"Beşli çete"ye ne diyeceğiz?
Sıklıkla tekrarladığımız üzere suçların ve suç işleyenlerin değil, işlenen suçları ortaya çıkartanların yargılandıkları bir yargı düzeni inşa ettiler ve bunu daha da ileri götürme isteğindeler.
Meclise yeni bir kanun teklifi daha sunuldu. Pakette, başta “Beşli Çete” olmak üzere tüm şirketlere yeni “müjdeler” var. Teklifteki düzenleme; “elektronik bilgi iletişim araçları ve benzeri yayın araçlarından birisi vasıtasıyla bir şirketin itibarını kırabilecek veya şöhretine ya da servetine zarar verebilecek bir hususa kasten sebep olunamaz ya da bu yolla asılsız haber yayılamaz. İsimleri belirtilmese dahi şirketlerin güvenilirliği konusunda kamuoyunda tereddüde yol açacak veya şirketlere duyulan güveni sarsacak veya şirketlerin mali bünyelerinin olumsuz etkilenmesine neden olabilecek nitelikte asılsız haberler yukarıda belirtilen araçlarla yayılamaz.” şeklinde.
Şirketlerin “hoşuna gitmeyecek” haber ve paylaşım yapanlar üç yıla kadar hapis cezası tehdidi altında olacak. Bir diğer pakette kadına yönelik işlenecek suçlar için kırıntı şeklinde öngörülen cezaların sıra şirketlerin itibarını korumaya geldiğinde ne denli cömertçe hazırlanabildiği, kanunu düzenleyenlerin hem tercihlerini hem de sınıfsal konumlarını ortaya koyar nitelikte. Bu düzenlemeyle, bir yandan halkın ifade özgürlüğü ile haber alma hakkı ve basının da haber verme hürriyeti ayaklar altına alınırken diğer yandan iktidarın, işlenen suçların ortaya çıkartılmasından duyduğu rahatsızlık giderilmek isteniyor. Sıklıkla tekrarladığımız üzere suçların ve suç işleyenlerin değil, işlenen suçları ortaya çıkartanların yargılandıkları bir yargı düzeni inşa ettiler ve bunu daha da ileri götürme isteğindeler. Sermayenin, Anayasal kuralları ve kanunları tanımaksızın hareket ederken herhangi bir yargısal takibe uğramadığı ancak hak ihlallerini gündeme getirenlerin, hukuksuzluklara tepki gösterenlerin yargı sopasıyla tehdit edildiği bir adalet mekanizmasının içindeyiz. Seçime bir yıl kala böylesi bir düzenlemenin getirilmesi, seçimlere kadar olan dönemde sermayenin talana hız verme iradesi olarak okunabilir. AKP’nin, iktidarı kaybetme ihtimalinin düzen siyaseti açısından reel bir ihtimal olarak belirmesi karşısında “giderayak ne var ne yoksa yağmalama” politikalarına hız verme, dağı taşı betona çevirip rant yaratma ve kendilerini korumak için hukuki güvence tesis etme çabası da demek mümkün.
Bir yanda zeytinlikleri maden şirketlerine açan yönetmelikler, diğer yanda yalanın ve talanın ortaya çıkmaması için basına yönelik gözdağı kanununa, piyasanın memleketi teslim alma girişimi desek abartmayız. Geçmediğimiz köprünün, gitmediğimiz yolun parasını ödettirdikleri yetmiyormuş gibi “köprüden geçmeyenler karşıya yüzerek karşıya geçer” diyerek aklımızla da alay ediyorlar. Betonarme cumhuriyetinin, müteahhit yöneticileri karlarına kar katacaklar diye gerçeklerin üstünü de kanunlarla kapatabileceklerini zannediyorlar. Doğaya ve çevreye düşman, betona ve paraya sevdalı bir zihniyetin yağmalama girişimlerine yasal güvence sağlamak tek amaçları. Biliyorlar ki “beşli çete” ve diğer şirketler para kazanamazlarsa kendileri de kazanamaz ve para kazanamazlarsa seçimi de kazanamayacakları için kendilerini beşli çeteye siper etmekteler.
Çete demişken AKP-Cemaat ittifakı bozulmadan önce Fethullahçılar da kendilerine çete denmesine epeyce bozulurlardı, tıpkı müteahhitlerin bozulduğu gibi. O günlerde Fethullahçılara çete denmesini yasaklamak isteyenlerle, bugün müteahhitlere “beşli çete” denmesini yasaklamak isteyenlerin aynı olması da elbette tesadüf değil. Her dönem kendi ihtiyaçları ve iktidarlarını korumak için çetelere yaslanıp, onlarla kol kola yürüyenlerin ortakları değişse de halka karşı konumlanışları hiç değişmemekte. Bu bilinçle, “küçük götürene hırsız, büyük götürene iş insanı” demeyi reddedip hepsine çete demeye devam edelim.