Deniz 

Aramızdan aldılar Deniz’i. 

Bir hayatı daha çok gördü devlet. 

Bir ülkeye, bir yaşama çok gördü. 

Gencecik bir insanın canına musallat olanlar, elbirliği ile kıydılar ona.

Öfkemizi “devlet düşmanlığı”, itirazlarımızı “ihanet” sayanların örgütlediği o nefret ile pusu kurup, “oh” çekenlerin katillere siper ettikleri o gögüslerinden fırlayıp, aldılar canını Deniz’in. 

Ve her katliamın ardından “hoşgörü”, “sükunet” çağrısı yaparak, “aman çok da şey etmeyelim” çerçevesinin içine yerleştirdiler mesajlarını. 

Ateş kendilerinden yana düştüğünde, en şoven intikam yeminleri edip, “vatan, bayrak” yarışına girenlerin, o ateş doğuştan “düşman” ilan ettiklerinin evine düştüğünde “hoşgörü böcüğü’’ne dönüşmesi, ne acı bir yüzleşmedir.

Kıyımların, katliamların o devlet ironisi, bütün olan bitene “hoşgörü” göstermemizi beklemektedir. 

Provokasyon yapıp “provokasyona gelmeyin” diyen ses de ona aittir. 

“Kardeş gibiyiz” diyen sesin “gibi” olarak görülen tarafında değişen bir şey yok oysa. 

“Gibiyiz” kısmındakiler hep ölü çünkü. 

Hakkımızda verilen fermanlar, tetikçiler eliyle  uygulanıp, “devletin bekası” denen ceset torbasına konduğunda, geriye katilin “devleti suçlayan gafiller” diyen resmi sesi duyulur sadece. 

Ve kimse kendisine “gafil” denmesin diye bayrak asar penceresine, balkonuna, arabasına, çatısına. Suç ne kadar büyükse bayrağın boyutu büyür, köprülere, binalara, mitinglere giydirilir. 

Altına girme yarışında birbirlerini ezenlerin koşuşturmasına bakarsanız ve bulursunuz suçun, suçların nasıl toplumsal kabul içine sokulduğunu. 

Bir katil, “vatan, bayrak, devlet” diyorsa, anlayın ki arkasında devletin eli ve ruhu vardır. 

Hrant katledildiğinde, dönemin emniyet müdürü Celalettin Cerrah “Cinayetin herhangi bir siyasi boyutu ve örgüt bağlantısı yok. Zanlı, milliyetçi duygularla cinayeti işlemiş” diyerek çıkmıştı kameraların karşısına. 

“Milliyetçi duygular” katile bir “masumiyet” sağlıyor, katledilenin kimliği üzerinde örgütlendirilen nefreti “meşru” kılıyor ve “milliyetçi duygular” ile cinayet işlemeyi bir “hak” olarak armağan ediyordu. 

Tıpkı Hrant’ın katledilmesini, büyük bir linç kampanyasıyla örgütleyenlerin yaptığı gibi, Deniz’in katledilişi de aylardır HDP üzerine kurulan anti propaganda ile dizayn edildi. 

HDP’yi hemen her yerde hedef gösterenler, buldukları her fırsatı nefrete dönüştürenler adım adım bu cinayetin düzeneğini kurdular ve şimdi bir kez daha hiç bir şey yokmuş gibi, gözlerimizin içine bakarak “kınıyor” ve katilin “bir örgüt bağlantım yok” ifadesini ortalığa servis ederek,  ellerindeki kanı üzerimizde yıkıyorlar. 

Bize acı olan her şey onlar için gurur,

Bize zulüm olan her şey onlar için mutluluk olmaya devam ediyor. 

Ve biz öfkemizi “büyük resmi görelim” diyenlerin insafına bıraktıkça kaybediyor, sesimizi kendi içimize gömdükçe tükeniyor, itirazlarımızı sınırlara hapsettikçe tutsağı oluyoruz cellatların. 

Deniz’i katlettiler. 

ve

Boğazımızda düğümlenen sözler, cümleler asla kafi gelmiyor. 

Avazımız çıktığı kadar bağırmak, yüz binler olup Deniz’e akmak ve katillerden yana değil, Denizlerden yana bir ülke için son bir kez elimizden ne geliyorsa yüreğimize yükleyip, karşılarına dikilmek var. 

Çünkü Deniz, savunduğumuz geleceğin en berrak, en masum ve en inatçı yüzüdür. 

Deniz’in önümüze düşen o resmindeki zafer işareti, katillerle hesaplaşmasıdır ve onbinler, yüzbinler olarak onu taşımak bugün bizim omuzlarımızdadır.