Patlayan bombalar, her gün toprağa düşen kadın, erkek ve çocuk bedenleri; kız ve erkek çocukları, kadınları hedefleyen cinsel taciz ve şiddet “olay”ları; toplumsal meşruluğu, dış ve iç destekleri azaldıkça pervasızlığı artan, düşme korkusu içinde korkutma ve yıldırma yöntemlerine, çıplak şiddete, kaba din sömürüsüne daha çok başvuran, iktidarda kalabilmek için her şeyi yapabileceğini herkese, her gün gösteren bir tek adam yönetimi…
Kanlı, kaotik ve gerici bir dalganın içindeyiz.
Durumu, Türkiye’nin sol ve ilerici insan birikimi için katlanılamaz, ama aynı zamanda umutsuz ve umarsız kılan ise, bu gidişe karşı topluma yeni bir yön kazandıracak, heyecan aşılayacak bir siyasal programın, siyasal odağın ya da bloğun kuvveden fiile çıkamamasıdır.
Yıllardır, kimi doğru kimi kurgusal gerekçeler sayılarak Erdoğan’ın çoktan bittiği, gitmekte olduğu yazılıp çiziliyor. Nasıl, hangi güçlerin tercihi ve hangi pratik eylemle gönderileceği somutlaşmadıkça bu söylem inandırıcı olmuyor; tersine Erdoğan’a yenilmezlik imajı bahşediyor.
Erdoğan’ın gönderilmesi verili koşullarda elbette olasılık dışı değil. Ama var olan siyasal güç ilişkileri içinde nasıl gideceğine, yerine ne geleceğine ilişkin senaryoların hiç biri yüreklere su serpmiyor. Daha birkaç gün önce, Amerikan basınında, önemsiz sayılmayacak bir kişinin (Michael Rubin); bir askeri darbeyi, ABD ve AB’nin de hayırhah karşılayacağı reel bir seçenek olarak “işlemesi” boşuna olmasa gerek!
Türkiye, bu anafordan çıkmak için Erdoğan/AKP hükümetinden kurtulmaya mecburdur. Bunun, emekçiler, ezilenler, ilericiler için bir kazanım olması ise, iktidar değişikliğinin, aynı zamanda bu düzenden kurtuluş yönünde bir adım olmasına bağlıdır.
Sorun, pratikte olduğu gibi yazıda da gelip, devrim ve sosyalizm hedefi ile dönemsel siyasal hedefler arasında en uygun ilişkiyi kurma becerisine bağlanıyor.
Can Soyer’in başlattığı dönemleştirme ve strateji tartışması bu açıdan önemli.
Rotası olmayan bir gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez.
Gidilmesi amaçlanan yer, yani nihai hedef; oraya hangi güzergâhtan gidileceği; uzun sürmesi olası yolculuğun nasıl yaşanacağı, nasıl sürdürüleceği temel sorularımızdır. Bunları, “amaç disiplini”, “strateji” ve “örgüt/hareket” sorunsalları olarak da adlandırabiliriz.
Sosyalist hareketin nihai amacı sınıfsız, sömürüsüz, birey insanın tüm yaratıcı kapasitesiyle kendini gerçekleştireceği, farklılıkların özdeşlik, her insanın özgürlüğünün ötekinin özgürlüğü olacağı komünist toplumdur.
Egemen bir sistem olduğundan bu yana kapitalizmin tek gerçek alternatifi komünizmdir.
Komünizmin önkoşulları, öncülleri kapitalizmin içinde oluşmakta, ama yeni düzene devrimsiz geçilememektedir. Komünist siyaset bu nedenle, ancak uzlaşmaz karşıtlıklar üzerinden kurulabiliyor. Sınıflı, çeşitli düzlemlerde bölünmüş bir toplumda hegemonik bir siyaset kurmanın ilk koşulu, toplumu var olandan başka biçimde, kabaca formüle edersek iki toplumsal düzen yandaşlığı temelinde “bölmek”tir.
Bu yaklaşımı gerçekçi bulmayanlara, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin yeryüzünü derin ve keskin bir uygarlık/ekoloji bunalımına, toplumları ideolojik kültürel çürüyüş ve çözülüşe, kitlesel imha savaşlarına taşıdığını, ilerici insanlığın yüz yıllar süren mücadelesiyle kazanılmış ekonomik, siyasal, kültürel, temel hak ve özgürlüklerini, en başta “yaşama hakkı”nı korumanın bile tarihin bu en haksız ve yıkıcı düzenini sona erdirmeyi gerektirdiğini anımsatmak isterim.
Bu totaliter düzenin, dünyada ve Türkiye’de yol açtığı hiçbir sorunu insanı yaşatmak üzere çözme amacı, programı ve kapasitesi kalmamıştır. 4 milyon Suriyeli mültecinin birkaç yüz bininin Avrupa’ya ulaşmasıyla ortaya çıkan kriz, en son, en dramatik örnektir. Dahası, küresel ısınmanın neden olacağı kuraklık ve kıtlığın 2050 yılında 200 milyon insanı yollara düşüreceği bekleniyor. Beklentinin gerçekleşmesi durumunda neler olabileceğini düşünün!
Türkiye’de yaşananlar? Düzen içi “seçenek”lerin eskime, tükenme hızına, bir de bir bölümünü mücadele edenlerin eylemlerinden bildiğimiz toplumsal istemlere bakın!
Bu toprakların ilerici gizil gücünü atıl ve edilgen bırakan siyasal tıkanıklığı aşmanın yolu, sonuçlara değil derindeki nedenlere karşı açık mücadeleye yoğunlaşmaktan geçiyor. Ekonomik, toplumsal, kültürel, ekolojik, seküler, cinsel vb. her hak talep ve arayışının karşısında özel mülkiyet/meta/mübadele ilişkilerini bulduğu tarihsel uğrakta yapılması gerekli ve olanaklı olan budur!
Evet, dönemi, dönemin ruhunu anlamak, yol çizmek, strateji kurmak, bunları yapabilmek için de öncelikli olarak akıl ve insanlık dışı düzene karşı, berrak bir bilinçle yeniden ideolojik taarruza geçmek gerekiyor.
Marx, 1850’de “Proletarya, yönetiminin gelmekte olduğunu barikatlarda ve savaş hattında zafer kazanmadan önce bir dizi entelektüel zaferle duyurur” diye yazmıştı.[1]
Bugün, bir uygarlık krizinin içinde en çok buna ihtiyacımız var.
[1] Karl Marx, F. Engels, Werke, c.7, s. 416 https://marxwirklichstudieren.files.wordpress.com/2012/11/mew_band07.pdf