Beşinci filmi Bal (2010) ile Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanmış olan Semih Kaplanoğlu’nun yedi yıllık bir aradan sonra gelen yeni filmiBuğday (Grain); evvelki gece Saray’da yapılan galasının ardından dün 18 şehirde toplam 50 salonda, yani anaakım filmlere oranla çok düşük ama “sanat sineması” filmlerine göre nispeten yüksek, kısacası genelde orta ölçekte sayılabilecek bir dağıtımla gösterime girdi.Genç bir şairin yaşamından kesitleri perdeye getirdiği ve son halkası Bal olan “Yusuf üçlemesinde” günlük yaşam arkaplanında maneviyatçı olarak nitelendirilebilecek bir sinema ortaya koymuş olan Kaplanoğlu’nun aradan geçen zaman içinde, özellikle son yıllarda, siyasi iktidara olan yakınlığı dikkat çekici hale gelmişti. Böylesi bir profil sergileyen bir sinemacının yeni filminin, öncekilerden farklı olarak örtük bir maneviyatçılığın ötesine geçip apaçık biçimde İslamcı bir sinemaya yönelmesi ve de bunu da didaktizmle malul bir sinema diliyle inşa etmesi belki kaçınılmaz değildi ama şaşırtıcı da olmadı. Türkiye prömiyerinin yapıldığı Adana Film Festivali Ulusal Yarışması’ndaki filmlere dair bu köşedeki genel değerlendirmemde bir miktar ele almış olduğum üzere Buğday tam böyle bir film, didaktik bir İslamcı sinema örneği.
Buğday bahsinde asıl ironik olan husus ise gözünü, kulağını bu topraklara değil “dışarıya” çevirmiş olması. Bundan kastım yalnızca İngilizce çekilmiş bir film olması değil. Bu tercih, dış piyasalara açılma hayaline dönük bir pazarlama stratejisinin tezahürü olabileceği gibi filmin distopik öyküsü bağlamında şöyle ya da böyle anlamlandırılabilir de. Fakat asıl vahimi genetik manipülasyonlar sonucu tarımın tamamen çökme noktasına geldiği bir dünyada geçenBuğday, Türkiye’ye ilişkin hiçbir gönderme içermeyen bir anlatıya sahip. Oysa biz fildişi kulelerde değil, ekolojik yıkımın ivmelendirildiği topraklarda yaşayan bir halkız. Ama Kaplanoğlu’nun kendisiyle yapılan en yeni bir söyleşide de ifade ettiği üzere Buğday’ın konusukafasında Bal’ın uluslararası festival süreçlerinde yaptığı yurtdışı gezilerinde şekillenmiş!; kendisine “ama Türkiye’de de HES’ler, vb var, değil mi?” diye sorulduğunda lafı çevirip Hindistan’a (!) getiriyor, günümüz Türkiye’sine dair iki çift laf etmekten imtina ediyor… Nitekim Buğday, kendi ülkesine yabancılaşmış bir sinemacının elinden çıktığını her haliyle belli eden bir film.
Buğday hakkında söylenebilecek en olumlu şey, Kaplanoğlu’nun yapım süreci için elde ettiği mali olanakları, filmin görsel dokusunun kalburüstü olmasını sağlayacak şekilde kullanmış olması; görüntü yönetimi ve sanat yönetimi hariçBuğdaypek çok açıdan esas itibariyle çiğ duran bir film. Herşey bir yana, genetik modifikasyona dayalı üretim sonucu tarımın çöktüğü dünyada saf toprağın, duvarlarında Arapça yazılar bulunan bir türbenin zemininde bulunmasını perdeye getiren bir film var karşımızda!...