Akkuyu: Felaketin ayak sesi

Akkuyu: Felaketin ayak sesi

Bu yazıda nükleer yanlısı olanların ve nükleer karşıtlarının öne sürdüğü savunmaları irdelemeye çalışacağım.

Çevre Mühendisi Cihan Ersoy

Hepimizin bildiği üzere 11 Ocak 2022 günü sabaha karşı Akdeniz’de yerin 5,6 km altında 6,4 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Depremin olduğu yer, inşaatı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne (NGS) yaklaşık 36 km uzaklıkta.

Özellikle yüklenici firma olan ROSATOM yetkilileri nükleer reaktörlerin 9 şiddetinde bir depreme dayanıklı olarak tasarlandığını defalarca ifade etti.

Mersin halkı ve tüm Türkiye olarak on yıllardır süren, zaman zaman dozu artan, zaman zaman durağanlaşan bir nükleer karşıtı mücadele sürmekte. Nükleer Karşıtı Platform’un, süreç içinde 154 kilometrelik bir insan zinciri oluşturmaktan, bilgilendirme toplantılarına kadar birçok şekilde oldukça özverili çalışmaları devam ediyor.

Bu yazıda nükleer yanlısı olanların ve nükleer karşıtlarının öne sürdüğü savunmaları irdelemeye çalışacağım.

Başarmayı amaçladığım şey, nükleer santrallerin neden gereksiz ve Glasgow’da iddia edildiği gibi iklim dostu olmadığını ispat etmeye çalışmak. Umarım sizin de yazıyı okuduktan sonra nükleer santrallere karşı farkındalığınız biraz daha artacaktır.

Öncelikle nükleer santrallerin olması gerektiğini savunanların öne sürdüğü argümanlara değinelim:

  1. NGS’ler sera gazı salımı yapmadığı için iklim dostudur.
  2. Ülkemizin gelecek projeksiyonunda enerji açığı olacaktır. Bu nedenle toplam elektrik gücünün %5-7’lik kısmını bu yoldan karşılamak gerekmektedir.
  3. Nükleer santral aynı zamanda nükleer güç demektir.
  4. Bölge insanına çok ciddi istihdam ve ekonomik katkısı olacaktır.
  5. Elektrik gücü üretiminde bağımsız olacağız.

Şimdi bu argümanlara bilim insanlarının ve tekniğin ne cevap verdiğini anlatmaya çalışacağım:

  1. NGS’ler sera gazına neden olmaz, bu kısım doğru. Ancak iklim değişikliğine neden olan şey ilk önce sera gazlarının atmosfer içinde miktarının artmasına bağlı olarak güneş ışınlarının uzaya kaçmadan hapsolması ile atmosferin ısınmasıdır. Atmosferin ısınmasına sebep olan her faaliyet de aynı zamanda iklim değişikliğine neden olur. Basitçe anlatmak gerekirse (daha sonra bu kısma geniş bir başlık açacağım), nükleer santraller soğutma sularının deşarj edildiği su kütlesini ısıtır. Isınan su buharlaşır ve oluşan buhar üzerine aldığı ısı enerjisini atmosfere aktarır. Nükleer santraller iklim dostudur demek, ya gerçekten art niyettir ya da ciddi bir cehalet sorunudur.
  2. Ülkemizin elektrik gücü üretiminde kurulu güç açısından değerlendirmesini yapan TMMOB’ye bağlı Elektrik Mühendisleri Odası’nın hazırladığı raporda ifade edildiği üzere kurulu gücümüz, maksimum tüketim hesaba katılarak bakılırsa ihtiyacın 3 katından fazla çıkmaktadır. Yani aslında bizim nükleer santrale hiç ama hiç ihtiyacımız yok.
  3. Nükleer santral, nükleer güç değil; nükleer kabus demektir. Nükleer santrali olan her ülkenin nükleer silah gücü olacak diye bir kaide yoktur. Eğer ki nükleer atıklardan silah üretiriz diye hayal görenler var ise onlara verilecek en basit cevap, soba fabrikasında buzdolabı üretmeye çalışmak kadar ilgisiz iki kavramdan bahsedildiği olacaktır. Eğer ki nükleer atıklar, nükleer silahlara dönüşebilse idi, şimdi Japonya depoladığı atık bakımından nükleer gücü olan ülkeler sıralamasında en başlara otururdu. İki farklı kavramdan bahsediyoruz yani. Dolayısıyla iki farklı prosesten. Bu yüzden bizim nükleer santralimiz var diye nükleer silahımızın da olacağını hayal etmek ya da bunun propagandasını yapmak, başlı başına kandırmaca ve nükleer silahların tamamının yok edilmesine karşı verilen mücadeleye köstek olmaktan öteye gitmez.
  4. Nükleer santralde çalışacak olan insanların çok büyük bir kısmı ROSATOM’un belirleyeceği ve farklı ülkelerden gelecek olan, ayrıca bu iş ile ilgili deneyimi olacak kişilerdir. Sadece inşaat aşamasında yerli istihdam sağlanıyor, ki şu an o çalışanların da şartları oldukça kötü. İnsanca yaşam koşullarının çok gerisinde çalıştırılıyorlar. Son zamanlarda iş cinayetleri de oldu. Civarda yaşayan halk ise ayrı bir mağduriyet yaşıyor. Madencilik faaliyeti adı altında kontrolsüz dinamit patlatmaları etrafa kaya parçalarının savrulmasına neden oluyor. Evlerin çatıları, şantiye içindeki araçlar hatta yaklaşık 3 km öteden geçen yolcu otobüsü bile hasar aldı. Durum hala dava aşamasında.
  5. Elektrik gücü üretimi için bağımsızlık diye bir şey söz konusu bile değil. Çünkü nükleer santralde kullanılacak olan uranyumdioksit yakıt çubuklarının tamamını ROSATOM, Rusya’dan tedarik edecek. Türkiye’de üretilen bir uranyum zenginleştirme tesisi bulunmamakta.

Şimdi duruma biraz da nükleer karşıtı cepheden bakalım…

Nükleer karşıtlarının verdiği mücadeleye saygı duymak ile birlikte biraz eleştirmek de olması gereken diye düşünüyorum. Karşımızda 16 ülke ve 49 kapitalist şirket var. ROSATOM sadece buz dağının görünen kısmı. Hali ile geliştirilecek her argüman ve üretilen her eylem bilimsel verilere dayanmalı. Günü kurtarmak için sokağa dökülmek sadece ROSATOM’un işine yarıyor. Örneğin düz bir zemin üretmek amacı ile dökülen zemin betonu kayaçlar arasından sızan deniz suyu ile karşılaştığı için yeterince piriz alamıyor ama nükleer karşıtları bunu demirli zemin betonuymuş gibi gösterip santralin zemininde çatlak var diyor. Toplam mukavemete belirleyici bir etkisi olmayacak olan bu beton için yapılan basın açıklamaları da ROSATOM tarafından kolayca savuşturulabiliyor. Ya da Mersin Büyükşehir Belediye Başkanları gibi ¨Ben nükleer teknolojiye karşı değilim, Mersin’de yapılmasına karşıyım¨ diyenler de var.  Ya da bütün bir tesis için mücadele etmek dururken örneğin küçük bir trafo sahası TEDAŞ tarafından kamulaştırıldı diye imza toplamak da imar hukuku bilmeden yapılan havaya kılıç sallama deneyimlerinden birisi.

Akkuyu NGS inşaat süreci, ÇED Raporu’nun düzenlenmesine müteakip 2011 yılından beridir devam ediyor. Önce saha maden sahası olarak düzenlendi, gerekli saha düzenlemeleri madencilik faaliyeti maskesi ile yapıldı. Daha sonra ÇED Raporu sahte olduğu ispat edilmiş olmasına rağmen Bakanlık tarafından onaylanarak inşaat süreci başladı. Şimdi özellikle ÇED Raporu sürecinden itibaren durumu değerlendirmeye çalışacağım.

Bunun için bazı ana başlıklar belirledim. Bu başlıkların içini doldurarak ilerleyelim.

  1. ÇED Raporu sırasında karşılaşılan durum neydi?
  2. Nükleer enerji iklim dostu mudur?
  3. NGS’nin çalışmasında temel prensipler nelerdir?
  4. Ekosisteme vereceği tahribat sadece atıkları ve olası bir kaza ile mi ölçülmeli?
  5. OSPORB yönetmeliği nedir? Akkuyu NGS ile nasıl bir ilişkisi var?
  6. Bu tesisin mali portresi ve cebimizden çıkacak olan para ne kadardır?

Akkuyu NGS sürecinin başından beri verilen mücadelenin özellikle ete kemiğe bürünmüş olduğu süreç içinden itibaren olup bitenleri, genel olarak NGS’lerin de yapısını göze alarak değerlendirme gayretinde olmak bazı aksamaları da birlikte getirecektir. Eksiklikler için sürç-i lisan edersek affola.

  1. 2011 yılında ÇED Raporu taslak olarak dijital ortamda Mersin Nükleer Karşıtı Platformu’nun TMMOB ve Mali Müşavirler Odası’ndan bir araya getirdiği 11 kişilik mühendis, mimar, şehir plancısı ve mali müşavirlerden oluşan teknik ekibimizin eline geçti. Raporun okunması 2 ay kadar sürdü. Bütün harita, diyagramlar, ÇED Raporu gövdesinden oluşan doküman 3 bin 600 sayfa tutuyordu. Hakkı ile değerlendirebilmek için raporu hazırlayanlardan daha ciddi olmamız gerekiyordu. Raporda öyle ibareler vardı ki; örneğin, narenciye serada yetişen bir bitki imiş. Mersin’in en büyük tarımsal gelir kalemi ¨hububat¨ imiş. Nükleer santral inşaat alanında arkeolojik bir yapı yokmuş (alanda 1. derece arkeolojik sit alanı var). Nesli tükenme seviyesinde olan ve mutlak korunması gereken Akdeniz fokları hiçbir zarar görmeyecekmiş (içinde yaşadıkları ve üredikleri mağaralar dinamit patlatmalarının etkisi ile çökmeye başladı) gibi… Tabii ki ayrıca işletme sürecinin kendisi ile ilgili veriler vardı. ÇED Raporu sürecinde taslak raporun değerlendirilmesi ve varsa itirazların dinlenerek düzeltme yapılmasını sağlamak amacı ile ¨ileri danışma kurulları (İDK)¨ düzenlenir. Projenin büyüklüğüne göre bu toplantılar yılda 1 kere olmak kaydı ile en fazla 3 kere toplanır. İtirazların düzeltilerek rapora son şeklinin verilmesi sağlanır. Bu durum da bize 3 yıl kazandırıyordu. 13 itiraz noktası belirleyip her bir İDK toplantısına sunmaya karar verdik. En ciddi itirazlar en sona kalacak şekilde bir sıralama belirledik. Raporun genel içeriği, kullanılan üslup daha başından beridir ¨Siz ne yaparsanız yapın biz bu tesisin yapılması için ne gerekiyorsa yapacağız¨ edasında idi. Biz de hukuk çerçevesinde kazanabileceğimiz kadar zaman kazanmanın doğru olacağını düşündük. Sonuç olarak rapor sahte bir ıslak imza ile geçti ve onaylandı.
  2. Bir tesisin iklim dostu olması için tek kıstas bacasından sera gazı çıkarmaması değildir. Faaliyetin çevreyi nasıl etkilediği de varsa atıklarının nasıl bertaraf edildiği de önemli bir parametredir. Bu anlamda NGS’ler iklim dostu olmaktan çok uzaktır. İşletilme aşamasında süreç gereği olarak megavat güç başına 3000- 5000 m3 soğutma suyuna ihtiyaç duyarlar, ki soğuk su kaynağı ısı değişiminden dolayı sıcak su kaynağına dönüşür. Zaten küresel ısınmanın etkileri de atmosferdeki ısı birikimi değil mi? Sonuçta NGS’ler başlı başına küresel ısınmayı tetikleyecek noktasal bir kaynak oluştururlar ve bu kaçınılmaz bir durumdur. Ayrıca uranyumdioksit yakıt çubuğu üretme sürecinde oluşan karbon ayak izi ise NGS’lerin hiç de iklim dostu olmadığına açık bir delildir. Kullanılmış yakıt çubukları da soğutma ünitelerinde bekletilerek ısınma sonucu patlama riskini ortadan kaldırılmaya çalışılır. Bu durum da ayrıca soğutma sistemi ihtiyacını doğurur.
  3. Isı enerjisini, kinetik enerjiye çeviren her termik santraller gibi NGS’ler de aynı prensipte çalışır. Aradaki fark ise kullandığı yakıttır. NGS’ler, çekirdeği kararsız olan atomların bu kararsızlıklarını kullanarak ısı enerjisi çevrimi yaparlar. Bir araya getirilmiş 20 mm çapında ve 2 metre boyunda uranyumdioksit çubuklara yakıt demeti denir. Bu demetler, reaktörün içine yerleştirilerek ¨starter çözelti¨ denilen baryum tabanlı bir çözelti ortama ilave edilir. Böylece nükleer füsyon reaksiyonu başlamış olur. Uranyum atomunun kararsız çekirdeğinden α (Alfa), β(beta), γ(Gama) ve X ışını parçacık ve radyasyonları oluşmaya başlar. Bu radyasyon ve parçacıkların enerjisi suya ısı enerjisi olarak aktarılır. Reaktör içinde su devir daimini sağlayan bir pompa ile buhar olmasına izin verilmeyen çok sıcak su bir ısı değiştirici sitemden geçerek borulara pompalanan başka ve oransal olarak daha soğuk olan suya ısısını aktarır. Bu su yüksek basınçlı bir buhara dönüşür. Oluşan buhar ısı gücünden kazandığı kinetik enerjiyi türbinlere aktarır. Türbin kanatlarına çarpan buhar türbini çevirmeye başlar. Dönen türbin merkezindeki milin bağlı olduğu alternatör denilen ve elektrik gücünü üreten sistemi çevirir. Böylece elektrik gücü üretilmiş olur. Üretilen güç, şebekenin müsaade edeceği bir gerilim seviyesine doğrultulduktan sonra şebekeye verilir. Çok çok basit bir şekilde anlatmak gerekirse devasa bir düdüklü tencere ile karşı karşıyayız. Reaktörün içinde devir daim eden suya primer (birincil) su, buhar oluşumuna izin verilen suya da sekonder (ikincil) su adı verilir ve bu sular birbiri ile karışmaz. Bu sistemin tamamına ise ¨rankin çevrimi¨denir. Oluşan buhar, ısı enerjisinin bir kısmını kinetik enerjiye dönüştürdükten sonra kalan kısmı ısı kapasitesi ve yararlanma oranı çok düşük olduğu için soğutularak tekrar su haline getirilmelidir. Bu amaçla soğuksu kaynağı ve hava yardımı ile türbin gövdesini terk eden buhar soğutulur ve yoğuşturulur. Burada kullanılan suya da soğutma suyu adı verilir.
  4. Nükleer karşıtlarının en çok üzerinde durduğu nokta olası bir kaza anında yaşanacak felaketler ve nükleer atıkların saklanma koşullarının ve dolayısıyla bertarafının bir çözümü olmadığı, bir kazanın küresel anlamda felaket oluşturacağı yönünde. Bu tezlerinde de Çernobil ve Fukuşima örnekleri göz önüne alındığında son derece de haklılar. Özellikle Çernobil NGS’yi işleten sabıkalı firma aynı zamanda ülkenizde de bir NGS kurmaya kalkıyorsa endişelenmek için iki kere sebep var demektir. Herkesin malumu olan bu tezlerin biraz dışına çıkıp NGS’lerin kaza ve atık sorunlarından başka sorunları var mı diye bir bakalım. Akkuyu NGS ÇED Raporu verilerine göre konuşalım.

"Üretilecek toplam güç, 4.8 GigaWatt.h şebekeye verilecek güç 3,6 Gigawatt.h aradaki 1,2 Gigawatt.h’lik güç sistemi çalıştırmak için kullanılacak. Bu sistem günlük olarak 22 milyon m3 deniz suyunu denizden alarak soğutma suyu olarak kullanacak.” (1 milyon nüfuslu bir şehrin endüstriyel kullanım hariç günlük kullanma suyu 100 bin m3’tür.)

Buhar türbinleri belirli bir verim yüzdesi ile çalışır. Yani türbinlere aktarılan her 100 birim enerjinin maksimum 41 birimini kullanabilirler. Bu açıdan bakılınca yaklaşık %60’lık enerji çevrimi soğutma suyu ile alıcı ortama aktarılacak demektir. Yani aslında Akkuyu NGS reaktörleri içinde 12 Gigawatt.h’lik elektrik gücü karşılığı ısı üretilecek. Kabaca 12 Gigawatt.h’ye denk geliyor. Biz 12 kabul edelim. Bu açıdan kaçak ya da kullanılamayan, soğutma suyuna aktarılacak güç eşdeğeri ise 7,2 Gigawatt.h’dir. Bu gücün (daha sonra miktarını yaklaşık olarak vereceğim) ısıl eşdeğeri ise soğutma suyu sistemi ile Akdeniz’e verilecek. Akdeniz’in zaten ortalama sıcaklığı 18oC’dir ve soğutma suyunun verileceği planlanan su akıntısının izin verilen sıcaklık artışı 33-35oC olması beklenmektedir. Soğutma suyu ile verilecek ısının yaklaşık saatlik miktarı ise 6.195.000 kcal’dir. Suya aktarılan bu ısının deniz yüzeyinden buharlaşmayacağını ve atmosfere iletilmeyeceğini düşünmek ise en basit tarafından saflıktır. Soğutma suyu pompalar ile çekilirken içinde balık larvaları, tek hücreli canlılar, fito ve zooplanktonlar da bulunacaktır. Bunları filtre etmenin de maliyeti çok fazla olduğu için aklı evvel firma yetkilileri çözümü suyu klorla dezenfekte etmekte buldular. Hücre bütünlüğü yok olan canlılar, soğutma suyu eşanjörlerinin etrafında sıcak yüzey üzerinde katman (kışır) oluşturmasın diye günde 22 bin kg toz formunda Sodyum Hipoklorit (toz klor) çözelti olarak soğutma suyuna eklenecek. Sistemi terk eden klorla kirlenmiş ve ısıtılmış aynı zamanda organik içeriği yüksek olan su 9 metre çapında 4 adet boru ile batı-doğu istikametinde akan akıntıya deşarj edilecek. Şimdi basitçe dezenfeksiyon kimyasına değinmek gerekiyor. Sodyumhipokloritin dezenfeksiyon mekanizması aşağı yukarı şu şekilde işler: Klor, hücre dış zarının temel bileşenlerinde biri olan glikoprotein yapıya saldırı ve dış zar çözülür. Daha sonra DNA ve RNA yapılarını oluşturan mitokondri ve varsa eğer çekirdek materyalleri ile tepkimeye girer. Bu tepkime sonucu canlı ölür iken aynı zamanda klorlu amin bileşikleri oluşur. Bu bileşiklerden monokloramin, dikloramin ve trikloramin ürünleri önemlidir. Mono ve triklor amin bileşikleri gün ışığında hemen bozulur iken dikloramin bozulmadan kalır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dikloraminin çok eser miktarlarda bile mutajenik kanserojen olduğunu belirtmektedir ki çok ampirik kimyasal hesaplamalar ile bile günlük oluşacak dikloramin miktarı 2 bin kg civarındadır. Bu kadar tehlikeli bir kimyasal bu kadar yoğun olarak deniz suyuna deşarj edilerek tüm Akdeniz ekosistemi yok edilecektir. Özellikle Doğu Akdeniz Baseni’ne kıyısı olan ülkeler bu tehdidin altındadır. Bırakın balıklar üzerinden insana geçmesini, sahilde yürümek bile büyük risk oluşturacaktır.

  1. OSPORB yönetmeliği Rusya tarafından özgün olarak geliştirilmiş bir coğrafyada nükleer santral kurulurken ne gibi önlemler alınmalıdan tutun bölgenin şehir planlamasına kadar birçok parametreyi içerir. Akkuyu NGS de bu yönetmelik çerçevesinde bina edilmektedir. Tesis merkeze alınarak 30 km ve 60 km çaplı iki öncelik bölgesi planlanmıştır. İlk acil tahliye bölgesi kuş uçuşu 15 km’lik bir yarıçapı kapsar ki kaza anında burada yaşayan canlıların çok bir şansı yoktur. 30 km yarıçapındaki alan ise 2. tahliye bölgesidir. Bu alanlar içinde yapılaşmadan tutun tarım faaliyetine kadar her şey düzenlenir. Örneğin 3 kattan daha yüksek bina yapılmasına izin yoktur. Bunun anlamı budanacak tarım ve orman arazileri demektir. Bu alanlar içinde üretilecek olan tarımsal ve hayvansal ürünler etiketlenmek zorundadır. Üzerinde ¨Nükleer Santral civarında üretilmiştir¨ ibaresini yazma zorunluluğu vardır. Şimdi satalım satabiliyorsak domatesi, limonu, narenciyeyi ve muzu. Bu durum haliyle bölgeden göçü de tetikleyecektir.
  2. Başlangıçta bu tesisin Türkiye’ye maliyetinin 27 milyar dolar olduğu söyleniyordu. Ama ne oldu bilinmez, birden 70 milyar dolara çıktı. Akkuyu NGS 16 ülke ve 49 şirket tarafından yapılıyor. ROSATOM sadece görünen kısmı. Tam anlamıyla yedi düvele karşı savaş veriyoruz. Üstelik tesisin %49 sahibi ROSATOM ve yakıt çubuklarını da o getirip bize para ile satacak. Maliyet çıktıktan sonra da %49’u alacak. Devletimiz de bu elektrik için alım garantisi verecek. Sonuç olarak bizim cebimizden çıkacak toplam paranın 137 milyar dolar (Söküm maliyeti ile birlikte elektrik için ödeyeceğimiz bedel) olacak.

Dipnot: Bu durum kesin olmadığı için bir tez olarak sunulamaz ancak Akkuyu NGS ve Sinop NGS’nin radyoaktif atık geçici depolama sahası olarak kullanılacağı yönünde hem kabul edilen yeni yönetmelikler hem Rusya’nın radyoaktif atık taşıma güzergahı açısından daha çok bu yönde işletileceği gibi bir durum söz konusu. Rusya, biri Petersburg’da faal olarak işleyen, diğeri de Kazan’da bitme aşamasında olan 2 adet tesis sahibi olmak üzere. Bu tesislerde kullanılmış yakıt çubuklarında kalan %2 civarındaki uranyumdioksit geri kazanılarak tekrar yakıt çubuğuna dönüştürülüyor. Avrupa anakarası içinde bu atıkları taşıyamayacağı için Akkuyu’ya gemiler ile getirip oradan karayolu ile Sinop’a ve tekrar deniz yolu ile Rusya’ya götürmeye çalışıyor. Bununla ilgili olarak Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı birincil radyoaktif atıkların depolanması ve bertarafı ile ilgili yönetmeliği yeni yakında Resmi Gazete’de yayımladı.

DAHA FAZLA