Kömürden adil çıkış ya da adil dönüşüm

Kömürden adil çıkış ya da adil dönüşüm

Sağlıklı bir kararın çıkması için ne hükümetin sadece özel sektörle oturup konuşması, ne de tek başına parlamento kararı yeterli değil. Bilim insanları ile araştırma kuruluşlarının da kamu bütçesiyle desteklenerek karar süreçlerine katılımları sağlanmalı.

Mehmet Torun

Sanayi devriminden bugüne başta kömür olmak üzere fosil yakıtlar yoğun olarak kullanılmakta. Merkez kapitalist ülkeler, ekonomilerinin gelişmesini fosil yakıtlara dayandırarak şekillendirdi. Kömür, petrol ve doğal gazın yoğun bir şekilde kullanılması yüksek oranda karbon emisyonuna yol açarak hava kirliliğine zemin hazırlarken fosil yakıtların kullanıldığı ülkelerde ciddi seviyelerde hava kirliliği gözlenmekte. Günümüzde kapitalist üretim tarzının yarattığı tüm kirlilikler etki alanlarını genişletirken, sanayinin gelişmesi beraberinde üretim sonrası atıkların artmasıyla doğaya zarar verilmesi sonucu çevre büyük tahribata uğramaya başladı. Bu nedenle çevre sorunları dünyada çözüm aranan uluslararası bir mücadele alanı haline geldi.

Bu alanda uzun yıllardır yapılan tartışmalar son dönemde hız kazandı. 2019 yılında dünyada enerji ve ısı üretimi kaynaklı sera gazı emisyonları, toplam emisyonların yüzde 44’ünü oluşturmuş. Bu emisyonların yüzde 72,3’ü kömür kaynaklı (IEA, 2021). Sanayi devriminden sonra kömür, devletlerin gelişmesindeki en önemli enerji kaynağı olarak görülmüş fakat günümüzde iklim krizinin oluşumundaki yüksek payı nedeniyle kömürden vazgeçilmesi tartışmaları yaygınlaşmakta.

Fosil yakıtlardan çıkılması gerektiğini savunanlar özetle “Küresel ortalama sıcaklık artışlarını 1,5 derece sınırında tutabilmek için emisyonların 2030’a kadar 2010’a göre yüzde 45 oranında azaltılması ve 2050’de net sıfır emisyona ulaşılması gerekiyor. Sera gazı salımlarının mecburi sıfırlanmaya gideceği bir süreçte bu hedefin gerçekleşmesi ancak başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkışla mümkün” demekte.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’na (ITUC) göre (2017), “Adil dönüşüm; yeşil ve onurlu bir istihdamı içeren, emisyonların net sıfır olduğu, yoksulluğun kökünün kurutulduğu ve toplulukların sağlam ve dayanıklı halde olduğu bir geleceğin önünü açan planları, politikaları ve yatırımları üreten ekonomi çapındaki bir süreçtir”.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)  “…iklim krizine karşı önlemler alınırken, herkes için insan onuruna yakışır işlerin sağlanması, eşitsizliklerin giderilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması”na  (2015) vurgu yapmakta.

Bu açıklamalar ışığında, adil dönüşümün sadece iklim değişikliği ile mücadeleye odaklanan bir kavram olmanın ötesinde politik bir yönünün olduğu da anlaşılmakta. Geçmişten bugüne kadar gelişimlerini karbon ağırlıklı enerji ve sanayi sektörüyle tamamlayan güçlü ve zengin devletlerin iklim krizinin en büyük yaratıcıları olduğu, zayıf ve yoksul ülkelerin ise iklim krizinden daha çok etkilendiği açık bir gerçek. Bu nedenle iklim krizi ve yaşanan tartışmalar politik bir mesele.

Adil dönüşüm konusunda bazı kesimler, “sorunları yaratanlardan bu sorunun çözümünü beklememek gerekir” diyerek adil geçişin işçilerin ayaklanma olasılıklarını ortadan kaldırmak için geliştirilmiş, sermaye-devlet işbirliğinin ürünü olan bir yaklaşım olarak görmekte. Küresel karbon ticareti ve karbon borsası uygulamaları bu alanın bile ticarileştirildiğini gösteren örnekler olarak vurgulanmakta. 2020’de yayımlanan Oxfam raporunda en zengin yüzde 1’lik kesimin karbon salımının yüzde 15’ine sebebiyet verdiği, en yoksul yüzde 50’nin ise yalnızca yüzde 7’lik bir karbon salımı oluşturduğu vurgulanmış. Karbon Bildirim Projesi (CDP) adlı kuruluş tarafından 2017 yılında yapılan bir araştırma, küresel sınai sera gazı salımının yarıdan fazlasından Çin kömür şirketleri, Suudi Arabistan petrol şirketi (Aramco), Gazprom, İran petrol şirketi, Exxon Mobil’in de aralarında bulunduğu 25 şirketin sorumlu olduğunu belirtmekte.  Bu rakamlar, iklim krizinin “insan faaliyetleri” sonucu değil “kapitalistlerin faaliyetleri” sonucu oluştuğunu göstermekte.

Bunlara karşın şu da bir gerçek: 1990 yılından 2015 yılına kadar geçen 25 yıllık süreçte karbon salımı yüzde 60 oranında artmış. 2011-2020 arasında ölçülen ortalama sıcaklık, 1850-1900 yılları arasındakinden 1.09 derece daha yüksek çıkmış, 1950’lerden bu yana aşırı sıcaklıklar daha sık ve yoğun görülmüş. Sadece Avrupa’da son 40 yılda 140 binden fazla kişi aşırı hava olayları sonucu yaşamını kaybetmiş.

Tüm bu tartışmalar; her devletin, her kesimin kendi önceliklerine göre yürütülmekte. ABD, AB başta olmak üzere 127 ülke fosil yakıtlardan çıkışı desteklediğini bildirirken, çıkan karar ise sadece “uzaklaşma” çağrısı olmuş. Ancak, fosil yakıtlardan çıkış konusunda en ileri pozisyonu savunan ülkeler yeni petrol kuyuları açmayı hedeflemekte. Norveç, ABD, Kanada ve İngiltere yeni petrol kuyuları arayışında. Dünya kömür üretiminin yarısını tek başına üreten Çin ile büyük kömür üreticileri Hindistan ve Rusya ise başından beri bu projeye oldukça mesafeli.

Kömürden çıkış sürecinde “geçiş yakıtı” olarak adlandırılan petrol ve doğal gazın kullanımına belli bir süre daha devam edilmesi kararı ise petrol ve gaz üreticisi ülkeleri memnun etmiş görünmekte.

Türkiye, Paris Anlaşması’na taraf olurken 2053 yılına yönelik sıfır emisyon vizyonu ortaya koymuşken bu süreçte sessiz bir pozisyonda durmakta. 2017’de kurulan Kömür Sonrası Enerji İttifakı (PPCA) yedi ülke daha katılarak kömürden çıkma taahhüdü verirken; Polonya, Bulgaristan, Malta ve Romanya ile birlikte Türkiye ittifaka katılmayan beş Avrupa ülkesinden birisi.

Tartışmalar bir süre daha devam etse de bir yola girildiği görülmekte. Bu süreçte emek örgütlerinin, sendikaların ve siyasi yapıların tavrı önemli. Ülkemizde, siyasi partilerin bu konuda çalışmaları bilinmiyor ve programlarında bu konular henüz öne çıkmadı. Avrupa’daki işçi örgütlerinin adil geçiş tartışmalarının aksine bizdeki sendikaların çalışmalarının bu konu üzerine yeteri kadar yoğunlaşmadığı görülmekte. Meslek Odaları da henüz bu konuyu gündemlerine almadı.

Oysa, bu süreçten en çok etkilenecek olan sektördeki emekçiler başta olmak üzere tüm tüketiciler olacak. Etkilenen bütün toplumsal kesimlerin bir araya geldiği, hem yerel hem ülke çapında tartışma ortamları oluşturulmalı ve bu önemli siyasi, ekonomik kararlar müzakere yoluyla alınmalı.

Sağlıklı bir kararın çıkması için ne hükümetin sadece özel sektörle oturup konuşması, ne de tek başına parlamento kararı yeterli değil. Bilim insanları ile araştırma kuruluşlarının da kamu bütçesiyle desteklenerek karar süreçlerine katılımları sağlanmalı.

İklim adaletinin sağlanabilmesi için adil geçiş sürecinin ve sonrasının kapsayıcı ve demokratik bir şekilde ele alınmasına ihtiyaç duyulmakta. Adil geçiş; yalnızca dönüşüm sürecinde yaşanacak adaletsizlikleri minimize etmek üzerine değil, yaşanmakta olan tüm adaletsizliklere karşı sosyal adaleti sağlayacak şekilde tasarlanmalı.