Covid-19 salgınının dünya çapındaki yaygınlığı hız kesmeden devam ediyor. Aşılamayla ilgili ortaya çıkan yeni gelişmelere karşın hastalığın etkisi özellikle göstermelik tedbirler, aşılamanın son derece yavaş ilerlemesi ve krizin kötü yönetilmesi sebebiyle artmaya devam ediyor. “Salgınla mücadelenin” merkezine halk sağlığı ve yaşam hakkı yerine ticari faaliyetlerin sürmesi, kâr hırsı ve iktidarın çıkarlarının koyulması sebebiyle ne ölümler durdurulabiliyor ne de salgın kontrol altına alınabiliyor. Bir yılı aşkın süredir hayatımızda olan salgın, sürecin başından itibaren etkili önlemler alınmaması sebebiyle sürekli olarak başa dönmemize neden oluyor. Siyasi iktidarın salgını bitirmek yerine “nimetlerinden yararlanma” stratejisini izlediği de artık herkesin malumu. Alındığı söylenen tedbirlerin tamamı rejimin ideolojik ve güncel politik çıkarları doğrultusunda atılan adımlardan ibaret.
Kamuoyunda en çok tartışılan "tedbirlerden" olan sokağa çıkma yasakları son olarak iktidarın özellikle rahatsız olduğu 23 Nisan ve 1 Mayıs kutlamalarına denk getirilerek uygulandı. Özellikle bilim insanlarının ve muhalefet cephesinin uzun süredir dillendirdiği, yurttaşların tüm ihtiyaçlarının giderildiği ve destek paketleriyle birlikte tam kapanma önerisine karşı geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan'ın hiçbir destek paketi olmaksızın 18 günlük sokağa çıkma yasağı açıklamasıyla karşı karşıya kaldık. Açıklanan "tedbirler" sonucunda özel sektörde çalışan milyonlarca işçi çalışmaya aynı şekilde devam ederken, kamu kurumları yarı sayıda personelle kısmi çalışma modeline geçti. Muafiyet kapsamında kalmayan hizmet sektörü açısından ise hiçbir destek ve yardımdan bahsedilmedi.
Bu seferki "kapanma" döneminin en tartışmalı başlığı ise alkollü içki satışlarının kapanma süresi boyunca yasaklanması oldu. Tayyip Erdoğan'ın açıklaması içeriğinde bu konuya değinilmemesi ve aynı gece yayınlanan İçişleri Bakanlığı genelgesinde de yasaklamaya ilişkin bir düzenleme olmaması sebebiyle ilk gün bir belirsizlik yaşandı. Anayasa'da ve kanunlarda içki satışının yasaklanmasına dair bir düzenleme bulunmaması, iktidar cephesinin en üst perdesinden yapılan açıklama ve yayınlanan genelgede yer almayan bir konuda, fiili bir yasaklama olacağı önce kulaktan kulağa yayıldı. Sonrasında ise İçişleri Bakanı yaptığı basın açıklamasıyla alkollü içki satışının yasak olduğunu dillendiren ilk kişi oldu.
İçki satışının yasaklanacağı açıklamasının ardından kamuoyunda ciddi ve etkili bir tepkisellik doğdu. Söz konusu yasaklamanın yasal hiçbir dayanağı bulunmadığı gibi sadece bakanın iki dudağının arasından çıkan laflarla fiili bir yasaklamanın gayri meşruluğu iktidar cephesinde de karşılığını buldu. Siyasi irade her ne kadar hukuk tanımaz ve keyfi uygulamalara sürekli imza atmakta ise de yaptıkları yasaklamaya bir meşruiyet kazandırma ihtiyacı hissettikleri ortadaydı. Aradıkları meşruiyeti toplumsal alanda yaratamamaları ve yasal bir çerçeveye de oturtamamaları sebebiyle pandemi döneminde kullanışlı bir aparata dönüştürdükleri İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulları kararlarıyla sağlamayı tercih ettiler.
Çoğu kişi açısından pandemiyle birlikte ilk kez adı duyulan İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulu'nun dayanağı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu'dur. Bu kanunun amacı "Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir" olarak tanımlanmıştır. Bu amaca hizmet etmesi amacıyla her ilde İl Umumi Hıfzıssıhha Kurulları kurulmuş, bu kurul valilerin başkanlığında, belediye başkanı ve çeşitli kurum temsilcilerinden oluşturulmuştur. Kanunda görev tanımı belli olan bu kurulun hiçbir şart altında içki satışını yasaklamak gibi bir hak ve yetkisi bulunmadığı gibi, bu yönde alınan bir kararın da kanunun amacı olan halk sağlığının tesisiyle uzaktan yakından ilgisi bulunmamaktadır.
Yurttaşların yaşam tarzına açık bir saldırı niteliğindeki bu fiili yasaklama ve onun sözde dayanağı olan Hıfzıssıhha Kurul kararları ile genelgeler hukuken yok hükmündedir. Anayasal ve kanuni hakların, illerde halk sağlığının tesisi amacıyla oluşturulmuş bir kurul tarafından değil ortadan kaldırılması sınırlandırılması dahi söz konusu olamaz. Yaşananları salt bir hukuki yorumla değerlendirmek ise meselenin anlaşılması ve bu yasakçı zihniyete karşı mücadele edilmesi açısından da etkisi sınırlı olacaktır. Tartışmanın özü bir yasağın hukuki olup olmadığı değil meşru olup olmadığıdır. Bu nedenle salt hukuki argümanlarla yapılacak itirazlar eksikli olacaktır. Yaşadığımız şey adlı adınca seküler yaşam tarzına yönelik açık gerici bir müdahale, engelleme ve saldırı girişimidir.
İçki yasağı kararları bu girişimin önemli bir ayağı olmakla birlikte müdahaleyi bundan ibaret görmemek gerekiyor. Çocuklara temiz hava almak için parka gitmeyi yasaklayanların aynı saatlerde lebalep katılımlı düzenledikleri cenaze törenlerinde boy göstermeleri, toplu iftar masalarından fotoğraf paylaşmaları, camiye gitmenin serbest bırakılması ve yandaş kulüplerin maçlarında tribünlerin doldurulması açık bir meydan okumanın vücut bulmuş halidir.
Dün gece yarısı saatlerinde İçişleri Bakanlığınca yayınlanan market genelgesiyle marketlerde içki satışına ek olarak kırtasiye, giyim hırdavat vb. ürünlerin de satışı yasaklandı. İçki yasağının gayri meşruluğunu örtmek ve "sadece içki değil zorunlu olmayan her şeyi yasaklıyoruz" demek amacıyla uydurulan bu ve benzeri düzenlemeler siyasi iradenin sıkışmışlığını ve yeni bir meşruiyet arayışı içerisinde olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesinin laiklik mücadelesiyle buluşturulması ihtiyacı tarihsel bir zorunluluk olarak kendisini yeniden hissettiriyor. Nasıl ki Gezi Parkı'nda saldırılan sadece ağaçlar değil aynı zamanda yaşam alanlarımız idiyse, şimdi de sadece kadehlerimize değil yaşam tarzımıza da saldırıyorlar.