Cevabını öğrenmek için ya da merak edildiği için sorulan bir soru değil. Aksine herkesin cevabını bildiği ve mutlak aynı yanıtı verdiği sorulardan biri sadece. Soru ve hesap sorulamayan, itiraz edilemeyen ve eleştirilemeyen bir rejim inşası hayalleri var. Tam da bu nedenle soru sormak suretiyle suç işlendiğini iddia edecek bir hukuk düzeneğini işletmeye çalışıyorlar. Her türlü kötülüğü ve zorbalığı örtbas etmek için kullanışlı bir aparata dönüştürdükleri ''cumhurbaşkanına hakaret'' suçunu bu nedenle her niyete yenen muz haline getirdiler.
Bugünkü tek adam rejiminde otoriteye karşı çıkışı, ilahlaştırılan bir özneye karşı koyuş olarak nitelendirip her sözü kriminalize etme gayretiyle hareket ediyorlar. Nazi Almanyası’nda her biri adeta Führerleşen savcı ve yargıçları aratmayan uygulamalara soyunan ülkemizin cübbe giymiş kanun uygulayıcılarının yaptıkları da iktidarın iş birlikçisi sıfatını fazlasıyla hak eder türde.
Otoriterizmin kendiliğinden sonu gelmediği gibi uyguladığı basıncın da sınırı ve türevleri bilinmez çeşitlilikte. Önceleri itiraz etmeyi ve fikir beyanını suç olarak nitelendirenler, tepkilerin zayıflığı ve dağınıklığından aldıkları güçle soru sormayı dahi suça dönüştürme cesaretini gösterdiler. Bu gidişatın durdurulmadığı takdirde bir sonraki durağın siyasi iktidara açık rıza göstermemenin suç sayılacak olmasını tahmin etmek için kahin olmak gerekmiyor. Roland Barthes’in “faşizm susma yasağı değil konuşma mecburiyetidir” sözü ile Nazi Almanyası Halk Mahkemeleri Başkanı olan Roland Freisler’in “açık bir hukuki buyruk yoksa ceza da yoktur” önermesinin karşısına koyduğu “cezalandırılabilir her davranış cezalandırılır” ilkesi bugün bir kez daha vücut bulmaktadır.
Soru sormanın nesnel olarak hesap sormaya dönüştüğü bir siyasal süreçten geçiyoruz. Siyaset yapma biçimine ve özüne dair önemli bir uğrak noktası olan bu başlık üzerine düşünmek ve yeniden üretme ihtiyacının kendisini hissettirdiği açık. Son birkaç ay içerisinde önce deprem vergileri, Covid-19 aşısı ve son olarak Merkez Bankası rezervlerindeki döviz meselesinde ortaya çıkan bu gelişmeyi göz ardı etmemekte fayda var. Siyasal mücadelelerde kimi dönemlerde belirli sloganların, kimi dönemlerde ise çeşitli taleplerin sarsıcı etkileri bu dönem kendisini iktidara yöneltilen sorularda hissettiriyor. Bu etkinin arkasındaki esas neden bir bilinmezliğin arayışı değil, cevabı bilinen ama halktan saklanan gerçeklerin ortaya çıkartılması için verilen mücadele ve hesap sorma isteğinde yatıyor.
Peşinden koşulan soruların aslında yolsuzluk ve yoksullukla doğrudan bağlantılı olduğu, cevapların ise soruları karşılamakla yetinmeyip neden-sonuç ilişkisini tüm çıplaklığıyla ortaya koyması sebebiyle etkisinin daha fazla olduğunu söylemek de abartılı olmayacaktır. Çeşitli mücadele alanlarında bu soruların artırılması ve güçlendirilerek toplumsallaşması önümüzdeki dönemde muhalefet açısından ön açıcı olma potansiyelini taşıyor.
Gerçeğin şiddetinin yalanların heybetini sarstığı bugünlerde cesaretle ve inatla sormaya devam ediyoruz. 128 milyar dolar nerede? Aşılar nerede? Deprem vergileri nerede?