Melih Bulu'nun Boğaziçi Üniversitesi'ne kayyum olarak atanmasıyla birlikte ortaya çıkan tepkiler sonrasında iktidar cephesinde bir kez daha meşruiyet sorunu yaşanmaya başladı. Pandemiden kaynaklı üniversitelerin fiilen kapalı olması sebebiyle belirli sınırları olsa da Boğaziçi eylemlilikleri son dönemin en etkili karşı çıkışlarından biri olarak siyasal tarihimizdeki yerini aldı diyebiliriz.
Ocak ayının ilk günlerinde yapılan "kayyuma hayır" eylemleri sonrasında öğrenciler önce "terör" söylemiyle hedef gösterilmiş, sonrasında şafak baskınlarıyla evlerinin kapıları kırılarak ve darp edilerek gözaltına alınmışlardı. "Terör" söyleminin toplumsal karşılığının yaratılamamasının ardından ise serbest bırakılmışlardı.
Bu operasyonun sonrasında gerek üniversitede gerekse kamuoyunda kayyuma yönelik tepkiler dinmek bir yana artarak devam etti. Öğrencilerin eylemlerine, akademisyenlerin okul bahçesinde "rektöre" sırtlarını dönerek süreklileştirdikleri eylemler eklendi. Melih Bulu'nun ilk günlerdeki "sempati" içerikli PR çalışması ise istenen sonucu vermediği gibi istifa talebinin her geçen gün yükselmesine sebep oldu.
Meşruluğu her geçen gün daha da azalan kayyumun itibarını kurtarmak amacıyla yeni bir hamle arayışında olan rejim cephesi "terör" söylemiyle arkasına alamadığı desteği bu sefer "dini değerlere saldırıyı" bahane ederek LGBTİ+'lara yönelik ayrımcı ve nefret içerikli söylemi merkeze alan yeni bir operasyona başladı. Bir yandan dini değerlere yönelik "saldırı" söylemi öne çıkartılırken diğer yandan LGBTİ+ öğrencilere yönelik başta bakanlar olmak üzere hedef gösterici söylemlerle iki öğrenci hakkında ev hapsi, iki öğrenci hakkında ise tutuklama kararı verildi ancak bir taşla iki kuş vurmak isteyenlerin hesabı yine tutmadı.
Kayyuma hayır eylemleri "terör" ve "dini değerlere saldırı" propagandasıyla etkisizleştirilemeyince bu kez kitlesel gözaltılarla "öğrencileri kriminalize etme" yöntemi devreye sokuldu. Henüz başlamamış bir eyleme katılacakları bahane edilerek 108 öğrenci otobüs duraklarından gözaltına alındı. Gözaltına alınan arkadaşlarının serbest bırakılması için rektörlük binası önünde toplanan öğrencilere yapılan polis saldırısı sonucunda ise 51 kişi daha darp edilerek gözaltına alındı. Eylemlerin arkasında hep bir "provokasyon" arayanlar ise kel bir amirin kaldırımda yürüyen gençlere yönelik "aşağı bak" provokasyonunu görmezden geldi. Rejimin yıllardır ana karakteri haline gelen "kendinden olmayanı düşmanlaştırma" politikasının uzantısı bu yöntemlerin henüz sırası devreye sokulmayan "bölücülük, bayrak ve devlet düşmanlığı, vatan hainliği" versiyonları ise sırasını beklemeye devam ediyor olsa gerek.
Yaşanan ağır ekonomik krizin, işsizliğin ve her geçen gün kendisini daha fazla hissettiren yoksulluğun üzerini örtmek için bin bir çaba içerisinde olan siyasi iktidar bir yandan polisiyle, jandarmasıyla her türlü tepkiyi şiddetle bastırmak, yargı mekanizması aracılığıyla ise tutuklamalar ve davalarla tüm topluma göz dağı vermek isterken diğer yandan Anayasa'yı, kanunları ve mahkeme kararlarını uygulamayarak rejimin sürdürülebilirliğini sağlamayı hedefliyor.
Ülkede hukukun kırıntısının dahi kalmadığı, yönetenlerin hiçbir kanuna, mahkeme kararına ve uluslararası sözleşmelere uymadığı bir nesnellikte ise yurttaşların elinde sadece "baskıya karşı direnme hakkı" kalıyor. Kayyum rektörü kabul etmeyen, itiraz eden, sesini yükselten öğrenciler de suç işlemiyor, hukuk tanımaz siyasi iradenin baskısına karşı direnme hakkını kullanıyor.
“Her politik birleşmenin amacı insanın zamanaşımına uğramayan doğal haklarının korunmasıdır. Bu doğal haklar, özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme hakkıdır” (1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi madde 2)