Çalınan senin geleceğindir

Mutfaklarda ucuz olduğu için en çok tercih edilen yağ olan ayçiçek yağının meğer ülkemize birinci tedarikçisi Rusya, ikincisi Ukrayna imiş.  

İktidarın her politikasının tel tel döküldüğü bir evredeyiz. Bu dökülmenin acı sonuçları etkisini toplum üzerinde özellikle son 6 aydır net biçimde hissettiriyor. Ekim başı gibi döviz kriziyle artan fiyatlar enflasyonu yükseltti. Her türlü üretim maliyet girdisinin artması özellikle enerji maliyetlerinde artış, tüm ürünlerde yüksek zam olarak halka yansıdı. Yeni yıla %127’i bulan elektrik zamlarıyla giren ülkede aynı zamanda bir enerji planlamasının olmadığı da ortaya çıktı. 100.000 MegaWatt’a ulaşan kurulu enerji gücü, ağırlıklı olarak ithal girdilere bağlı olduğu gibi, enerjide üretim, iletim ve dağıtım arasındaki parçalı yapıdan dolayı (bu alanlardaki özelleştirmeler sonucu) uyumlu bir senkronizasyon da yok.

Üstüne üç hafta önce gelen Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, tüm dünyada enerji fiyatlarını artırdı. Bu, doğalgaz özellikle de benzin fiyatlarına yüksek zamlar olarak yansıdı ama Türkiye’nin bir yeni krizi daha oldu. Mutfaklarda ucuz olduğu için en çok tercih edilen yağ olan ayçiçek yağının meğer ülkemize birinci tedarikçisi Rusya, ikincisi Ukrayna imiş.  Savaş nedeniyle duran sevkiyat, içerde yağ kıtlığı endişesiyle fiyatları artırdı. Yine buğdayda da Türkiye, üretiminin yarısı kadar ithalat yapıyor ve bu üründe de birinci ithalatçı Rusya ikinci ülke ise Ukrayna. Yani Türkiye sadece doğalgazda değil, buğday ve ayçiçek yağında bile Rusya’ya bağlı …

Ülkemiz bir zeytin diyarı ve zeytinyağı, ayçiçek yağından çok daha sağlıklı. Ancak zeytinyağı da artan girdi maliyetleri ve üretimde çeşitli zorluklar, başta teşvik olmaması nedeniyle ucuz bir yağ değil. Zeytinyağı ucuz olmadığı için halk daha çok ayçiçek yağı tüketiyor. BU durumda devletin bu ürünlerin üretimini  teşvik etmesi beklenir değil mi? Ancak 1 Mart’ta yayımlanan Resmi Gazete, herkesi dehşete düşürdü. Çünkü Maden Yönetmeliğinde yapılan bir değişiklikle zeytin alanları artık enerji üretimi için “taşınabilecekti”.(Siz kesilecek okuyun)  Yağ krizinin ortasında, iktidar açık bir tercihte bulunmuş, sağlıklı gıda üretimi yerine “maden ve enerji sektörü” ne açık çek verilmişti. Aslında bu iktidarı takip edenler için şaşırtıcı bir tercih değildi. İktidar, baştan beri enerji/maden ve bu sektörlerin tamamlayıcısı inşaat üzerinden bir sermaye transferi metodu benimsemiş, onu yıllardır uyguluyordu.

Bu yönetmelik değişikliği büyük tepki topladı ve belki de ilk defa bir yönetmeliğe karşı Türkiye’de bu kadar çok dava açılmıştır. (daha da açılacak gibi)  İktidarın gözünü bu korkutmadı elbette. 4 gün sonra da Korunan Alanlar Yönetmeliğinde yani SİT alanlarını düzenleyen yönetmelikte değişikliğe giderek, kesin korunacak hassas alanlar dahil bu alanları askeri tesislere, HES, GES ve RES’lere, turizm ve endüstriyel tarıma açtılar. Son 10 yılda yanılmıyorsam bu alanda yapılan 5. değişiklik bu.  (Korunan alanlarda 3 defa yönetmelik 2 defa İlke Kararı değişti. Açılan davalar ve alınan iptaller, yeni değişikliklerle hukuki mücadele devam ediyor)

AKP iktidarı çoktan beridir koruduğu sınıfı, o sınıf içinde de sermaye fraksiyonunu çoktan seçmişti. Uzun bir süredir aslında kartlarını açık oynuyor. Ülkenin kendine yeterli bir tarım politikası olmaması, tarımı teşvik etmedikleri zaten herkesin malumu. Yatırıma teşvik ettikleri enerji alanında da başarılı olamadıkları ortada. Enerji maliyetlerini düşüremedikleri gibi, bu konuda geniş kapsamlı bir planlamaları dahi yok. Yenilebilir enerji, Türkiye’de sadece kağıt üzerinde yenilenebilir gözüküyor. RES’lerin HES’lerin ve JES’lerin denetimsiz şekilde, kurulmaması gereken yerlere kurulduğu çok örnek var.  İktidar bir yandan Paris İklim Anlaşmasını onaylıyor, diğer yandan kömürden çıkmak yerine, zeytin alanlarını kömürcülere veriyor. HES’lere teşvik vermelerine dereleri, nehirleri HES’ler için yağmalatmalarına rağmen, bu politikalar da başarısız oldu. Enerjide verimlilik, tasarruf hiç gündeme gelmedi çünkü ne kadar çok enerji tüketilirse yandaş şirketleri o kadar çok kazanacaktı. Doğanın enerji yatırımları uğruna talan edilmesini hiç önemsemediler.

Ayçiçek tarlalarını, buğday tarlalarını, fıstık bahçelerini TOKİ’ye betonlaştıran, su kaynaklarını madencilere, HES’cilere veren iktidar, zeytin alanlarını da kömürcülere vermekte beis görmüyor. Çünkü aslında işi tam da bu. Ülkenin tüm doğal varlıklarını (aslında geleceğini) birkaç şirkete devretmek…

Zeytinlikler, korunacak hassas alanlar, su kaynakları tüm canlıların geleceğidir.

Bizim de işimiz, tüm gücümüzle geleceğimizi çalanlara karşı durmak olmalı.