Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da konuşan Tayyip Erdoğan; “Tek dertleri Erdoğan’sız, AK Parti’siz bir Türkiye” ifadesini kullandı. Uzun süredir yaşadığı sıkışmadan kurtulmak isteyen iktidar sahipleri çözümü her fırsatta muhalefete saldırmak ve hedef göstermekte arıyor. Topluma sunabileceği bir kurtuluş programı bulunmayanlar bilindik yöntemlerle kendi tabanını konsolide etme çabasına girmiş durumda. Her geçen gün artan yoksulluğun, işsizliğin ve krizin üzerini örtmek için sahaya inen AKP Genel Başkanı ezberlerini sıralamaktan geri durmuyor. “Teröristler, vatan hainleri, bölücüler” şeklindeki söylemin sıralaması değişiyor ancak esası hep aynı kalıyor.
Siyasi iktidarın “hedef Erdoğan, hedef AKP” söylemiyle nefes almaya çalışmasının rasyonalitesi var mı yoksa çaresizliğinin mi göstergesi? Sürekli "şahsını" öne sürerek “ben olmazsam siz de olmazsınız” mesajı da eskisi kadar revaçta değil artık. Pazardaki fiyatlar “şahsının” öne çıkmasıyla azalmıyor, boş tencereler artık AKP sayesinde kaynamıyor ve “işten çıkartma yasağının” bitmesiyle on binlerce insanın artık gidebileceği bir işi bulunmuyor. Bu şartlar altında Meclis'e sunulan yasa teklifiyle OHAL uygulamalarını 3 yıl daha uzatarak seçimlere olağanüstü şartlarda gitmeyi planlanlıyorlar. OHAL+Pandemi yasaklarıyla yükselen "sınırsız yetki-sınırsız sorumsuzluk" şiarıyla ülkeyi yönetenler, meclis iç tüzüğünde değişiklik yapıp muhalefeti tamamen susturmak, seçim kanunlarındaki planladıkları değişiklikle en çok vekil çıkartacağı modeli kurarak siyaseti masa başı mühendislik faaliyetleriyle kontrol altında tutmak istiyor.
Bu çerçevede "şahsının" ve partisinin mevcudiyetini her şeyin üstünde gören, siyasetini de buna endeksleyen bir rejimin her türlü muhalefeti kriminalize etme çabası elbette anlaşılır bir bütünlük içeriyor. Rejimi, kendi varlığı ve çıkarlarıyla eşdeğer kılan bir zihniyetin kendisine yönelen her türlü muhalif sesi suç olarak nitelendirmesi de bu mantıksal bütünün bir parçası. Eleştirmenin, itiraz etmenin ve hatta iktidarı değiştirme isteğinin suç olarak lanse edilme çabası siyasetin doğasıyla olan bir kavganın da ürünü aynı zamanda. Siyaset; sadece eleştirmek, itiraz etmek ya da sözünü söylemek için değil bizatihi iktidarı değiştirmek ve iktidar olmak için yapılır, daha doğrusu yapılması gerekir. Siyasi partilerin amacı en iyi muhalefet yapan parti olmak değil, siyasi programı doğrultusunda ülkeyi yönetme iradesi göstermektir. Bu iradeyi göstermek, tüm meşru ve demokratik yollarla iktidarın değişmesi için verilecek mücadeleyi de içinde barındırır. İktidarda olan bir partinin değişmesi için verilen mücadele salt bu nedenle bile haklı ve meşrudur. Hele ki 20 yıla yakın süredir iktidarda olan, her türlü anti demokratik uygulamayı yürürlüğe sokan, yasaları ve Anayasa'yı bizatihi kendisi tanımayan, mahkeme kararlarını uygulamayan bir iktidarın değişmesini istemek ve bunun için çabalamak her siyasi öznenin tarihsel olarak da hakkıdır. Rejimin sahipleri de bütün bunların bilincinde olması sebebiyle haklılık ve meşruluk düzleminde söz söyleyememekte, tartışmaları yasallık çerçevesine sıkıştırarak "Erdoğan'ı ve AKP'yi istememek" şeklinde bir suç uydurma çizgisini belirginleştirmekte. Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla altı yılda 150 binden fazla soruşturma açılması da, 40 binden fazla kişinin bu suçlamayla yargılanmış olması da bu tercihin bir çıktısı.
Evet, ne Erdoğan'ı ne de AKP'yi kabullenmek zorunda değiliz, kabullenmiyoruz. Hem Erdoğan'sız hem de AKP'siz bir ülke istiyoruz.
Böyle söyleyerek suç mu işliyoruz?
O HALde: "Gelsin jandarma polis karakoldan, fikrim firarda mahpusa sığmaz eyvah..."