Erdoğan’ın güçlenmesine yol açtı.
Üç: 7 Haziran seçiminde barajı hem de tüm beklentilerin ötesinde bir sonuçla aşan HDP’nin “seni başkan yaptırtmayacağız” belgisiyle o seçimin ana damarında sonuç değiştiren bir özne olarak yer alması, yalnız seçim aritmetiği açısından değil, toplumsal muhalefete kazandırdığı yeni soluk açısından da önem taşıyordu. “HDP’nin Türkiyelileşmesi” yanlış bir terimle doğru bir düşüncenin kastedilmesi örneğidir. Aslında Türkiye’deki Kürt hareketinin tamamı, bu toprakların ürünü, bu toprakların siyasal kültürüyle yoğrulmuş, demografik olarak kaynaşmış etnik öğesi olmak anlamında Türkiyelidir. 7 Haziran’da olan, HDP’nin Kürt ulusal ve demokratik hareketinin özel ve öncelikli gündeminin ötesine geçerek, kendisini Türkiye siyasetinin göbeğine yerleştirmesi, “demokratik özerklik” ve “demokratik ulus” hedeflerini Türkiye’nin siyasal birliği içinde çözüm önerileri olarak ortaya koyması ve bunun geniş bir kabul görmesidir. “Türkiyeli siyaset”ten benim anladığım budur. Bu dönemde PKK de her türlü provokasyonu boşa çıkaran tutumuyla HDP’nin işini kolaylaştırdı.
***
Dört: 7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki önemli farklardan biri tam bu noktadadır. Kobane/Rojava’nın ayakta kalması, uluslararası destek görmesi, Tel Abyad’ın PYD/YPG denetimine geçmesi türünden gelişmelerle, Erdoğan’ın HDP’yi baraj altına itme stratejisi birleşince AKP hükümeti “teröre karşı” savaş baltasını yeniden eline aldı. Suruç ve sonrasında PKK’nin de silahlı eylem ve sabotajları başlatmasıyla savaş ortamına dönülmüş oldu. PKK’nin silahları yeniden ateşlemesinde belirleyici etkenin yukarıda kısaca satırbaşlarını yazdığım uluslararası gelişmeler olduğu açıktır.
Beş: Buna rağmen, kentlerde demokratik özerklik ilanı, bu amaç için hendek/barikat savaşları başlatma, bombalamalar vb. bilebildiğimiz PKK hedefleri açısından siyasal kazanım getirmediği gibi, HDP’yi de iki ateş arasında bıraktı. PKK’nin, HDP’nin Türkiye siyasetinin önemli bir öznesi durumuna geldiği bir uğrakta savaşı tırmandırması AKP’nin ekmeğine yağ sürdü. “Türkiyeli siyaset” geriye gitti. Soyut barış çağrıları, 7 Haziran’da Erdoğan’ın başkanlığını engellemede odaklanan siyasetin yerini tutmadı.
Altı: HDP’nin toplamdaki yüzde 3 oy kaybında Kürtlerin yoğun olduğu yerler önemli bir ağırlık gösteriyor. Bu oyların hemen hepsi AKP’ye gitti. Nedenleri ve yol açacağı sonuçlar üzerinde düşünmek gerekiyor.
Özetlersek, AKP 7 Haziran’da MHP ve HDP’ye giden oylarının önemli bir bölümünü 1 Kasım’da geri aldı. Geçen seçime katılmayan seçmenlerini sandığa çekerek yüzde 9’luk farka ulaştı.
***
Bu seçimin en önemli siyasal sonucu Erdoğan’ın elinin hem içeride hem dışarıda güçlenmiş olmasıdır.
30 Ekim’de Viyana’da yapılan 17 ülkenin katıldığı toplantıda “Esadlı geçiş” konusunda anlaşma sağlanamadı. Süreç, göründüğü kadarıyla ABD–Rusya karşıtlığının giderek daha doğrudan biçimler alması, ABD ve AKP’nin ise birbirlerine daha da yakınlaşması yönünde ilerliyor. ABD’nin Suriye topraklarına asker gönderme kararı yeni bir durumdur.
Türkiye’nin önündeki en büyük tehlikelerden biri eli güçlenmiş diktatörün ülkeyi savaşa sürüklemesidir.
Bugün için en doğrusu ise, dönemin tehlikelerle birlikte zengin devrimci olanaklar sunduğunu hep akılda tutarak, dikkatleri anın fotoğrafı olan 1 Kasım’a değil, siyasetin ve sınıf mücadelesinin önümüzdeki görevlerine yoğunlaştırmaktır.
Bunları ve seçime ilişkin olarak söylenenlerin seçimle sınırlı olmayan sonuçlarını, yeni koşulların yüklediği görevleri yazmaya, tartışmaya devam edeceğiz.
* Yüzde 50’ye yakın oyu kendileri de dahil hiç kimse öngörmemişti. 5 ayda 5 milyona yakın yeni oy devşirilmesinde “bit yeniği” olması çok güçlü bir olasılık. Ne var ki, partiler ve gönüllü örgütlenmeler şu ana dek, varlığını bildiğimiz seçim hile ve ihlalleriyle ilgili toplu ve sağlıklı bilgiler açıklamadılar. Bu nedenle konunun bu yönü üzerinde bir şey söyleyemiyoruz.