Zamanın ve değişimin hızı

Zamanı da kendi muhteşem icadımız olan ölçülerle anlayabiliyoruz. İnsan birikimi, zenginlikleri ölçmek için de parayı icat etti. Bu sıradan cümlenin arkasında insanı düşündüren bir gerçeklik vardır.

Şu bir düzlem olmayan sonsuz gökyüzü ya da bir kubbe olmayan gök kubbemizde üç boyutlu uzay ve tek boyutlu, geri dönüşü olmayan zamanla birlikte şimdilik dört boyutunu “biliyoruz” evrenin. Madde, hareket, uzay ve zamanın ayrılmazlığından öğreniyoruz ki, zaman maddenin değişen durumu aynı anlama gelmek üzere enerjinin hareketidir. Akıp giden zaman içinde geçmişe dönüp baktığımızda yıkıntıyı, eskiyeni, değişeni, öleni; yıldızları değil, yalnızca ışık hızıyla bize ulaşan parıltılarını görür, göremediklerimizi edindiğimiz bilgiyle hayal etmeye çalışırız. İnsan için geçmişe gitmek yalnızca budur.

Geçmişten günümüze zamanın yıpratıcı hızına dayanabilen, sağlam kalabilen eserler geçmişin armağanıdır. Hepsini korumayı doğal olarak başaramadık. Bundan sonra daha fazlasını geleceğe bırakabiliriz belki; belki bundan sonra yalnızca değerli olan kalacak, zamanın ve değişimin hızına ayak uyduramayan uzayda, uzamda yok olup gidecektir. Bilimde birikimci değil, devrimci gelişim ve değişim sürerken felsefede geçmişin kalıtı eskiyor, azalıyor. Bilimin felsefeye etkisi artıyor ya da bilim felsefesi gelişiyor.

21.yüzyılın ilk çeyreğini bitirdik bile; bize yol gösteren Aydınlanma çağını özümseyip aşan, zamanla birlikte ilerleyen bilimsel teoriye de yeryüzünde olup bitenleri anlamak için sık sık başvuruyoruz. Çünkü özellikle zamanın ve uzayın, bir bütün olarak sonsuz evrenin sırlarını çözmek için çaba gösteren bilim dünyası, hareketin, madde-enerjinin her şeyin özü olduğunu Demokrit’ten bu yana aynı izden yürüyor. İnsan ve onun varlığına, var olma biçimlerine ilişkin sırları çözen ise yine bizim o vazgeçilmez, sürekli yenilenen teorimiz oldu.

Ama bir şey var ki değişime ket vurmayı sürdürüyor,

MUHTEŞEM İCADIMIZ

İnsanın en önemli buluşlarından birisi “ölçmedir, bilimin de köşe taşıdır.” (Aklın İsyanı; Alan Woods, Ted Grant, Yordam Kitap. sf. 166) Zamanı da kendi muhteşem icadımız olan ölçülerle anlayabiliyoruz. İnsan birikimi, zenginlikleri ölçmek için de parayı icat etti. Bu sıradan cümlenin arkasında insanı düşündüren bir gerçeklik vardır. Der ki Marx, “Meta dolaşımı genişlerken, zenginliğin her an kullanılmaya hazır, mutlak toplumsal biçimi olan paranın gücü de artar. ‘Altın harika bir şeydir! Ona sahip olan, arzuladığını elde eder. Altınla ruhların cennete girmesini sağlamak bile mümkündür’ diyordu Kolomb Jamaika’dan yazdığı mektupta.” (Kapital 1. Cilt. sf.34. Yordam Kitap)

Bu kadar önemliyse para ya da altın, daha uzun bir alıntıyı hak etmez mi? “III. Henry paraya çevirmek için manastırların vb. değerli eşyalarını çalar, Delfi Tapınağı’nın Foçalılar tarafından soyulmasının Yunan tarihinde nasıl bir rol oynadığı bilinir, Eski insanlar için tapınak, bilindiği gibi, mal tanrısının oturduğu yerdi. Buraları ‘kutsal bankalar’dı. Ticaret alanında yetkin bir halk olan Fenikeliler için para, her şeyin dönüşmüş biçimiydi. Bunun içindir ki, Aşk Tanrıçası için yapılan şölenlerde kendilerini yabancılara veren bakirelerin ücret olarak aldıkları paraları tanrıçaya sunmaları son derecede doğaldı.” (a.g.y. sf.135) Marx, Shakespeare’in ünlü tragedyası Atinalı Timon’dan yaptığı bir alıntıyla yerli yerine oturtur bu sarı madeni: “Altın, sarı, pırıl pırıl kıymetli altın / bunun bu kadarı karayı ak çirkini güzel / eğriyi doğru, alçağı yüksek, ihtiyari genç, korkağı yiğit eder / ...ah Tanrı’lar, neden bu? Bu nedir tanrılar? / Bu sizin rahiplerinizi, hizmetkarlarınızı yanınızdan kaçırır / güçlü kuvveti adamların başı altından yastıklarını çekip alır. / bu sarı köle din de kurar, din de bozar.” (a.g.y. sf. 135)

TİMON’UN LANETİ

Atinalı Timon tragedyasının esin kaynağının Thomas More olduğu söylenir. Onun insanlarla ilgili hayalleri gerçekten de Thomas More’un Ütopya’sındaki düzenin parayı reddeden insanlarının yaşamını andırıyor. Timon zengin bir Atinalıdır, servetini eşi dostu, arkadaşları için harcamaktadır. Shakespeare ile ilgili önemli eserler vermiş Mehmet İnanç Turan’dan dinlemekte yarar var Timon’un hikayesini: “Timon ‘ben bir dostu bana ihtiyacı olduğu zaman silkip atacak yaratılışta değilim’ diyen adamdır. (...) ‘ben sevdiğimi karşılık beklemeden severim / verdiğinin karşılığını alan / gerçekten vermiş sayılmaz hiçbir zaman.’  Ama Timon’un kesesi bir gün tükenir. Borçlular kapıya birikirler. Timon önce içine düştüğü kötü duruma üzülür; fakat sonra sevinir. Çünkü şimdi dostlarını deneyebilecektir, kötü durumdan dostları onu kesinlikle kurtaracaklardır.” (Shakespeare ile Tarihi Yolculuk. Etki Yayınları. sf. 81-84)

Ama öyle olmadı; tüm dostları ondan yüz çevirdiler. Hayal kırıklığı büyük oldu. Bu durumu Marx şöyle anlatır: “Shakespeare paranın iki özelliğini öncelikle vurguluyor: 1- Bütün insani ve doğal nitelikleri karşıtına çevirebilen göze görünür tanrı, nesnelerin evrensel dönüştürücüsü ve değiştiricisidir; olmayacakları birbirine yaklaştırır. 2- Evrensel orospudur, insanların ve ulusların pezevengidir.”  (1848 Felsefe Yazıları. Payel Yayınevi. sf.142 ) Timon Atina’yı terkeder; insanlardan nefret eder, o bir nihilisttir artık. İsyan çığlıkları atacaktır: “Köleler, soytarılar, atın başınızdan / o ağır başlı kırışık alınlı senatörleri / sıkı yönetin devleti onlar yerine. / (...) başı bağlı köleler, çalın çalabildiğiniz kadar / asıl eli uzun hırsızlar / o kellifelli efendilerinizden sizin / kanun yoluyla soyup soğana çeviriyorlar sizi.” Ama düşmanlığı herkesi, köleleri de kapsayacaktır: “Tanrı’lar, bütün tanrılar duyun sesimi / kahredin bu duvarların içinde, dışında / yaşayan bütün Atinalıların hepsini”

Kısa keselim hikâyeyi; talih bir kere daha Timon’a gülecek, karnını doyurmak için toprağı kazar bitki kökü ararken yine altın bulacaktır. Ama artık Atina’ya dönecek, orada yaşayacak gücü yoktur. Bu kez altınlarla konuşacak, insanlara olan öfkesini anlatacak, intikam almalarını isteyecektir: “Ey sen tadına doyulmaz krallar katili / oğulu babasından ayıran katil sevgili / en temiz nikah yataklarının parlak kirleticisi / ey sen hep genç, hep diri kalan, sevilen, üstüne titrenen (...) tut ki kölen olan insanlar baş kaldırdılar sana / vargücünle öyle birbirine düşür ki onları / canavarlar yatağı olsun bütün dünya.”

***

Timon’un dileğinin gerçekleştiğini, gerçekleşmeye devam ettiğini ne yazık ki kabul etmek zorundayız. Zamanın ve değişimin hızı insana umut verir, bilimin gelişmesi giderek hurafeyi yeryüzünden kovarken, hala direnen, hiç bir açık kapı bırakmadan, sömürüyü yoğunlaştıran sistemin ya da altının temsil ettiği o tuhaf, insana aykırı düzenin egemenliğinin sürüp gitmesi ne kadar acı. Sonsuz evrende bir nokta bile olmayan Arz’da, Erde’de, Terra’da, şu güzel, her gün biraz daha canına okuduğumuz Dünyamızda, bizim ustaların, bilim insanlarının geleceği öğrenme, sırlarını keşfetme çabası olmasaydı, hepimiz tanrılara yakaracak, “yok edin bizi” diye haykıracak, nihayet bu işi de onlara bırakmayacaktık.

Umut nerede peki? İnsanlığın gerçekleşebilir ütopyasında, bilimle teoriyi birleştiren ideolojimizde, ustaların anlattıklarındadır. Ve bu garantisi olmayan ama zamanın geri dönülmezliğinden güç alan bir mücadele çağrısıdır.