Zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır...

"Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu"nu yıllar evvel Urla'da deniz kenarında okuduğumu anımsıyorum. Güneşin altında, bir kayanın tepesinde, ayaklarım suda, gözlerim arada bir ufukta... Sair'i hiç anlamamışım, yazarın kurduğu distopik kentin bir mühendislik harikası olduğunu yeni fark ediyorum.

Edebiyat; özgürlüğe açılan yollardan biri, gürültüyle sükûnet arasında mahur bir bestedir. Seslerin resmedilmesidir, yaşamak için yeterli olmasa da ölmemek için kusursuz bahaneler yaratan ve bizi daima ileriye taşıyacak olan işarettir. Ve okumak; düşünebilmek, sorgulayabilmek, üretebilmek, dahası bambaşka bir dünya yaratabilmek için didinirken düş ve düşünce yoksunluğumuzu aydınlatan güneştir. Çünkü okumayan, edebiyata el sürmemiş bir insanlık, kaba ve ilkel dili yüzünden ürkütücü iletişim sorunları yaşayan bir sağır – dilsizler topluluğuna, sözcük oluşturma yetisinden tümüyle yoksun bir topluluğa dönüşecektir. Ve hayat yapacak daha önemli işleri olduğunu söyleyip duran, çok ama boş konuşan insanların yaşadığı cehenneme benzeyecektir.

Lakin iyi bir okur olsak da okuduğumuz kitapları hatırlamakta güçlük çekeriz. Bazen kurgu bazen de karakterler aklımıza gelmez. Ana karakterin adını, hikayenin atmosferini unutuveririz. Bir tek duygu aynı kalır ve unutulmaz. İçinizden bir ses "İyi gelmişti bu kitap sana," yahut "Nasıl da heyecanlanmıştın / üzülmüştün / cesaretini kuşanmıştın / korkmuştun," der. Okuyup da unuttuğumuz bir kitabın bahsi açıldığında, küçümsenmekten çekinir veya B12 eksikliğinden dem vururuz. Okuduklarımızı zaman içerisinde unutuyorsak neden okumaya devam ediyoruz peki? Salt bilgilenmek için mi yoksa okuma hazzı için mi? Aslına bakarsanız içlerine giremeyeceğimiz konutların kapısını açan bir kışkırtıcı olduğu için okumanın hayatımızdaki rolü esenlik getiricidir.

Söz gelimi iyi bir roman bizi kendi gerçekliğimizden çıkararak olasılıklar dünyasında gezinmemize olanak sunar. Romanı bitirdiğimizde artık aynı kişi değilizdir. Sadece zihinsel ve psikolojik halimiz değil atmosferimiz de okuma etkinliğimizi biçimlendirir. Nasıl ki aynı kitabı okuyan iki kişi aynı duygularla yoğrulamazsa bir kitabı ikinci kez okuyan da ilk okuma edimiyle aynı psikolojik ve zihinsel deneyimi yaşayamaz. İngiliz şair Siegfried Sassoon "İnsan olmanın kaçınılmazlığıyla okuduklarımızın çok azını hatırlarız. Okuduğumuz her kitabı ikinci kez okumak, bize yazarın anlattığı neredeyse her şeyi unuttuğumuzu hatırlatacaktır. Okumayı bitirip de bir öyküden ve öykücüden ayrıldığımızda, her geçen an biraz daha solan bir izlenim kalır bizde. Ve sonra yazar, kitabını ait olduğu yere, koltuğunun altına alarak, bizden tamamen uzaklaşır," der.

Üç ayrı zaman diliminden birbirine görünmez bir biçimde bağlanan kahramanlarıyla, ejderhalar, aynalar, bilgeliğe uzanan suskunluklarla kurgulanan ve Ömer İzgeç'in Türkçesi ile su gibi okunan "Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu"nu yakın zamanda ikinci baskısından tekrar okudum. Kitabı elime aldığımda uzunca bir süre kapak resmine odaklanıp ilk okuma deneyimimi anımsamaya çalıştım. Belirsizdi imgeler, kopuktu hikaye. Bir cellat vardı, bir deli yazar / ressam. Sahi Sair kimdi? Sayfaları heyecanla çevirdikçe; bir madalyonun, bir tarikatın, bir ejderin peşi sıra yürüdükçe belleğim yine süzüp çıkardı derinlerden o hissi. Bir ilk roman olmasına rağmen keyifli ve yetkin bir yazarın kaleminin verdiği huzuru yeniden hissetmeye tabii ki değdi. Altını çizdiğim, durup düşündüğüm cümlelerin ilk ve ikinci baskıda örtüştüğünü gördüğümde ise önceki halime teşekkür ettim, zira öncesi olmasaydı şimdiki de olmazdı.

Evet, iyi bir okur olsak da okuduğumuz kitapları hatırlamakta güçlük çekeriz. Bazen kurgu bazen de karakterler aklımıza gelmez. Ana karakterin adını, hikayenin atmosferini unutuveririz. Bir tek duygu aynı kalır ve unutulmaz. İçinizden bir ses "İyi gelmişti bu kitap sana," yahut "Nasıl da heyecanlanmıştın / üzülmüştün / cesaretini kuşanmıştın / korkmuştun," der. Aslında kitaplar yaşlanmıyor, biz zaman içinde olgunlaşıyoruz. Okurun, okuma sürecinin, okuma şartlarının kendisi de metnin anlamını belirleyen etkenlerdendir, bunu da unutuyoruz.

"Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu"nu yıllar evvel Urla'da deniz kenarında okuduğumu anımsıyorum. Güneşin altında, bir kayanın tepesinde, ayaklarım suda, gözlerim arada bir ufukta... Sair'i hiç anlamamışım, yazarın kurduğu distopik kentin bir mühendislik harikası olduğunu yeni fark ediyorum. Yıllar içinde eksiliyoruz, artıyoruz, gelişip değişiyoruz. Borges'in dediği gibi "Zaten önemli olan okumak değil, yeniden okumaktır." Bunu da unutuyoruz. Ve bir kitabı aç bir okur misali şevkle okurken bitmesini istemediğimde "Zihnimin kitapların en sonundaki sayfalar gibi boş olmasını isterdim. Olmazdı. Ve ben çok sonra, sonun geldiğini söyleyen o malum başlıktan alelacele bakışlarımı kaçırarak geri kalan sayfaları okumaya başlardım." (s.150) Daha az unutmayı umarak...

Künye:

- Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu, Ömer İzgeç, İthaki Yayınları, Şubat 2023.