Bıçak

İnsan bazen nasıl başlaması gerektiğini bilmiyor.

Bilmiyor olmanın kasvetli bir ağırlığı oluyor. Derine,  daha derine inen sesler birikiyor yüreğin bir kenarında. Sesler, haykırışlar birbirine karışıyor. Bir göz kırpması arasında gözlerinizden yuvarlanan yaşlar acıdan değil, öfkeden dökülüyor.

Nasıl anlatmalı diye düşünüyor insan.

Her düşündüğünde dağılıyor. İçi yanarken soğuğa tutulan beden arasında çekilmez oluyor kelimelerin azabı.

Nereye kadar diyor bir ses.

Nereye kadar bu ceza, bu cehennem, bu zemheri karanlık? 

Kendi sesinde irkiliyor insan.

Kendi sesinde vuruluyor.

Kendi sesinde kül oluyor.

İnsanın kendi sesinde tutsak kalması, kendi dilinde kelepçelenmesi kadar ağır bir yük yokmuş meğer. Her defasında bilindik sözlerde kaybolmak, her defasında bilindik sloganlarda dağılmak, verilen sözlerde yıkılmak ve unutulacak olanların sancısı gelip saplanıyor mıh gibi insanın sırtına.

Kamburu oluyorsa insanın kendisine yüreği, omzu düşüyor bükülüyorsa beli, sövüyorsa çaresizliğine ve hiçbir sövme kâfi gelmiyorsa gelmişe geçmişe ve kibrit olup tutuşturuyorsa canını, “açım” diyen ses hiçleşip yok oluyorsa, evet hepimiz birbirimizin yalnızlığıyız demektir.

Gerçeğin, tenimizi kabartan o serinliğini hissedip, kim bilir kaç kez sardık bahaneleri üstümüze. Kim bilir kaç kez atladık sokakta vurulanın üstünden. Kim bilir kaç kez gözümüze indirip perdeyi, görmezden geldik bir başkasının bedenine inen yumruğu, tekmeyi.

Biliriz çünkü duyduklarımızdan, gördüklerimizden sorumlu olduğumuzu.

Biliriz çünkü görmenin, duymanın karşılığının ses çıkarmak olduğunu.

Hayat ki sesin kendisidir.

Biliriz çünkü neye sustuysak, neye gözümüzü yumduysak onun ortağı olduğumuzu.

Bildiklerimizden kaçtıkça, düşüyoruz aşktan, hayattan, sevgiden. Düştükçe sürükleniyoruz kötülüğün peşinden. Sürüklendikçe kinleniyoruz hayatı, aşkı, inadı savunanlara. Zulmün en büyük zaferidir oysa bu.

Zulüm ki, benzeştirdikçe, çoğaltır kendisini senden, benden, bizden. Çoğalttıkça “olmaz” dediğiniz her şeyi alır elinizden. Elinizden aldığını bir canavara dönüştürüp salar nefretini kelimelerin, cümlelerin, türkülerin, şarkıların ve en çok insan onurunun üstüne.

Dost aldatılır olur, acı aldatılır, çığlık aldatılır olur, onur aldatılır ve aldatılamayan her şey “düşman” görünür.

Öyle olmasa, sokabilir mi bir insan bıçağı bir çocuğun kalbine,

Öyle olmasa, kentin caddelerinde, mahallelerinde, sokaklarında, mültecisi oldukları ve emanet ettikleri canlarına nefret tıkayan o ırkçılık böyle yükselebilir mi?

Sahipsiz olanın bedenini, ruhunu iğdiş edip, sömürebilir mi bir başkasının çaresizliğini?

Nasıl anlatmalı diye düşünüyor insan.

Suriyeli göçmen çocuk Eymen’in kalbinde bıçak olan siyasetin, hepimize kan bulaştırıp, suçuna ortak etmesini nasıl anlatmalı diye düşünüyor insan.

Nerede kaybettiysek hayatı, nerede teslim ettiysek insanlığımızı, belki de dönüp oraya bakmalıyız. Cesareti önce içimize ekilen nefrete gösterip, bulmalıyız hakikatimizi.

Soyuluyoruz.

İçimizi, dışımızı soyanların elinden alamazsak bize ait olanları, bizler de bir başkasının canına dikeceğiz gözlerimizi. Bir başkasını soymak için pusulanacak, bir başkasını parçalamak için haydutlaşacağız.

‘Suriyeliler Suriye’ye’ diyenlerin ortaklaştığı dünyada bize yer yok. Gözünü başkalarının çaresizliğine dikenlerin, pusulananların hizalandığı o yol karanlık çünkü ve o yola girmeyenlere gösterilen sürgün, katliam, vahşet ilk kez yaşanmıyor bu topraklarda. Toprak hep nemli bu yüzden.

Kaybedenin kazanana kadar mağdur, kazandıktan sonra zalim olması, ötekinin ötekisine düşman olup diş bilemesi şaşırtmıyorsa, sarsmıyorsa hiç birimizi, yarın bizim olmayacak asla. Biliyoruz artık, hesaplaşılmamış her geçmiş, yarının celladı olur.

Kol kola girip savunamayacaksak hayatı, safları sıklaştırıp bahanelerden sıyrılamayacaksak, kandırılmaya gönüllü olmaktan kurtulamayacaksak, inandığımızı cesaretle savunup konuşamayacaksak, sözümüzü, cümlelerimizi yutmaktan “şimdi sırası değil” diyerek saklamaktan, sıyrılmayacaksak neden yaşıyoruz bu hayatı?

En son ne zaman sıktıysak yumruğumuzu, en son ne zaman haksızlığa karşı diklendiysek oraya dönmeliyiz yeniden ve yeniden birlikte kazanmak için yüklenmeliyiz. Yüklendikçe kurtulacağız çünkü sırtımıza yıkılan sefillikten.