Halk deyişinin aslını biliyorsunuz: “Aynı ipte iki cambaz oynamaz!” Bu yazının başlığı böyle de olabilirdi. Bugünkü duruma o başlık da denk düşerdi. Erdoğan “yetkileri tek kişide topluyoruz” diyerek, aslında bunu söylemedi mi?
Referandumun, fiilen ve şimdilik “tek cambaz” olan Erdoğan diktasına anayasal meşruluk sağlamak için yapıldığı apaçık.
Referandum mücadelesi hız kazanırken, Erdoğan’ın, Türkiye’yi, dünya ve Ortadoğu ile ilişkilerinde sürüklediği yer üzerine kimi saptamalar yapmak, bunlarsız ne referandum, ne de sonrası anlaşılamayacağı için kaçınılmaz oldu.
Trump kartlarını açmaya başladı ve dış ilişkiler hızlandı. ABD Genel Kurmay başkanı, CIA başkanı Türkiye’ye geldiler. Erdoğan’la Trump telefonla görüştüler. Davos, Münih toplantılarında çeşitli ülkelerden temsilciler birbirleriyle onlarca görüşme ve açıklamalar yaptılar. Münih Güvenlik Toplantısı sırasında Binali Yıldırım ABD başkan yardımcısı Mike Pence’le ve Merkel’le görüştü. Birinin başlığı, “Türkiye’nin Rolü” olan paneller düzenlendi. Erdoğan, arada Suudi Arabistan ve Katar’ı ziyaret etti vb.
Tüm bu ilişki ve görüşmeler trafiği, çok önceden başlamış süreçlerin seyri, gitmekte olduğu yön ve Erdoğan “dış” siyasetlerinin açmazlarıyla ilgili önemli ipuçları veriyor. Biz dikkatlerimizi tek tek olaylardan çok, gösterdikleri üzerinde yoğunlaştıralım.
Bir: ABD hegemonyasının gerilemesi, Çin’in yükselişi, emperyalist güçler ve tüm siyasal devlet ve aktörler arasındaki ilişkileri son derece kaotik bir zemine sürüklemiştir. Tüm gelişmelere bu mercekten bakmalıyız.
İki: Kaotik dünya koşullarında, devletler ve siyasal aktörler arasındaki geleneksel ilişkiler de yerinden oynamış, bir yeniden gruplaşma dönemine girilmiştir. Değişik devlet ve siyasal aktörlerin, değişik derecelerde olmak üzere manevra alanları genişlemiştir. Ancak bu, Türkiye gibi bir ülkenin kolayca kamp değiştireceği, moda deyimle eksen kaydıracağı anlamına gelmiyor. Görünür gelecekte, Türkiye’nin ABD-AB kampından kopması söz konusu değildir.
Üç: Değişen güç dengelerinin, siyasal aktörlerin hareket alanlarının genişlemesinin, bunu gören Erdoğan yönetimindeki yansıması “stratejik derinlik” teorileri eşliğinde Sünni İslam bayrağını kaldırarak emperyal özlemler peşinde koşmak oldu. Bugünkü açmazların temelinde gerçekleşmeyen bu özlem var.
Dört: ABD, Suriye’de Esad yönetimini devirmeyi, böylelikle İran’ı çökertmeyi, aynı zamanda Rusya’yı tecrit etmeyi amaçlamıştı. Tersi oldu. Esad kaldı; Rusya ve İran güçlendiler. Trump yönetimi şimdi, Suriye ve Rusya ile ilişkilerini yumuşatarak İran’ı tecrit etmeyi, cezalandırmayı yeniden deneyecek. Rusya’nın bu plana evet demesi, Türkiye’nin yeni denklem içinde kendisine emperyal emellerine uygun bir yer açması olanaklı değil.
Beş: ABD’nin stratejik hedefi Çin, Ortadoğu’daki taktik hedefi İran’dır. Trump’ın İran hedefini yeniden güncelleştirmesi, Türkiye’yi zora sokacak bir gelişmedir. ABD, başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez ülkeleriyle anti-İran askeri ittifak ekseni oluşturmak, Türkiye’yi de bu eksene çekmek istiyor. İran ise, öncelikle İsrail için bir tehdit varlığıdır. İran’ı, Sünni halefi iktidarları için tehlike olarak algılayan krallık ve emirlikler ile ABD/İsrail arasında amaç ortaklığı, aynı zamanda çelişkiler var. Türkiye’nin bu denklem içinde yer alması ise, hem Rusya ile ilişkiler, hem de içeride İsrail karşıtı imajı zedeleyeceği için problemlidir.
Altı: Suriye’nin üçe bölünmesi ve parçalardan biri olarak Kürt devletleşmesi, ABD ile Rusya’nın hatta Avrupalıların üzerinde anlaştıkları, ancak sınırlar, ideolojik-siyasal hegemonyanın kimde olacağı, vb. başlıklarında çatıştıkları bir konudur. ABD-İsrail tarafı, Barzani türü bir önderliği tercih etmekle birlikte, alandaki gerçek güç ilişkilerini hesaba katan bir siyaset izliyor. Rusya da öyle. Moskova da Kürt konferansı spor olsun diye yapılmıyor. Kürt devletleşmesi, Türkiye, ABD, Rusya, İran, bölünmüş halleriyle Suriye, Irak ve İsrail arasındaki ilişkilerin düğüm noktasını oluşturuyor. Aynı durum, Kürt siyasal öznelerine güç dengeleri ve çelişkileri üzerinden hareket alanı açıyor. Bu bağlamda, Kürt hareketini emperyalist merkezlerden birinin uydusu olarak görmek ve göstermek gerçekliğe uymuyor.
Yedi: Bu karmaşık ilişkiler içinde, ne ABD’nin, ne de Rusya’nın Kürt sorununda AKP iktidarının isteklerine evet demesi, YPG ve PYD’yi dışlaması olası görünüyor. En kritik ikilemlerden biri budur. Türkiye, bu noktada ısrar ettikçe, hem uluslararası alanda yalnızlaşması hızlanacak, hem de Suriye savaşını tüm boyutlarıyla kendi içine taşımış olacaktır.
Özetle, 15 yıllık Erdoğan/AKP iktidarı, izlediği temel siyasal hedefler bakımından tıkanmış, Türkiye’yi de bir çıkmazın, açmazın içine sokmuştur.
Erdoğan- Bahçeli yakınlaşmasının zemini, Erdoğan siyasetlerinin yol açtığı çaresizliktir. Kasetler vb. deniyor; olabilir olmayabilir. Kanımca esas siyasal neden başkadır: Erdoğan Bahçeli’yi “devletin bekası” için, bir ayağı Kürt savaşı, öteki ayağı tek adam diktatörlüğü olan bir programda ortaklaşmaya ikna etmiş olmalıdır. Erdoğan ve Bahçeli’nin ülkeyi taşıdığı bataklıktan çıkarmak için önerdikleri faşizm ve savaştır.
Bu öneriyi yapanların önceliğinin devletin mi, yoksa kendilerinin mi “bekası” olduğuna siz karar verin.
“Hayır” için daha çok çalışmaya ise hiç ara vermeyin.