“Benim Adım Yabancı”

Yabancı olmak, her an başına bir şey gelecekmiş gibi yaşamak ve korkuyu hep içinde taşımaktır.

Akın Olgun

Bir yerin yabancısı olmak, o yere ait olmamanızla ilgili değildir. Ait olma çabanızın ve isteğinizin elinizden alınıp, bir hiçmişsiniz gibi davranılmasıdır.

Sizi kenara, daha kenara, uca doğru itekleyen ve görünmez olmanız için baskılayan ifadeler, bakışlar, tepeden aşağıya süzmeler, imalar, hakaretler, hemen hepsi “yabancı” kalmanız ve bunu sürekli hissetmeniz içindir.

Oturduğunuz sandalyenin gıcırtısı bile başkalarının kulağını tırmalayacak, kendi dilinizde konuşmak, başkalarının birbirini dürterek sizi işaret etmesine neden olacak ve herkesin gözünün kenarından işaret ettiği teniniz, giyiminiz, oturuşunuz gözaltına alınacaktır.

Milliyetinizin, kimliğinizin hakaret amaçlı kullanımına sunulan hukuki ve toplumsal genişlik ne kadar büyük ve yaygınsa, maruz kaldığınız ırkçılık o kadar “meşru” sayılacak ve siz, onunla muhatap olmamak için, kendiniz gibi olanların sığınağına çekileceksiniz. Göçmenin göçmene sığınak olması böyle başlar.

Yabancı olmak, her an başına bir şey gelecekmiş gibi yaşamak ve korkuyu hep içinde taşımaktır ve en beteri sizi hedef gösterenlerin, yüzbinleri, milyonları arkasına alarak, korkularınızı onların korkusuna çevirmesidir.

Bir diğerinden “üstün’müş hissini yüklenenlerin, kendi çaresizliklerini “üstün” olduklarına karşı kullanma cesaretinin bir cellada dönüşmesi ise kaçınılmazdır.

Hayatta baş edemediği her derdin, tasanın ve ona neden olan sorumluların karşısına çıkamayışını örtecek ve kendisi gibi olanların arasında var edecek olan tek şey, tepe tepe kullanabileceği bu “üstünlük’’ biletidir. Bu bileti bir kez üzerine alan, ırkçı ve şoven politikaların da kullanışlı tetikçiliğine, farkına vararak veya varmayarak gönüllü olur.

Artık iş işten geçmiştir. Cepte taşınan çakmak bir anda silaha dönüşecek ve “yak yak” diyenlerin galeyanında, bir masumun evi içindekilerle birlikte ateşe verilecektir.

Ayakkabıların ökçesi yerde sürüklenen “yabancı”nın kafasını ezmek için yarışacaktır. Linç edilenin artık kim olduğunun bir önemi olmayacaktır. Türkiye yakın tarihi bu tür katliamlarla doludur.

Zenofobinin, yani “yabancı korkusu”nun, toplumun geniş kesimlerine bir virüs gibi sirayet etmesi ve siyasi çıkarları için yabancı nefreti üzerine politika yapanların elinde bir silaha dönüşmesi, korkunç bir zemin hazırlıyor.

İnsanların iktidardan memnuniyetsizliklerini ve çaresizlik duygularını ırkçı politikaların arkasına dizerek, iktidarın istediği kullanışlı zemini hazırlayanlar, elbette ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar. Kötü olan, onların bildiklerini, geniş kitlelerin bilmemesi.

Bu yazının başlığı Semra Erten’e ait. Şiir kitabının isminden ilhamla seçtim onu. Bir başka ülkede, bugün tıpkı Türkiye’deki göçmenlere reva görülen ırkçılığın bir benzerini o da Almanya’da yaşamış ve tanıklık etmişti.

Şimdi aramızda değil Semra.

Semra’nın Babası Almanya’da göçmen bir işçiydi ve Semra doğum gününde, Hamburg’un St. Pauli semtinde, iki sokağın kesiştiği bir yerde, Almanya’da artan göçmen nefreti ve düşmanlığına dikkat çekmek için bedenini yakarak hayatına son vermişti. Tarih 26 Mayıs 1982’di.

Ondan geriye “Benim adım yabancı” adlı şiiri, şiirleri, kaleme aldığı siyasi hiciv yazıları kaldı. Şimdi onun adına sergiler, etkinlikler düzenleniyor.

“Benim adım yabancı” sözü, göçmen olan, kendi ülkesinden başka bir ülkeye göç etmek zorunda kalan herkesin ağrısıdır aslında.

NE DEMİŞTİK?

Yabancı olmak, her an başına bir şey gelecekmiş gibi yaşamak ve korkuyu hep içinde taşımaktır ve en beteri sizi hedef gösterenlerin, yüzbinleri, milyonları arkasına alarak, korkularınızı onların korkusuna çevirmesidir.