1990'lı yıllar insanların sokaklardan beyaz Toros marka arabalarla kaçırılarak, kendilerinden aylarca ve hatta yıllarca haber alınamayanların yaşam hikayeleriyle doludur. Aynı dönem "kaybedilen" evlatlarını arayan cesur, direngen ve mücadeleci Cumartesi Anneleri'nin yaşanmışlıklarının da tarihidir. Bu zamana kadar sadece muhalif oldukları için ya da etnik kimlikleri gerekçe gösterilerek "kaybedilenlerin" sayısı hala net olarak bilinmemekte. Aradan geçen onlarca yıla ve yaşanan onca acıya rağmen ne failler bulundu ne de hesap soruldu.
Dönemin karanlık isimlerinden olan Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Alaattin Çakıcı, Haluk Kırcı ve benzerlerinin yeniden sahalara döndüğü günümüzde, 90'ların mafyatik ve kontrgerilla uygulamaları da yeniden yaşanmaya başladı. Söz konusu isimlerin kendilerinden menkul olmadıklarını, kadroları ve yöntemleriyle bir bütün olarak ortaya çıktıklarını ve bu bütünlükle korunduklarını da not ederek devam edelim.
Karakollarda ve cezaevlerinde çıplak arama, darp vb. işkence/kötü muamelelere ilişkin şikayet ve beyanların her geçen gün artması, ters kelepçe ve polis şiddetinin giderek yaygınlaşması, muhalif öğrenci ailelerinin telefonla aranarak rahatsız edilmesi ve son olarak Ankara'da üç üniversite öğrencisinin aynı saatlerde, farklı noktalardan beyaz Citroen marka arabalarla kaçırılıp, darp edildikten sonra şehrin dış kesimlerinde yol kenarına atılmaları da elbette tesadüf değil.
Her geçen gün daha da otoriterleşen rejimin, kendisinden ve politikalarından rahatsızlık duyan kesimlere karşı kimi zaman resmi, kimi zaman ise gayri resmi yöntemlerle cevap verdiği bilinen bir gerçek. Rejimin ev baskınları, gözaltı ve tutuklamalar şeklinde tezahür eden resmi cevabının elbette çeşitli sınırları bulunuyor. Her ne kadar bu sınırın çerçevesi genişleme eğilimi göstermekte ise de meşruluk sorunuyla karşılaştığı noktalarda çeşitli tıkanmalar yaşadığı da aşikar. Bu tıkanıklığı aşmak isteyen iktidarın yardımına ise işkence/kötü muamele, darp, insan kaçırma gibi gayriresmi yöntemler yetişmekte.
Ankara'da sokak ortasında kaçırılan öğrenciler meselesi mutlaka üzerine gidilerek aydınlatılması gereken örgütlü bir çete faaliyeti olarak karşımızda durmakta. Geçtiğimiz perşembe günü yaşanan olayın üzerinden dört gün geçmesine rağmen konuya dair hiçbir resmi açıklama yapılmadı. Hemen her konuda basın açıklaması yapan İçişleri Bakanlığı, Cumhuriyet Başsavcılıkları ve yetkili diğer tüm kurumlar ölüm sessizliğine bürünmüş halde.
Üniversitelilerin, kendilerini kaçıran kişilerin polis kimliği gösterdiklerini belirtmelerine rağmen resmi makamlardan bu iddialara ilişkin herhangi bir yalanlama dahi gelmedi. Üstelik olay yerini gösteren kameraların çoğunun "kayıtta olmayışı" ve bazı kayıtların silindiğinin ortaya çıkması faillerin sivil kişiler olmadığı tezini de güçlendirmekte. İşlenen suçların örtbas edilmesi, faillerin yakalanmaması ve delillerin karartılması karşısında siyasi iradenin bu konuya sessiz, ilgisiz ve tepkisiz kalması geçmişe duydukları özlem ile eski model Torosları yeni model Citroenlerle modifiye etme çabasının sonucudur.