Hem sorunun kendisi, hem sorunlar yumağı: Vakıf üniversiteleri - III

Hem sorunun kendisi, hem sorunlar yumağı: Vakıf üniversiteleri - III

Vakıf üniversitelerini ve buralardaki sorunlar ile çözüm önerilerini Sosyal-İş İstanbul Şubesi Vakıf Üniversiteleri Komisyonu üyesi Emre Kırmızıtaş ile konuştuk.

Tugay Candan - @TugayCandann

Mail: tugaycandan@ilerihaber.org

Sosyal-İş İstanbul Şubesi Vakıf Üniversiteleri Komisyonu üyesi Emre Kırmızıtaş, yükseköğretimin özelleştirilmesi sürecinde AKP döneminin zirve noktası olduğuna vurgu yaparak, “Mevcut sorunların temelinde kamucu anlayıştan vazgeçilmesi ve uygulanan neoliberal politikalarla üniversite eğitiminin piyasalaştırılması bulunmaktadır” dedi.

Eğitimde fırsat eşitliği ve eğitime ücretsiz ulaşım konularında her dönem tartışılan vakıf üniversiteleri, son dönemde akademisyenlere devlet üniversiteleri ile eşit ücretlerin verilmemesi ve üniversite sınavında barajın kaldırılması gibi konularla gündeme geldi.

Ancak vakıf üniversitelerindeki problemler bunlarla sınırlı değil. Vakıf üniversitelerini ve buralardaki sorunlar ile çözüm önerilerini Türkiye Sosyal Sigortalar, Eğitim, Büro, Ticaret, Kooperatif ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası (Sosyal-İş) İstanbul Şubesi Vakıf Üniversiteleri Komisyonu üyesi Emre Kırmızıtaş ile konuştuk.

‘AKP DÖNEMİ SÜRECİN ZİRVESİ OLDU’

Sosyal-İş olarak 4 milyondan fazla işçinin bulunduğu 10 nolu Ticaret, Büro, Eğitim ve Güzel Sanatlar iş kolunda faaliyetlerinizi sürdürüyorsunuz. Vakıf üniversiteleri de bu işkolundaki alanlardan birisi. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de 2022 itibariyle 77 vakıf üniversitesi bulunuyor. Oransal olarak baktığımızda bu sayı toplam üniversite sayısının üçte birinden fazlasına denk gelmektedir. Yükseköğretimin özelleştirilmesi yönünde kırk yıl boyunca alınan mesafeyi göstermesi bakımından bu oran önemlidir. AKP dönemi ise her açıdan bu sürecin zirve noktası olmuştur diyebiliriz. Mevcut sorunların temelinde kamucu anlayıştan vazgeçilmesi ve uygulanan neoliberal politikalarla üniversite eğitiminin piyasalaştırılması bulunmaktadır.

Vakıf üniversitelerinde çalışan eğitim ve bilim emekçilerinin yaşadıkları sorunların başında ücretler ve çalışma koşulları geliyor. 2020 yılında ilgili kanuna eklenen maddede açık şekilde “vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez” ifadesi bulunmasına rağmen, YÖK tarafından herhangi bir yaptırıma uğramayacaklarının da verdiği rahatlıkla patronlar yasaya uymamakta ısrar ediyorlar. Yetmiyor, “rekabet gücünün arttırılması”, “sektörün önünün açılması” gibi gerekçelerle bu maddenin iptal edilmesini ve emekçileri daha fazla sömürmenin koşullarının yaratılmasını istiyorlar. Ücretlerin eşitlenmemesine mesai dayatması, sosyal hakların verilmemesi, uzun çalışma süreleri, iş tanımının belirsizliği, örgütlenmeye yönelik baskılar, mobbing, haksız işten çıkarmalar gibi sorunlar da eklenince vakıf üniversitelerindeki çalışma koşulları dayanılmaz hale geliyor. Olumsuz çalışma koşulları eğitim ve araştırma faaliyetlerini de doğrudan ilgilendiriyor. O nedenle sorun yalnızca emekçilerin sömürüsü ile sınırlı kalmıyor, bir bütün olarak üniversiteyi ve eğitim süreçlerini etkiliyor.

‘DAYANIŞMAYI GÜÇLENDİRMEYE ÇABALIYORUZ’

Örgütlenme çalışmalarınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

İlk soruda belirttiğiniz gibi 10 nolu iş kolu işçi sayısı bakımından ülkenin en büyük iş kolu durumunda. Çalışma alanlarının fazlalığı odaklanma anlamında sahada bazen işimizi zorlaştırabiliyor. Bu zorluğu aşmak için vakıf üniversitelerine yönelik örgütlenme çalışmalarımızı şube bünyesinde kurduğumuz komisyon aracılığıyla yürütüyoruz. Sorunları bizzat yaşayan ve alanı bilen arkadaşlarımızın inisiyatif almasını önemli görüyoruz. Komisyon bir yönüyle bu ihtiyacı da karşılıyor. Sürecin katılımcı bir biçimde ilerletilebilmesini sağlıyor.

Vakıf üniversitelerinin yarıdan fazlası İstanbul’da bulunuyor. Örgütlenme çalışmalarımızı da bu nedenle şimdilik daha çok İstanbul ağırlıklı sürdürüyoruz. Geçtiğimiz günlerde “Vakıf üniversitelerine sendika gerek” başlığıyla bir çalışma başlattık. Öncelikli olarak araştırma görevlilerine, öğretim üyelerine ve görevlilerine ulaşmayı hedefliyoruz. Üniversitelerde broşürlerimizi dağıtıyoruz, görüşmeler yapıyoruz. Önümüzdeki günlerde çeşitli faaliyetler (buluşmalar, forum vb.) yapmayı planlıyoruz. Olumlu geri dönüşler alıyoruz fakat örgütlenmeye dair engelleri ve bazı ön yargıları aşmak kolay olmuyor. Bunlara ek olarak vakıf üniversitelerindeki hak gasplarına, işten çıkarmalara karşı yapılan eylemlere destek veriyoruz, alanda mücadele veren diğer kurumlarla birlikte dayanışmayı güçlendirmeye çabalıyoruz.

‘MÜCADELEDE ISRAR ETMEK GEREKİYOR’

Vakıf üniversitelerindeki bunca soruna rağmen özellikle akademisyenler arasındaki örgütlülük düzeyinin hala çok düşük olduğunu görüyoruz. Bunun nedenleri sizce nelerdir?

En önemli nedenler olarak üniversitelerdeki baskı ortamını ve güvencesiz çalışma koşullarını sayabiliriz. Üniversiteye kaçta girilip kaçta çıkıldığının anlık takip edildiği, derslerin kayıt altına alındığı, yüz okutma sistemlerine, tek tip kıyafet dayatmalarına kadar varan çalışma ortamlarından bahsediyoruz. Baskının bu kadar yoğun olduğu bir yerde örgütlenebilmek haliyle zorlaşıyor.

Milyonlarca emekçinin temel kaygısı olan işsiz kalma korkusu vakıf üniversitelerinde de örgütlenmenin önünde büyük bir engel olarak karşımıza çıkıyor. Gerekli “performans” ve “uyum” sergilendiği koşulda yenilenen belirli süreli sözleşmeler veya haksız, tazminatsız işten çıkarılma örnekleri akademisyenleri bu konuda geri durmalarına neden oluyor.

Bunların dışında üniversitelerdeki çalışma kültürüne belki değinebiliriz. Akademik faaliyetin görece bireysel bir uğraş olması, daha izole çalışma alanlarının kurulması, diğer mesleki yatkınlıklar, alışkanlıklar gibi faktörler yan yana gelmeyi zorlaştırabiliyor. Örgütlenme açısından ne gibi haklara sahip olunduğunun ve olanakların akademisyenlerce henüz yeterince bilinmiyor oluşu da önemli bir etken. Bunlarda hiçbirisi aşılamayacak engeller değil elbette, yalnızca mücadelede biraz ısrar etmek gerekiyor.

‘BU ÖRNEKLERİN SAYISINI ARTIRMAK GEREKİYOR’

Zorlukların yanında Bilgi Üniversitesi gibi olumlu örnekler de var. Örgütlenme açısından buradaki süreçten ne gibi dersler çıkarmak gerekiyor?

Az önce söylediğim gibi mücadelede ısrar ve güçlü bir taban inisiyatifi Bilgi Üniversitesi’nde belirleyici oldu. Taşeronlaştırma girişimi, işten çıkarmalar, okulun el değiştirmesi, çadır nöbetleri, basın açıklamaları, mahkeme süreçleri vb. Bunca olaya rağmen kesintisiz süren bir örgütlenme çalışması ve akademisyenler dahil üniversite emekçilerinin kararlı duruşuyla sendikalaşma açısından ciddi bir mesafe alınabildi. Yetki konusunda mahkeme süreci hala devam ediyor fakat taban hareketinin güçlü olması halihazırda fiili sendikacılık yapılabilmesine olanak sağlıyor. Daha fazla örgütlenmek ve bu örneklerin sayısını artırmamız gerekiyor.

‘HER ALANDA ÖRGÜTLÜ MÜCADELEYİ BÜYÜTMEK ZORUNDAYIZ’

Üniversitelerin ve yükseköğretim alanının geleceği bugünlerde önemli bir tartışma konusu. Vakıf üniversitelerinde çalışan eğitim ve bilim emekçilerini de doğrudan ilgilendiren bu konuya dair düşünceleriniz nelerdir?

Yukarıda aktardığımız sorunlara kalıcı çözüm için eşit, parasız, laik ve bilimsel eğitim talebinin yükseköğretim dahil eğitimin tüm kademelerinde hayata geçirilmesi gerekmektedir. Vakıf üniversiteleri özelinde bunun yapılabilmesi için kamulaştırma ön koşuldur. Bugünküne benzer bir tabloyla gelecekte yeniden karşılaşmamak için eğitim alanından her türlü piyasacı ve özelleştirmeci eğilimin geri dönüşsüz biçimde silinmesi kritik önemdedir.

Kapsamlı bir dönüşüm sağlanana kadar, acil çözüm bekleyen başlıklara yönelik geçiş döneminde yapılabilecekler de vardır. Örneğin yasaya uygun şekilde ücretlerin eşitlenmesi, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, geçmişe dönük hak kayıplarının telafi edilmesi, uygunsuz durumdaki üniversitelere yönelik caydırıcı yaptırımlar, örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması gibi adımlar atılabilir. Yeter ki çözüme yönelik bir irade ortaya konulabilsin, gerisi gelecektir.

Kayyumların yönettiği, şirketleşmiş ve karakola çevrilmiş üniversitelerin Türkiye’nin geleceğinde yeri yok diyorsak; özgürce ve toplumdan yana bilimsel faaliyetlerin yapılabileceği, demokratik işleyişe sahip üniversitelerin olmasını istiyorsak her alanda örgütlü mücadeleyi büyütmek zorundayız.


https://ilerihaber.org/icerik/hem-sorunun-kendisi-hem-sorunlar-yumagi-vakif-universiteleri-145926

https://ilerihaber.org/icerik/hem-sorunun-kendisi-hem-sorunlar-yumagi-vakif-universiteleri-ii-146089

DAHA FAZLA