Sermayenin göçmen emek gücü bağımlılığı ve ‘İslam kardeşliği’ palavrası

Sermayenin göçmen emek gücü bağımlılığı ve ‘İslam kardeşliği’ palavrası

Bugün Türk sermayesinin göçmen işçi emeğiyle narkotik bir ilişkisi vardır. Bu nedenle İslamcı burjuvazinin basın elemanları, “İman edenler bir bedendir ve bu bedeni bölmek istiyorlar” diye kendilerini sermayeye siper ediyorlar.

Kerem Yıldırım

Türk sermaye devleti, “milli damadın” ailesine ait Albayrak Holding medyasına bağlı bir aparatla İslam âlemine çağrı yaptı. Aslında bu çağrı İslam âlemine değil, devletin kontrolünde olmayan göçmen karşıtı refleksleredir.

AKP-MHP rejimi toplumda zaten güçlü bir karşılığı olan göçmen karşıtlığını kendi ideolojik yöntemleriyle kontrol altına almak istiyor. Çünkü devletin kontrol etmediği bir göçmen düşmanlığı, Türk sermaye rejimini tedirgin ediyor.

2011 Suriye iç savaşının başından bu yana, bölgesel olarak hegemonyacı bir role talip olan Türk sermaye devleti, hem ucuz emek gücüne hem de Körfez sermayesine ihtiyaç duyuyor. Müslüman göçmenlerin ucuz emeğinin sömürülmesi ve Türk sermayesinin Körfez sermayesiyle daha fazla bütünleşme ihtiyacı; Kürt’e ve Ermeni’ye karşı her gün ekranlarda ırkçılık kusan devlet “gazetecilerinin” ırkçılık karşıtı kampanya başlatmalarına sebep oldu.

Yapılan çağrıda “İman edenler bir bedendir ve bu bedeni bölmek istiyorlar” diye bir ifade geçiyor. Çarpıcıdır ve mesele ancak bu kadar isabetli anlatılabilir. İman, sermayenin büyüme özlemleri karşısında ancak bu kadar kurtarıcı olabilirdi…

***

İnsanlığın uygarlığa, yani sınıflı topluma geçiş yaptığı zamandan bu yana mülkiyeti ve yönetme erkini elinde bulunduran egemen sınıflar, toplumu yapay bir “eşitlikte” birleştirdiler. Toplum olmanın, sömürülmeye ve yönetilmeye razı olmanın ideolojik-manevi bir motivasyonu olmak zorundadır.

Orta Çağ egemen sınıflarının ideolojisi olan din, insanları tanrı karşısında “eşitlemiştir”. “Hepimiz Müslümanız, biriz, kardeşiz” düsturu ezilen sınıfları ikna etmenin temel önermesidir. Egemen inanca karşı çıkan, heteredoks yaklaşımlara yönelen ve başka dinden olan düşmanlaştırılır. Din siyasal bir perspektif olarak, mülk ve erk sahibi inançlının yoksul ve mülksüz inançlı karşısında kurduğu egemenliğin meşrulaşmasıdır.

Bu gerçeklik modern/burjuva toplumda da geçerlidir. Fransız Devrimi insanlara yasal eşitlik hakkı getirmiştir. Diğer adı yurttaşlıktır. Genel oy hakkı, adil yargılanma hakkı gibi haklar yasal güvence altına alınmıştır. Bu hakların güvence altına alınması tarihsel bir ilerlemedir ama “eşitlik, özgürlük ve kardeşlik” burjuvazinin egemenlik ilişkileri içinde sadece kağıt üzerinde kalmıştır. Fransız burjuvazisi sınıf çıkarları için devrime ihanet etmiştir.

Ekonomik eşitsizliğin kurumsallaştığı bir ortamında siyasal/yasal eşitlik mümkün değildir. Fransız burjuvazisi yasal eşitlik/ulusal birlik üzerinden Fransız işçi ve köylüleri üzerinde bir diktatörlük kurmuştur.

İnsanlık Orta Çağ’da din üzerinden “eşitlenirken”, burjuva toplumda da ulus üzerinden “eşitlenmiştir”. Her iki “eşitleme” de egemen sınıf sömürüsünün ideolojik manipülasyonundan başka bir anlam ifade etmez.

AKP-MHP rejimi bugün, sömürü ilişkilerinin devamı için her iki “eşitleme” eylemini de değerlendiriyor. Kürt ulusuna karşı “hepimiz Türküz, tek millet, tek bayrak, tek devlet.” motivasyonunu kullanırken, Müslüman göçmenlere karşı verilen tepkiyi önlemek için de “hepimiz Müslümanız, ırkçılığa hayır” motivasyonunu öne çıkarıyor. Her iki yaklaşım da Türk sermayesinin güncel çıkarlarıyla uyumludur.

Kürt düşmanlığı nasıl Türk sermayesinin Suriye’ye inşaatlar, yollar ve yeni yatırımlar yapmasına olanak sağlıyorsa, Ermeni düşmanlığı nasıl Kafkasya’da Türk sermayesine yeni büyüme olanakları sunuyorsa “anti-ırkçı” Müslüman kardeşliği de Türk sermayesine, ucuz emek gücü kullanımı ve Körfez sermayesinden faydalanma olanakları sunuyor.

***

Sermaye doğası gereği sürekli büyüme ve genişleme eğilimindedir, bu anlamda kendi varlığını sürdürmek zorundadır. Bundan dolayı karşıtını da, emek gücünün/işçilerin var oluşunu da sürdürmek zorundadır. Keza, sermaye bu devamlılığı sürdürürken hep ucuz emeğe yönelir. Çünkü kapitalist sömürünün temel zenginleşme kaynağı emek gücünden çalınan artı değerdir.

Türk sermayesi, neredeyse bir bütün olarak, küçük işletmelerinden büyük holdinglerine uzanan bir yelpazede, göçmen işçi emeğine bağımlıdır. Bu güncel bir olgudur.

Göçmen emek gücüne bağımlılık ilişkisi, AKP kurmayı Yasin Aktay’ın da dilindedir, herhangi bir küçük işletme sahibinin de. Sosyal medyada her gün, küçük işletme sahiplerinin “Suriyeliler giderse batarız.” diye ağladıkları videoları görmek sıradanlaşmıştır.

Bugün Türk sermayesinin göçmen işçi emeğiyle narkotik bir ilişkisi vardır. Bu nedenle İslamcı burjuvazinin basın elemanları, “İman edenler bir bedendir ve bu bedeni bölmek istiyorlar” diye kendilerini sermayeye siper ediyorlar.

Devlet “gazetecilerinin” cansiperane bir şekilde kendilerini ortaya atmalarının diğer somut nedeni de “reis”in geçtiğimiz haziran ayındaki Körfez turunda gizlidir. Gizli dediysek, asılında her şey açıktır. “Reis”in Katar’la yapılan görüşmelerde 100 belgeye imza attığı biliniyor. Devletin yaptığı resmi açıklamada 50.7 milyar dolarlık anlaşma yapıldığı duyuruldu.

İşte “biz bir milletiz” palavrasının ekonomi politiği budur.

İslamcı burjuvazinin kalemşörleri, beslendikleri Türk burjuva sınıfı için; sigortasız, güvencesiz, kimliksiz yaşamaya mahkum edilen Müslüman-göçmen işçileri acımasızca sömürmeye devam etme ve Körfez sermayesiyle bütünleşme çağrısı yapmışlardır. Mesele budur.

DAHA FAZLA