Tayyip Erdoğan'ın Kıbrıs gezisindeki "müjdeli" konuşmasının satır aralarında kalan sözlerinden biri sosyal medyayla ilgiliydi. Erdoğan'ın "Büyük Millet Meclisimiz sosyal medya ile alakalı bir yasa geçirdi. Fakat bu yasanın devamında özellikle yalan terörü hususunda bir adım daha atılması gerekiyor. Bu konuda da yaptığımız bir çalışma var" sözleri gündem yoğunluğu sebebiyle yeterince yer bulamadı. Bu durum iktidar cephesince de farkedilmiş olsa gerek ki konuyla ilgili peş peşe açıklamalar gelmeye başladı.
Önce AKP Meclis Grup Başkanvekili Mahir Ünal'ın "Sosyal medya yasası ayrı bir şey dezenformasyonla mücadele ayrı bir şey. Avrupa Birliği’nin internet ortamına yönelik iki kırmızı çizgisi var: 1-Terörle mücadele. 2-Dezenformasyonla mücadele. AB dezenformasyonu da terör biçimi olarak görüyor. Dezenformasyonla mücadele ile ilgili yasal düzenlemeler getireceğiz" açıklamasını Anayasa Komisyonu Başkan Vekili Ali Özkaya'nın "Pek çok AB ülkesi Türkiye ile aynı tehdidi yaşıyor. Toplumun geniş kitlelerini baskı altına alıyor, normal hayatta suç olan sosyal medyada da suç fakat fake hesaplar nedeniyle suçla etkin mücadele yapılamıyor. Bu çözülmeli, herkesin kimliği bilinmeli. Sosyal medyada bir yalan haberi ya da terör suçunu, dezenformasyonu milyonlarca insan duyuyor" sözleri takip etti.
İktidar cenahı yapmayı düşündüğü yasal düzenleme için meşruiyet dayanağını bu sefer Avrupa Birliği olarak belirlemiş durumda. Bir yandan eleştirileri göğüslemek ve yapılacak olan uygulamalara "modern" bir görüntü vermek adına "Batı modelinin" örnek alınacağı ileri sürülürken diğer yandan dezenformasyon ve terör kavramlarının birlikte kullanımıyla önümüzdeki süreçte yaşanacakların işaretleri de bilinçaltlarından fışkırıyor. Dezenformasyon "bilgi çarpıtma, doğruluğu bulunmayan ve kasıtlı olarak yayılan bilgi" anlamında kullanılan bir kelime. Siyasi iradenin sözcülerinin dezenformasyonu "yalan terörü" olarak tanımlaması ya da terörle eş değer bir tehlike olarak sunması ise politik hamlelerine zemin hazırlama çabasının çiğ bir örneği.
Dezenformasyonun kelime anlamının ötesinde suç teşkil edip etmediği, suç olarak tanımlanması durumunda bunun sınırlarının nasıl belirleneceği konularının iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda olacağından ise hiç kimsenin şüphesi yok. Kaldı ki böyle bir suç tanımı yapılsa dahi bunun terörle yakın bağı iddiasının bizatihi kendisi kara bir propaganda olmanın ötesine geçemeyecektir.
Yaşanan herhangi bir gündemde iktidarın eleştirilmesinin suç addedilmesi söz konusuyken "bilgi çarpıtma" şeklinde düzenlenecek bir "suçun" nelere yol açacağını düşünmek çok da zor olmayacak. Örneğin dezenformasyon bir suç olarak tanımlanmış olsaydı "128 milyar dolar nerede" sorusu suç sayılacak ve hatta terörle eş değer tutularak ağır yaptırımlara tabi tutulacaktı. Getirilmek istenen düzenlemenin esası bu ve benzeri soruların, yorumların önünün alınması isteğinden ibaret. Siyaseten sıkışılan her dönemde toplumun üzerindeki basıncı artırma girişimlerinin ve tepki gelmesi olası her alanı daraltma çabasının son örneği de diyebiliriz.
Sokakta eylem yapmanın, sosyal medyada tweet atmanın, fabrikada grev, okulda boykot yapmanın yasaklandığı ve bu yasaklara her geçen gün yenilerinin eklenmesinin yanı sıra süreklileşen yasaklarla özgürlük alanlarımız tamamen kısıtlanmakta. Bu politik tercih topluma nefes aldırmamayı bir seçim hazırlığı ve stratejisi olarak kurgulamakta, bunu durdurmaya yönelik kuvvetli bir karşı koyuşu ortaya koyamadığımız tabloda yeni uydurma suçların ve yasakların peşi sıra gelmesi ise kuvvetle muhtemel.