Her dönem ya da “zaman”, kendi insanlarını, siyaset ortamını ve örgüt biçimlerini yaratıyor.
Dönemleri, dönemin insanlarını, kuşakları ve örgütleri bıçak keskinliğinde birbirinden ayırmak, değişimi ya da “yeni”yi, bir tür sıfırlanma olarak anlamak doğru değil. Toplumsal süreçler süreklilik ve kopuş çizgisinde ilerliyor. Hiçbir şey yoktan var olmuyor. Var olan hiçbir şey de tümüyle yok olmuyor. Zaman kaybolmuyor.
Devrimcilik ise, yok edilmeyi hak eden “hakikati” hızlı ve kökten değiştirme etkinliğidir. Amaç disiplini açısından süreklilik gerektiren, kopuş için ise yalnızca “zamanı geldiğinde” vurup devirecek durumda olana “şans” tanıyan bir etkinlik.
Bu yazıda, “sistemik kaos”, bir tür geçiş süreci olarak tanımladığımız dönem çözümlemeleri ışığında, “zamanın ruhu”nun genç kuşaklar-siyaset-örgüt ilişkisi bakımından ne tür başkalıklar getirdiği üzerine tartışılmak üzere kimi gözlem ve düşünceler öne süreceğim.
Bir: Kapitalizmin neoliberaller öncülerinin 200 yıllık bir pratikten ve özellikle 1980’lerden sonra vardıkları sonuç şudur: Kapitalizm, artık, örgütlü işçi sınıfıyla bir arada var olamaz! Sermayenin emeğe büyük saldırısı bunun anlatımıdır. Dahası, yeni sermaye birikim modeli sömürüyü, mülksüzlük ve yoksunluk ilişkilerini toplumsallaştırmaktadır. Artan sayıları, yıkıcı ve kurucu öğeleri bağrında birleştiren çok katmanlı bileşimiyle toplumsal proletarya, bir yandan büyük bir devrimci potansiyel taşırken, siyasallaşma ve örgütlenmeye yatkınlık açısından sanayi işçisine göre daha zor ve karmaşık bir nesnellik gösteriyor. Yeni bir durumdur.
İki: Üretim ve iletişim araçları kuşakların bireysel ve kolektif zihniyet ve davranışlarını birinci dereceden etkiliyor. İnternet ve akıllı telefonlar dünyasında, insanlararası ilişki ve iletişimin yalnız araçları ve hızı değil, içeriği, kapsamı, yönü, düşüncenin eylemle ilişkisi de değişiyor. Bugün, el kadar bir akıllı telefonla dünya çapında binlerce ağa girmek, gezinmek, sınırsız sayıda insanla iletişim kurmak, anket, yoklama vb. yapmak, kapitalist tekellerin ve devletin “bilgi/enformasyon” üzerindeki mülkiyet tekeline karşı dayanışma ve gönüllülük temelli eylem birlikleri geliştirmek olanaklıdır ve pratikleri de gelişiyor. Öte yandan, uzaktan iletişim gelişirken yakın iletişim, yüz yüze, bire bir ilişkiler seyreliyor. Bilgi bollaşır ve erişilir olurken, bir yandan da kirlenip sığlaşıyor. Egemenler ellerindeki gelişkin araçları kullanarak sosyal medya ortamlarını manipüle edebiliyor vb. Öyleyse, yeni durumun sağladığı büyük olanak ve sorunların farkında olmak, devrimci amaçlar için bu ortamda ne yapılabileceği üzerine yaratıcı yol ve yöntemler bulmak gerekiyor.
Üç: Güncel kapitalizmin, tüm insanların ama özellikle genç insanların yaşamına getirdiği en büyük “yenilik”, belirsizlik, güvencesizlik ve iğretiliktir. Çok büyük çoğunluk için düzenli bir iş, eğitimine uygun bir meslek, hiç olmazsa birkaç yıllık bir iş güvencesi ve yaşam planı düşünülemeyecek şeyler haline gelmiştir. Kapitalizmin anayurtlarında eğitimli genç işsizliği daha önce hiç olmadığı düzeylerdedir. Bugün, iş bulup çalışmaya başlayan şanslı birinin 65-70 yaşına geldiğinde emekli olması yalnız Türkiye’de değil, örneğin İtalya’da da olanaksız hale gelmiştir. “Dünya bir gündür, o da bugündür!” sözü, sosyologların “z kuşağı sonuç odaklı değil, süreç ya da an odaklı” yargısı bu nedenle etkili oluyor. 21. yüzyılın genç insanını tarih bilincinden ve gelecek ütopyasından uzaklaştıran, deyim yerindeyse “post modernist” bir nesnellik olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Dört: Kabaca 200 yıla yaklaşan toplumsal mücadele tarihimiz, toplumsal kurtuluş ve toplumsal devrim hedeflerinin meşruluğuyla birlikte hedefe giden yolun engebeli ve uzun olduğunu da göstermiştir. Yol uzun olduğunda yolculuğun koşulları, mücadele edenlerin birbirleriyle ilişkileri, nasıl yaşayacakları, nasıl eyleyecekleri önem kazanmaktadır. Devrimci durumlarda devrimci eylemlerin birliği ve eşgüdümü için zorunlu merkezi otorite ve eşgüdüm ihtiyacının, olağan koşullarda, bir avuç insanın birbirini yönettiği bir örgüt kültürüne dönüşmesi genç kuşakların var olan örgütlerden uzak durmasının nedenlerinden biridir.
Beş: Öte yandan, bu durum ve yukarıda sıralanan koşullar, orta sınıf liberalizminin sol ve sosyalist hareket üzerinde sulandırıcı bir etki yaymasına da zemin hazırlıyor. Özgüven eksikliği, amaç disiplininden kopuş, siyasal iddiasızlık, köşeli-net tutumlar almaktan yan çiziş, süslü özgürlükçülük söylemleri içinde katılımcı düşünce oluşturma süreçlerinden kaçış vb. orta sınıf ideolojisinin sosyalist hareket içindeki izdüşümleridir.
Altı: Devrimci siyaset için, düzenin uzlaşmaz karşıt kutbu olarak konumlanmak değişmeyen önceliktir. Yenilikçi devrimci pratikler için ise değişen koşulların, olanakların ve zorlukların bilincinde olmak, sorunu çeşitli yönleriyle irdelemek, yeni mücadele yöntem ve araçları sınamak gerekiyor.
Yedi: Sınıf mücadelesi ve parti konusunda, tartışmayı Marx’la Lenin’in birbirlerini tamamladıkları kesişim noktasında yoğunlaştırmak verimli olabilir: Marx Paris Komünü’nden sonra “proletaryanın ancak, ayrı bir siyasal parti olarak oluştuğu zaman bir sınıf olarak davranabileceği” noktasına gelmişti. Partiyi dar bir örgüt, “sekt” olarak değil, “toplumsal devrimci taraf” olarak anlıyordu. 1905, 1917 Şubat ve 1917 Ekim çizgisinde Rusya deneyimi ise, Lenin dahil hiç kimsenin öngörmediği biçimde, Marx’ın işçi sınıfı ve emekçi halkın aşağıdan ve kendiliğinden hareketinin devrimin çok önemli bir dinamiği olduğu biçimindeki görüşlerini doğrulamıştır. 1905 ve 1917 Şubat devrimlerini herhangi bir parti örgütlememiştir; hatta önceden görememiştir. 1917 Ekim’inin devrim ve iktidar organı Sovyetler, herhangi bir partinin kararıyla, girişimiyle var olmamıştır. Bugün için çıkarılacak kıssadan hisseyi şöyle formüle edebiliriz: Kendiliğinden kitle hareketiyle rözenans (titreşim) içinde olan, onunla alçalıp yükselen bir siyasal taraflaşma/örgütlenme pratiği.
Sekiz: Örgüt biçimleri konusunda, bilgi/enformasyon döneminin, ağ tipi örgütlenmenin ihtiyaç ve pratiklerinden çıkan bir kavram olan “modüler” lik ile, son derece yaratıcı ama ne yazık ki geleneksel hareketlerimizde pratik karşılığını bulamayan “yerel örgütlerin ve birimlerin özerkliği” ilkesini nasıl sentezleştirebileceğimizi tartışabiliriz. Modül, bir bütünün içindeki bağımsız işleyen parça anlamına geliyor. Modüler yapı, bağımsız/özerk biçimde var olan birimlerin bütünün ihtiyaçlarına göre alan ve işlev değiştirdikleri bir yapı oluyor. Görevin, birimlerin, hatta bireylerin kendi başlarına yerine getirecekleri sonra da ağa, bütüne gönderecekleri bir örgütlenme ve işleyiş modeli olarak da anlaşılabilir. Gözlerimizin önünde gerçekleşen iyi bir örnek var: Wikipedia. Dev büyüklükteki bir ansiklopedi bütününe, bilgi eklemek ya da bir bilgiyi silmek modüler ve son derece kolektif bir iştir.
Sözcükleri fetişleştirmeden, sözü de sakınmadan tartışmaya ve sınamaya devam .