Bugün iki önemli toplumsal dava var. Yakın tarihimizde iki büyük trajediye yol açan Hendek'teki havai fişek fabrikasındaki işçi katliamı ve Çorlu tren katliamı davalarının duruşmaları yapılacak.
Geçtiğimiz yıl 3 Temmuz günü Sakarya'nın Hendek ilçesinde bulunan Coşkunlar ailesine ait havai fişek fabrikasında meydana gelen patlama sonucunda yedi işçi yaşamını yitirmiş, onlarca işçi ise yaralı olarak kurtulabilmişti. Patlamanın etkisi onlarca kilometre uzaktan hissedilmiş, fabrikada derinlikleri sekiz, boyları ise yirmi dört metreye ulaşan yedi büyük çukur oluşmuştu. Aynı zamanda bu patlama, fabrikada on iki yılda meydana gelen beşinci patlama olarak kayıtlara geçti.
Katliamdan sonra yapılan incelemelerde ortaya çıkan bilgiler ise facianın göz göre göre geldiğini gösteriyordu. Ruhsatsız kaçak yapılar, izinsiz üretilen tonlarca barut, alınmayan iş güvenliği önlemleri, denetimlerden önce şirkete haber veren Çalışma Bakanlığı yetkilileri ve cezasızlıklarla birlikte bir kez daha solup giden yaşamlar ve geride kalan gözü yaşlı aileler.
Dava dosyasındaki en dikkat çekici bilgi "Çin Mahallesi" ile ilgili detaylar. Çin Mahallesi denilen bölge patlamanın yaşandığı fabrikada Çinli bir ustanın sorumlu olduğu bölümlere verilen isim. Fabrikanın bu bölümü aynı zamanda tehlikeli ve izinsiz üretimin de yapıldığı yer olarak geçiyor. Bu nedenle denetimlerden kaçırılan ve girilmesi yasak ilan edilen bir yer. Burası öylesine girilmez bir yer ki tutuklu olarak yargılanan iş güvenliği uzmanı olan Aslı Bozkurt ifadesinde "kendisinin dahi bu bölgeye sokulmadığını", bir diğer sanık Ahmet Çağırıcı ise "sorumlu müdür Asiye'nin bu bölgeye karışmadığını, denetim zamanlarında önceden haber geldiğini ve kendisine Çin Mahallesi'ni kapat" dendiğini, "denetlemeye gelen müfettişlerin dahi bu bölgeye sokulmadığını" açıkça anlatmış. Bütün bunlara karşılık MÜSİAD Şube Başkanlığı yapmakla övünen fabrika sahibi Yaşar Coşkun'un "Asıl mağdur benim. Fabrikamı kaybettim, yaşanan terör saldırısı olabilir, ben terörist miyim" şeklindeki savunmaları ölümlerin sorumluluğundan "kurtulmayı" öğrenmiş ortalama bir patron bilincini ortaya koyar nitelikteydi.
Yargılamasına devam edilecek bir diğer dava da Çorlu'da 2018 yılında yolcu treninin raydan çıkması sonucunda 25 yurttaşın yaşamını yitirip, üç yüzden fazla yurttaşın ise yaralandığı tren katliamı davası. Olayın üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, ailelerin, avukatların ve gazetecilerin verdikleri mücadele sonucunda ancak alt düzeyde görevli dört kişi hakkında, taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebep oldukları iddiasıyla iddianame düzenlendi.
Geçtiğimiz hafta hazırlanan bilirkişi raporunda menfezlerin yeterli olmadığı, bölgede gerekli sayıda yol ve geçit memuru çalıştırılmadığı, güzergahtaki yapı ve akarsu yatak düzenlemesinin kaza sonrasındaki iyileştirmeler dahil günümüz mühendislik hizmetine uygun olmadığını açıkça ortaya konuldu. Aynı raporda TCDD yetkililerinin, demiryolu altyapısını yenilemelere uygun hale getirmeyenlerin ve yeterli personel istihdam etmeyenlerin de asli kusurlu oldukları tespit edildi. Üç yıl boyunca olayla ilgili idari ve siyasi sorumluluğu bulunanlar hakkında neredeyse hiçbir işlem yapmayan savcıların, gerçek sorumluları tespit edip yargı önüne çıkartmamaları için de hiçbir bahaneleri kalmadı. Her ne kadar adaletin tecellisi fazlasıyla gecikmiş olsa da artık cin şişeden çıkmış durumda. Onlarca insanın ölümüne sebep olanların daha fazla korunup kollanmasına ne kimsenin tahammülü kaldı ne de hukuken üstünün örtülmesinin imkanı.
Aradan geçen yıllarda asıl sorumluları tespit etme konusunda pek hevesli olmayan yargı mensupları, mağdur aileler, avukatlar ve olayı araştıran gazeteciler hakkında açtıkları davaları süratle sonuçlandırılarak adalet mücadelesi verenleri cezalandırmayı tercih ettiler. Faillerin peşine düşmek yerine adalet arayışındaki mağdurları cezalandırmak isteyen anlayış, tarafını çoktan belli etmişti.
Her iki davanın da ortak özelliği çok sayıda insanın yaşamını yitirmiş olması, patronların tedbirsizliğin ötesinde yalnızca kâr hırsıyla hareket ederek insan yaşamını hiçe saymaları ve devletin denetim görevini yerine getirmemesi olarak sıralanabilir. Bir diğer özellik ise binbir çaba sonucunda yargı önüne çıkartılabilen sanıklara yöneltilen suçlamanın yalnızca "taksirle birden fazla insan öldürme suçu" ile sınırlandırılmasıydı. Taksir kelimesinin hukuki anlamı; "suç işleyen kişinin neticesini öngörmediği, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranması sonucunda istemediği sonucun meydana gelmesi" şeklindedir. Yaşanan her iki katliamda da gerek sanıkların gerekse görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen kamu görevlilerinin bu suçların sonuçlarını öngöremediklerini söylemek mümkün değil.
Kasıtları açıkça ortada olan faillerin, aynı fabrikada yaşanan beşinci patlamadan ya da sayısı bilinmeyen "tren kazalarındaki" sorumluluklarından "taksirle" aklanmalarını engellemek hepimizin yurttaşlık görevi. Hem "Çin Mahallesi"nde yaşananların hesabının sorulması hem de benzer mahallelerin bir daha kurulmaması için.