Zorunlu din derslerinin insan hakları hukuku bağlamında değerlendirilmesi

Zorunlu din derslerinin insan hakları hukuku bağlamında değerlendirilmesi

Oysa laiklik ilkesi gereği devlet tüm inançlara eşit mesafede olmalıdır. Bunun gereği olarak din dersleri dinî eğitim niteliğinde olmamalı; ders içeriği ise nesnellik, çoğulculuk ve tarafsızlık kriterlerini karşılamalıdır.

Aytekin Aktaş 

Cumhuriyetin ilanından 1928 yılına kadar ilköğretimde ve ortaöğretimde zorunlu olarak okutulan din dersleri 1928-1940 yılları arasında müfredatta yer almamış olup, 1940 yılından 12 Eylül Darbesi’ne kadar seçmeli ders olarak müfredata dahil olmuştur.

Mevcut çoğu anti demokratik kurum ve uygulama gibi zorunlu din dersleri de 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’nin halkın başına ördüğü çoraplardan biridir. Saray rejiminin iktidarı da 20 yıldır bu hukuksuzluğu arttırarak uygulamaya devam etmektedir.

Son olarak 2021 yılı aralık ayında düzenlenen 20. Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubundaki çocuklara okul öncesi din eğitimi verilmesi yönünde öneri kararı alınmıştı. Başta Aleviler olmak üzere pek çok demokratik kitle örgütü bu karara karşı eleştirilerini ortaya koydu. Alevi kurumlarının çağrısıyla pek çok kentte eş zamanlı olarak “Demokrasi ve Laiklik” eylemleri yapıldı. Elbette demokrasi ve laiklik yalnızca Alevilerin ihtiyaç duyduğu şeyler değildir. Laiklik ilkesi demokratik bir hukuk devletinin temel şartlarındandır.

Peki laik bir ülkede din dersleri nasıl olmalıdır? Hangi şartlarda din derslerinin zorunlu tutulması insan hakları hukuku açısından problem teşkil etmez? Okul öncesi çağdaki çocuklara din dersi verilmesindeki sakıncalar nelerdir? Türkiye’nin din dersleri konusundaki insan hakları karnesi nasıldır?

DİN DERSLERİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Ülkemizin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 9. Maddesi inanç özgürlüğünü düzenlerken 14. maddesi ayrımcılık yasağını düzenlemektedir. AİHS Ek 1 Nolu Protokol’ün 2. maddesi ise ebeveynlerin çocukları üzerindeki inanç eğitimi hakkını düzenler. Zorunlu din dersleri konusunda AİHS’in bu üç maddesi gündeme gelmektedir. (*Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve konuyla ilgili diğer insan hakları metinleri inceleme dışı tutulmuştur. Bu metinlerdeki düzenlemeler de elbette taraf devletler için bağlayıcıdır.)

İnanç özgürlüğünün çekirdeğini inanma veya inanmama hakkı oluşturur. Ayrıca AİHS’de düzenlenen ayrımcılık yasağı gereği, taraf devletler inançlara (inançsızlık dahil) eşit mesafede olmak zorundadır. Bu zorunluluk aynı zamanda laiklik ilkesinin de gereğidir.

Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın başlangıç hükümlerinde ve 2. maddesinde düzenlenen cumhuriyetin nitelikleri arasında yer almıştır. Diğer yandan eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı da Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenmiştir. Anayasanın 42. maddesi ise tüm çocuklar için çağdaş, bilimsel ve parasız bir eğitim hakkı düzenler.

Hukuk sistemimizde sayılan bu düzenlemelerden daha üstün herhangi bir hukuk normu yoktur. Dolayısıyla bu hükümler bütün bir ülkeyi doğrudan bağlar. Hukukun üstünlüğünün gereği olarak, geri kalan tüm yasal, yargısal ve idari faaliyetler bu hükümlere uygun şekilde yerine getirilmek zorundadır.

Anılan öncüller sebebiyle okullarda verilecek inanç eğitimlerinin de tüm inançlara eşit mesafede olması mecburidir. Reşit olmayan öğrencilerin inanç özgürlüğü hakları ebeveynleri tarafından kullanılmaktadır. Dolayısıyla anne babalar çocuklarının alacağı veya almayacağı inanç eğitimi hakkında esas yetkili kimselerdir.

Okullardaki din dersleri anılan kurallar kapsamında düzenlenmek zorundadır. İnançsızlık dahil bütün inançlar yasa/devlet önünde eşit olduklarından, tüm inanç mensuplarının çocukları üzerindeki inanç eğitimi hakları da eşittir. Bu hakkın sınırlarını çocuğun üstün menfaati ile kamu güvenliği, kamu düzeni ve kamu sağlığı gibi devletin takdir marjında kalacak olan hususlar oluşturur.

AİHM KARARLARINDA DİN DERSLERİ

Din dersleri içerikleri itibariyle ebeveynlerin çocukları üzerindeki inanç eğitimi hakkının ihlali yahut çocuklar açısından sistematik telkin yasağının ihlali niteliğinde olabilmektedir. Diğer yandan zorunlu din derslerinden muaf tutulabilmek için öngörülen usuller de inancını açıklamaya zorlanmama hakkının ihlaline sebep olabilmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) dinî öğretim ve dinî eğitimi ayırarak değerlendirmektedir.(1) Derslerden muafiyet imkanının bulunması şartıyla, genel ve objektif bilgileri içeren ve dinî öğretim kapsamında kabul edilen din derslerinin zorunlu olması AİHM tarafından AİHS’e aykırı bulunmamaktadır. Ancak belli bir inancın uygulanmasına yönelik verilen ve dinî eğitim niteliğinde olan din derslerinin zorunlu tutulması AİHS’e aykırılık olarak kabul edilmektedir.(2) Çünkü objektif ve genel bilgilerin tarafsızca aktarılması herhangi bir hakkı ihlal etmezken, belirli bir dinin eğitimi niteliğindeki zorunlu dersler sistematik telkin oluşturmaktadır. Sistematik telkin bireylerin inançlarının zor kullanılarak manipüle edilmesidir.(3) Dogmatik bir inancın sistematik telkin ve manipülasyon yoluyla aktarımı ise endoktrinasyon(4) teşkil eder ve inanç özgürlüğünün sınırlarının ihlali sonucunu doğurur.

Dinî öğretim niteliğindeki derslerden muafiyet usulünün taşıması gereken şartlar AİHM kararlarında belirlenmiştir. Bu şartlar; muafiyetin koşula bağlanmamış olması, dersten tamamen muafiyetin mümkün olması ve muafiyetin öğrenciler açısından olumsuz sonuçlar doğurmaması için gerekli önlemleri içermesi olarak sıralanabilir.(5) Örneğin Folgerø ve diğerleri v. Norveç(6) başvurusunda zorunlu din dersinden tam olarak muaf tutulmanın mümkün olmaması sebebiyle 1 Nolu Ek Protokol'ün 2. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Gerekçe olarak ise bu uygulamanın tarafsızlık, eleştirellik ve çoğulculuk kriterlerini karşılamaması gösterilmiştir. Diğer yandan muafiyet usulü gereği ebeveynlerin inançlarını yazılı olarak beyan etmek zorunda bırakılmalarının da inancı açıklamaya zorlanmama hakkının ihlali niteliğinde olduğu belirtilmiştir.

W ve D: M, M ve HI v. Birleşik Krallık(7) ve Graeme v. Birleşik Krallık(8) kararlarında ortaya koyulduğu üzere, devletlerin ebeveynlerin çocukları üzerindeki inanç eğitimi haklarını gözetmeleri gerekiyor olsa da doğrudan öğrenci velilerinin taleplerini karşılama zorunlulukları yoktur. Örneğin Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen v. Danimarka(9) başvurusunda çocuklarının okulda cinsel içerikli eğitim almasını istemeyen ailenin bu talebinin kabul görmemesi ihlal olarak değerlendirilmemiştir. Genel sağlık ve kamu düzenini ilgilendiren bu konuda ebeveynlerin haklarının sınırlanması demokratik toplumun bir gereği olarak kabul edilmiştir.

Devletler normalde vermekle yükümlü olmadıkları hakları yalnızca belirli bir grup lehine tanıyıp aynı haktan aynı bağlamdaki diğer grupları faydalandırmazlarsa ayrımcılık yapmış olurlar. Savez Crkava “Riječ Žlvota” ve Diğerleri v. Hırvatistan(10) başvurusu devlet okullarında din eğitimi verilebilmesi hakkının yalnızca belirli bir inanç grubuna tanınıp diğer inanç gruplarına tanınmaması hakkındadır. İnanç özgürlüğünün yanlı şekilde tek bir inanç grubu lehine genişletilmesi hakkında AİHS 9. ve 14. maddelerinin birlikte ihlal edildiğine; yani bu uygulamanın devlet eliyle inanç temelli ayrımcılık yapılması sonucunu doğurduğuna hükmedilmiştir.

İNSAN HAKLARI AÇISINDAN TÜRKİYE'DE ZORUNLU DİN DERSLERİ

Türkiye’deki zorunlu din dersleri hakkında Alevi yurttaşlarca yapılan Hasan ve Eylem Zengin(11) ve Mansur Yalçın ve Diğerleri(12) başvuruları hakkında Ek 1 Nolu Protokol 2. maddesinin ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Her iki başvuruda da zorunlu olarak okutulan din derslerinin başvurucuların inançlarına uygun olmadığı, inançlarını dışladıkları ve tek yanlı bir dinî eğitim niteliğinde olması sebepleriyle başvurucuların çocuklarının bu derslerden muaf tutulmaları talepleri konu edilmiştir. Verilen kararlar ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi içeriklerinin objektiflik ve çoğulculuk kriterlerini karşılamadığı ve derslerden muafiyet usulü gereği ebeveynlerinin inançlarını açıklamak zorunda bırakılmalarının sözleşmeye aykırı olduğu tespit edilmiştir.

Türkiye’deki mevcut uygulamada zorunlu din derslerinden muaf olabilmek için Lozan Antlaşması’nda sayılan dinî azınlıklara mensup olma şartı aranmaktadır. Diğer inançlara mensup olan yahut inançsız olan ebeveynlerin çocuklarının zorunlu din derslerinden muaf olabilmeleri için makul bir muafiyet usulü öngörülmemiştir. Ebeveynler Sunni Müslüman inancına mensup olmadıklarını devlete yazılı şekilde beyan etmek zorunda bırakılmakta ve bu yolla dahi çocukların dersten muaf tutulabilmeleri uzun idari ve adli süreçlerden sonra mümkün olabilmektedir.

Oysa laiklik ilkesi gereği devlet tüm inançlara eşit mesafede olmalıdır. Bunun gereği olarak din dersleri dinî eğitim niteliğinde olmamalı; ders içeriği ise nesnellik, çoğulculuk ve tarafsızlık kriterlerini karşılamalıdır. Bu nitelikleri haiz olmayan din derslerinin zorunlu kılınması ve geçerli bir muafiyet usulü bulunmaması doğrudan doğruya insan hakları ihlalidir. Ülkemizde diğer insan hakları ihlalleri gibi bu ihlal de Faşist 12 Eylül Darbesi’nden beri artarak devam etmektedir.

AİHM kararlarının gözden geçirilmeleri amacıyla 30 Kasım-2 Aralık 2021 tarihlerinde gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Toplantısı sonucunda Türkiye hakkında uyarı kararları alınmıştır. Gözden geçirilen kararlar arasında Türkiye aleyhine sonuçlanan zorunlu din dersleri konulu kararlar da bulunmaktadır. Türkiye hakkındaki zorunlu din dersleri konulu uyarı kararı şu şekildedir:

“…2018 ilk ve ortaöğretim müfredatındaki zorunlu ‘din kültürü ve ahlak bilgisi’ derslerinin mahkeme tarafından dile getirilen sorunlar için bir çözüm olmadığını tekrar kaydetti; dolayısıyla yetkilileri Türk eğitim sisteminin devletin farklı dinler, mezhepler ve inançlar karşısında nötr ve tarafız olma, çoğulculuk ve nesnellik ilkelerine saygılı olma görevini yerine getirmesini ve Sünni İslam dışında dini ve felsefi kanaatleri olan velilerin, dini ve felsefi kanaatlerini açıklamaya mecbur bırakılmaksızın, çocukları için uygun seçenekler sunmasını sağlamaya davet eder…”(13)

Alınan bu uyarı kararı hakkında Türkiye’de hiçbir önlem uygulamaya geçmemiştir. Saray rejimi bu konudaki insan hakları ihlallerinde de ısrar etmektedir.

OKUL ÖNCESİ DİN DERSLERİ

Türkiye’de mevcut zorunlu din dersleri yapısal olarak birkaç yönden insan hakkı ihlali niteliğinde değilmiş gibi bir de bu darbe uygulamasını okul öncesi eğitime kadar götürmek yönünde Milli Eğitim Şûrası’ndan tavsiye kararı çıkmıştır…

Bu karar açık şekilde gelecek nesilleri sistematik telkin (beyin yıkama) marifetiyle faşist darbe uygulamalarına alıştırmaya yönelik ve laik toplum düzenini bertaraf etmeye yönelik alınmış bir karardır. FETÖ darbe girişiminde başarılı olsaydı muhtemelen aynı yönde yeni bir darbe uygulaması getirirdi. Yazık ki ülkemizin resmi kurumları herhangi bir gerici darbeye gerek kalmaksızın aynı kararları alabilmektedir. Bir önceki darbenin hukuka aykırı uygulamasının alanını 4 yaşındaki çocuklara kadar genişletmektedirler!

Okul öncesi yaş grubundaki çocukların eğitimi müstakil bir uzmanlık alanıdır. Bu alanın uzmanları da bu kararın ne derece büyük bir saçmalık olduğunu dile getirmektedirler. Ancak 4 yaşındaki çocuklara verilecek herhangi bir din dersinin doğrudan sistematik telkin teşkil edeceğini belirleyebilmek için âlim olmak da gerekmez.

Bu yaş grubundaki çocuklara devlet eliyle endoktrinasyon uygulanması inanç özgürlüğünün çok açık bir ihlali olacaktır. Çocukların bu yaşta dinî eğitim alması ebeveynlerin çocukları üzerindeki inanç eğitimi hakkıyla da açıklanamaz. Devletin görevi çocuklara sistematik telkinde bulunmak değil, gerektiğinde çocukları ailelerinin de sitematik telkininden korumaktır. Yukarıda verilen karar örneklerinden de açıkça anlaşılacağı üzere devletler kamu sağlığı, kamu düzeni ve çocukların üstün menfaatleri gereği çocukları sistematik telkin dahil gelişimlerini etkileyecek her türlü olumsuz etkiden korumakla mükelleftir. Çocukları ailelerinin yahut üçüncü kişilerin sistematik telkininden korumak devletin pozitif sorumluluğu iken, çocuklara sistematik telkinde bulunmamak devletin negatif yükümlülük alanındadır. Yani devlet de tarafı olduğu insan hakları metinleri ile kendisini var eden anayasa metnine sadık kalmak mecburiyetindedir.

Tek taraflı olan ve belirli bir inancın dinî eğitimi olarak işlenen bu derslerin 4 yaşındaki çocukların zihinlerinde ve ruhlarında yaratacağı olumsuz etkileri düşünmek dahi fazlasıyla can sıkıcıdır. Bilime, hukuka ve insan haklarına rağmen ve dar siyasi çıkarlar uğruna geleceğimizi köreltecek bu kabul edilemez kararın uygulanması toplumsal bir intihar anlamına gelmektedir. Körpecik çocukların devlet eliyle tek bir inancın/ideolojinin endoktrinasyonuna maruz bırakılması ülkenin geleceğinin ipotek altına alınması demektir. Bu dehşet verici yanlışın devlet eliyle uygulanması anayasa metninin rafa kaldırılarak laiklikten de facto olarak kopulduğunu gösterir. Bu karar hem Anayasa’ya hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır.

Hukuk bir yana, bu karar akla, mantığa ve vicdana aykırıdır.

Bu kararı alanlar derhal görevlerinden istifa etmeli ve halktan af dilemelidir!

NOTLAR:

(1)Campbell ve Cosans v. Birleşik Krallık, 25 Şubat 1982, 7511/76; 7743/76.; Osman Doğru ve Atilla Nalbant, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi: Açıklama ve Önemli Kararlar- 2. Cilt, 1. Baskı, T.C. Yargıtay Başkanlığı, Ankara, 2013, ss. 784-806.

(2)40 Anne v. İsveç, 9 Mart 1977 , 6853/74.(Kom.); Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen v. Danimarka, 7 Aralık 1976, 5095/71, 5920/72, 5926/72.

(3)Hande Seher Demir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları Işığında Türkiye'de Din ve Vicdan Özgürlüğü, Adalet Yayınları, Ankara, 2011, (Vicdan Özgürlüğü)  ss. 75, 155.

(4)Charlene Tan, "Michael Hand, Indoctrination and the Inculcation of Belief", Journal of Philosophy of Education, Cilt: 38, Sayı: 2, 2004, ss. 258-260.

(5)Berke Özenç, "AİHM ve Danıştay Kararlarının Ardından Zorunlu Din Dersleri Sorunu", İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: 66, Sayı: 2, 2008, (Zorunlu Din Dersleri)  ss. 225, 226.; Tolga Şirin, "Zorunlu Din Dersi Tartışmasının Görülmeyenleri", Güncel Hukuk Dergisi, Sayı: 135, 2015, (Din Dersleri) ss. 22, 23.; Madalina Rosu, Faith in Equality: Relgion and Belief in Europe, (Ed. Sarah Cooke O’Dowd), Equinet, Brussels, 2017,  s. 55.; Carmelo Danisi, "How Far Can the European Court of Human Rights Go in the Fight Against Discrimination? Defining New Standards in its Nondiscrimination Jurisprudence", International Journal of Constitutional Law, Cilt: 9, Sayı: 3-4, October 2011, ss.800-802.

(6)Folgerø ve Diğerleri v. Norveç, 29 Haziran 2007, 15472/02. (B.D.)

(7)W ve D: M, M ve HI v. Birleşik Krallık, 6 Mart 1984, 10228/82, 10229/82. (Kom.)

(8)Graeme v. Birleşik Krallık, 5 Şubat 1990,  13887/88. (Kom.)

(9)Kjeldsen, Busk Madsen ve Pedersen v. Danimarka, 7 Aralık 1976, 5095/71, 5920/72, 5926/72.

(10)Savez Crkava “Riječ Žlvota” ve Diğerleri v.  Hırvatistan, 9 Aralık 2010, 7798/08.

(11)Hasan ve Eylem Zengin, 9 Ekim 2007, 1448/04.

(12)Mansur Yalçın ve Diğerleri v. Türkiye, 16 Eylül 2014, 21163/11.

(13)https://www.pirha.net/avrupa-konseyi-bakanlar-komitesi-alevilerle-ilgili-turkiyeyi-bir-kez-daha-uyardi-299777.html/03/12/2021/

DAHA FAZLA