Başta Metin Lokumcu olmak üzere polis şiddeti sonucunda kaybettiklerimizin anılarına saygıyla…
31 Mayıs 2011 tarihinde dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan seçim gezileri kapsamında Hopa’da miting yapma kararı almıştı. Miting öncesinde Hopalı vatandaşlar HES’lere karşı basın açıklaması yapmak için meydanda toplandıkları sırada polisin biber gazlı ve coplu saldırısına maruz kalmış, dakikalarca süren polis saldırısında kent gaz bulutlarının arasındayken yüzlerce insan polisler tarafından darp edilmişti. Metin Lokumcu da basın açıklamasına katılmak için orada bulunduğu sırada özellikle gençlere yönelik sert saldırıya sessiz kalmamış, polislerin önüne geçerek “yeter be, yeter bunalttınız beni” diyerek hem tepkisini göstermiş hem de kendini siper etmişti. Gözü dönmüş saldırı karşısında “Hayde alın, beni alın da kurtarın memleketi” diye haykırdıktan bir süre sonra yoğun biber gazı sebebiyle fenalaşarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti.
Katillerin peşine düşmeyenler, katiller bulunsun diyenlere “müdahaleye” devam ettiler. Göz göre göre işlenen cinayeti protesto edenler de benzer şiddete maruz kaldılar. Yüzlerce kişi gözaltına alındı, onlarca kişi tutuklandı ve yargılandı. Dönemin başbakanı ise her zamanki tavrıyla “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum üzerinde durmaya da gerek duymuyorum” diyerek olayın üzerini örtmeye çalıştı.
Bütün örtbas etme ve fail polisler hakkındaki soruşturmayı kapatma çabalarına karşı Lokumcu’nun ailesinin, yoldaşlarının ve dosyanın avukatlarının kararlı mücadeleleri sayesinde cinayetten yaklaşık 10 yıl sonra polisler hakkında dava açıldı. Dava dosyasındaki suçlama polislerin fail olduğu diğer dosyalardaki gibi yine taksirle insan öldürme suçu olup dosya bu basit suçlamayla kapatılmak istenmekte. Oysaki en tepeden gelen talimatla acımasızca ve hedef gözetilerek atılan gaz bombaları sebebiyle bir insan yaşamını yitirdi. Kasıtlı değil de taksirli bir suç işlenmiş şeklinde lanse edilerek hafifleştirilmek istenen kusur, hukuken kabul edilemez bir niteleme. Atılan gaz bombalarından bir insanın yaşamını yitirme ihtimalini öngörmemek mümkün olmadığı gibi aksine onlarca insanın ölebileceği yoğunlukta kullanılan kimyasal silahların etkisinden sağ kurtulmak tesadüf olarak açıklanabilir ancak.
Savcılığın iddianamedeki esaslı eksiklik ve hatalarına rağmen, siyasi bir cinayetin on yılın ardından yargı önüne taşınabilmiş olması başlı başına önem arz ediyor. Yıllar boyunca umutsuzluğa kapılmaksızın, bıkıp usanmadan bu cinayetin aydınlatılması için mücadele edenlerin başarısı ise tarihteki yerini şimdiden aldı. Diğer yandan sanıklar ve onların savunucuları da elbette boş durmuyorlar. Trabzon Valiliği bugün aldığı kararla 19-25 Nisan tarihleri arasında valilik ve kaymakamlığın “uygun göreceği” (resmi kutlama, spor faaliyetleri ile bilimsel, ticari ve ekonomik amaçlı yapılan) toplantılar hariç açık hava toplantısı, yürüyüş, basın açıklaması, protesto eylemlerini yasaklamış durumda. Duruşmanın yapılacağı haftayla ve sadece siyasi faaliyetlerle sınırlı bu yasaklama kararı adeta açılan davanın intikamı niteliğinde. Davanın “güvenlik” bahanesiyle Hopa’dan Trabzon’a kaçırılması ve duruşma öncesi alınan yasaklama kararıyla yargılama etkisizleştirilmek, Lokumcu’yu savunanlar ise yalnızlaştırılmak istenmekte. Failler, zamanında gereği gibi yargılanıp cezalandırılmadıkları için, polisler aradan geçen on yılda benzer cinayetlerden dolayı ya yargılanmadılar ya da düşük cezalarla ödüllendirildiler. Polis şiddetine dur demek için, Metin Lokumcu için adalet talebini yükseltmek ve katillerin cezalandırılması için 21 Nisan’da Trabzon Adliyesi'nde olacağız.