Yolculukların izi

Yaşam hepimizi nereden ve nasıl geleceğini bilmediğimiz birçok noktaya sürüklüyor. Bireysel yaşamlarımızda ne kadar çabalarsak çabalayalım yaşamın bize getirdiklerini ve elbet bizden götürdüklerini veya götüreceklerini engelleyemiyoruz… Yollara düşmek, yolculukları biriktirmek, varacağımız yerleri düşlemek çoğu zaman güzeldir. Tek bir farkla, o yolları bizler kendi isteğimizle adımlıyorsak, mecbur bırakılmıyorsak, zorunda kalmıyorsak… Toplumsal, politik ve ekonomik sebeplerden dolayı seçeneksiz kalmanın ve bulunduğu yeri terk etmek mecburiyeti olarak karşımıza çıkan göç ve göçmenlik ise, bunu yaşamak zorunda kalanların yaşamlarında birçok iz bırakıyor. Atılan ve atılacak olan her adım, bireyleri birçok belirsizliğin ve kaygının kucağına bırakıveriyor. Bulunduğu yaşama alanında yaşama devam etmenin başka bir seçeneğini bulamayan bireyler, ne kadar kaygılı olsalar da bahsettiğimiz o mecburi adımı atmak zorunda kalıyorlar. Zamanı, evlerini, anılarını, doğup büyüdükleri sokakları birkaç poşete doldurup kapılarını çekiveriyorlar. Eğer çekecek bir kapı varsa bulundukları yerde…

Yaşanılan yeri arkada bırakmak, bir düzenin bozulması ve yeni duruma uyum sağlamak “normal şartlar” altında bile oldukça zorlayıcıyken, olağanüstü koşullarda bu mecburiyeti yaşayan kişiler üstüne birçok başlıkla daha mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu insanlar sadece yaşadıkları evden ayrılmıyorlar; bulundukları coğrafyayı, güvendikleri insanları, konuştukları dili, kültürel birtakım özellikleri, rutinlerini kısacası onları meydana getiren her şeyi arkalarında bırakıyorlar. Ardından ise yepyeni ve çoğunlukla zorlayıcı koşullarda bir bilinmezliğe doğru sürükleniyorlar. Gelmek zorunda oldukları noktada ise göçmenleri birçok problem karşılıyor: Barınma, beslenme, sağlık, eğitim, sosyal ihtiyaçlar… Bunların ne kadarı sağlıklı bir şekilde insani ve temel ihtiyaçlara uygun sağlanabiliyor, burası kocaman bir soru işareti. Biraz olsun yaşamın şanslı kısmına denk gelip bir düzen kurabilenler ise yine birçok problemle karşı karşıya kalıyorlar. Göçmenlere yöneltilmiş olan politik ve toplumsal öfkenin ortasında yaşamlarını kurmaya çalışıyorlar. Tüm bunlar oldukça karmakarışık ve acı dolu ilerlerken, bu kaosun ortasında yine bu tablodan en çok etkilenen kişiler elbette ki çocuklar oluyor. Temel gereksinimleri karşılanmıyor, oldukça ağır işlerde çalıştırılıyorlar, cinsel taciz ve şiddete yüksek biçimde maruz bırakılıyorlar. Tüm bu başlıkların nasıl giderileceğini ancak başka mecralarda tartışarak çözümler bulabilir ve hayata geçirebiliriz. Fakat “göç ve göçmenlik” üzerine yol almak istiyorsak; kendimizle başlayıp, çocuklarımıza da bu meselenin yaşamlarımızdaki karşılıklarını anlatmak zorundayız. Başlık olarak ne kadar zorlayıcı olursa olsun, hem göçmen hem de onların geldikleri yerlerde bulunan çocuklar için adımlar atmak durumundayız. Attığımız bu küçük adımların bir şeyleri topyekun ortadan kaldırmayacağını söylemek mümkün. Ancak konumumuz ne olursa olsun yaşamın yaralı tarafını onarmak, hangi başlık olursa olsun o zor adımların başlatıcısı olmak, direngenliğimizi çocuklarla birlikte kazanmak ve büyük adımlar için güç biriktirmek durumundayız.

Edebiyatın iyileştirici etkisinden söz ederken, bu cümleleri öylesine kurmuyoruz. Veya romantik bir kaygıyla dizmiyoruz satırlara kelimeleri. Bireylerin duygularında, düşüncelerinde ve aynaya her bakışlarında; toplumların acılı zamanlarının yan yana gelişlerinde, umudu büyütmelerinde, öfkelerini ifade edişlerinde edebiyatın yaşamı telafi eden tarafı olduğunu biliyoruz. Biliyoruz ki kelimeler arasından buluyoruz birbirimizi ve kelimelerle bağlanıyoruz birbirimize. Ve yine biliyoruz ki yazdıkça sarılacağız birbirimize ve sarıldıkça bulacağız yolumuzu…

Çocuklarımıza, göç ve göçmenlik konusunun yaşamlarımıza değen kısımlarını anlatırken, her şeyde olduğu gibi bu başlıkta da çok fazla dikkat etmemiz gereken nokta var elbette. Bu; göç ve göçmenliğin yaşamlarına temas ettiği her çocuk için geçerli. Bahsettiğimiz bu tablonun, karşılıklı olarak birbirini kabul edişe dayanması gerekiyor. Bu kabullenme biçimi herhangi birileri tarafından “verilmiş bir izin” olarak değil, yaşamı şartlar ne olursa olsun evrensel değerlerle karşılayabilmek ve sürdürebilmek adına ilerleyen yaşları için de oldukça önemli. Birlikte yaşamın mümkün olduğunu onlara küçük yaşlardan itibaren kazandırabilmek adına oldukça değerli. Çocukların karşılıklı olarak birbirlerinin gözlerinde yine birbirlerini görebilmeleri, duygularının ortak olabileceğini, kelimeleri farklı gramerlerle yan yana getirseler de gülümsemelerinin ve gözyaşlarının birbirine çok benzediğini onlara anlatabilmek mümkün. Yeter ki tüm bu karşılıklı kabullenişi, uyumu ve birlikte yaşam arzusunu çocuklardan önce yetişkin bireyler hissedebilsin. Ve yine yetişkinler kendi yaşamlarında bunları var edebilsin…

Bahsettiğimiz küçük adımları atarken karşımıza ilk olarak Yolculuk (1) isimli kitap çıkıyor. Ve şöyle diziliyor kelimeler satırlara: “Gökyüzünde bizi takip ediyormuş gibi uçan kuşlara baktım. Kuşlar da aynı bizim gibi göç ediyorlardı. Sonsuza kadar değişen hayatların, bu hayatların içinde umudu var edebilmenin mümkünlüğünü gösteriyor çocuklarımıza. Ve elbet yine salt çocuklara değil, hepimize…

Birkaç adım daha attığımızda ise Benim Adım Mülteci Değil (2) ,kitabıyla karşılaşıyoruz. Kitap, yukarıda bahsettiğimiz o “ortak ve evrensel” olanı anımsatıyor bizlere. Tüm çocukların özel olduğunu, özel olan tüm çocuklar gibi gülümseyişlerinin ve duygularının ortaklığını, oyun oynamayı çok sevdiklerini ve sevgiyi hissetmenin birden fazla yolu olduğunu… Ve yine yaşamın telafi edilebilir yanını kelimelerle çocuklara ve yetişkinlere gösteriyor.

Evinden Uzakta (3); güzel bir dünyanın umudunu anlatırken çocuklarımıza, yaşamın gerçek ve acı dolu tarafını silip atmadan daha güzel bir yaşamı anlatıyor. Savaş gerçekliğini konu edinirken, göçmen çocukların hayatın zor tarafına dair deneyimlediklerini aktarıyor, bunu yaparken umudu yanından hiç eksik etmiyor. Ve elbette ki tüm bu yaşanılanların ve yaşamın asıl telafisi olacak barışı heybesinden ayırmıyor.

Bu sıraladıklarımızın dışında göç olgusunu ve göçmenliği farklı biçimlerde konu edinen birçok kitap var. Tüm bu yazılanlar hangi tarafta olursa olsun, yaşamına göç etmenin izi değmiş çocuklarımız için birer güvenli sığınak olma özelliğine sahip. Çünkü çocuklar okudukça, duygu ortaklığına eriştikçe ve birlikte gülümsedikçe hep bahsettiğimiz o başka dünyayı yaratacaklar. Birlikte ve bir arada yaşamanın mümkün olduğunu ise emin olalım ki o her şeyi çok fazla bilen yetişkinlerden çok daha iyi anlayacaklar ve umuyoruz ki bunun için çabalayacaklar.

Önümüze sadece renkli ve heyecanlı yolların dizildiği, çocuklarımızı denizlerin kenarlarında sadece oyun oynamak için gördüğümüz, sokaklarımızda birbirinden farklı dillerden aynı gülümsemelere rastladığımız günler için… Yolculukların büyük adımlarında hep birlikte buluşabilmek adına…

 

KÜNYELER

1. Yolculuk, Francesca Sanna, Çev. Zeynep Sevde, Taze Kitap, 2016.

2. Benim Adım Mülteci Değil, Kate Milner, Çev. Aren Turhan, Arden Yayıncılık, 2019.

3. Evinden Uzakta, Pimm Van Hest, Çev. Öznel Akdil İşli, Gergedan Yayıncılık, 2017.