Yoksul balıkçının ölüme itirazı 

Metin’e öykünerek, sessiz bir gülümsemeyle diyeceğim ki; zehirli hayata alışmış bir balık değil, nehrini kendince korumaya, arıtmaya çalışan, Metin’in dostu ve öğrencisi olduğu için de umudunu yitirmemiş bir balıkçıyım ben…

Güray Öz

Tarif edilmez bir acıyla, kurtulması zor bir hüzünle oturdum bu yazıya. Duyduğumda “çok üzgünüm üzüntümü anlatacak kelime yok dağarcığımda” diye yazmıştım. Şimdi de kelimeleri ödünç alıyorum, eski zamanlardan, anılardan. Metin yok artık öyle mi? Daha dün bir yazıyı okurken, anlatılması güç bir alçakgönüllülükle, “güzel olmuş ama keşke şu arkada kalmış fikri biraz öne çıkarabilseydin” bakışıyla bakmayacak mı artık? İnce bir espriyle yolu işaret etmeyecek mi? İki yılı aşkın sürdürdüğümüz her biri bir zenginlik olan cumartesi buluşmaları yok mu artık? Kabul edilmesi zor bir gerçek canımı yakıyor. Onun ölümler karşısındaki ince hüznünü hatırlıyorum sonra. Hayat devam ediyor. Kayıplar can yakıyor, iz bırakıyor, bizler de ne kadar kabul etmesek, etmek istemesek de yeniden katlıyoruz, hep o boşluğu, o hüznü, o çaresizliği hissederek, hayatın akışına. 

***

                "Cumhuriyet ve laiklik tehlikede" klişesini daha doğru ve daha devrimci bir cümleyle değiştirme zamanı geldi. O da şöyledir: Artık tehlikeden söz edemeyiz; kaybettiklerimizi geri alma zamanındayız, değiştirilmesi gerekenin içindeyiz. Bu cümlede devrimci olan, varlığımız, özümüz ile yaşadığımız, içinde var olmaya çalıştığımız hayat arasındaki çelişkinin en keskin noktasına doğru tırmandığımız gerçeğidir. Eğer toplumun önemli bir kesimi, nüfusun çoğunluğu, siz onları yoksullar, onların durumunu kavrama becerisi gösteren aydınlar olarak da adlandırabilirsiniz, tüm anlamlarıyla yaşam koşullarından memnun değillerse, neye itiraz ettiklerinin bilincine varmışlarsa, varlıklarıyla yaşadıkları, kendilerine dayatılmış hayat arasındaki çelişkiyi görebiliyorlarsa, insanların sağlığı, üretkenliği, düşünce yoksulluğundan kurtulması, doğayla uyumlu hale gelebilmesi için harekete geçme zamanı da yaklaşıyor demektir. Ama bu aynı zamanda zorlukların, daha önce kendini göstermemiş çilelerin de yaklaşması anlamına gelir.

                Size, sürekli hatırlanan, değerlendirmeleri, tahlilleri, analizleri, şaşırtıcı öngörüleri ile yaşayan Marx’tan teori ve eylem adamından hiç eskimeyen, çağdaş bir örnek vermeme izin verin. Alman İdeolojisi'nde şöyle der Marx: "Balığın 'özü' onun 'varlığı'dır, sudur. Nehir balığının 'özü' bir nehrin suyudur. Ama, bu su, o nehir sanayinin emrine girince, boyalarla başka atıklarla kirlenince, buharlı gemiler üzerinde dolaşmaya başlayınca, ya da nehir suyunun, başka kanallara verilerek kurumasıyla balıklar varoluş koşullarından yoksun kalınca, artık balığın 'öz'ü olmaktan çıkar ve artık balığa uygun olmayan bir varlık ortamı haline gelir."

***

                İki üç satır öncesine döndüğümüzde ise "balık" ile insan arasındaki farkın da devrimci bir yorumla ele alındığını görebiliriz. Bu çelişkiyi gören ve ama insanın doğayla ilişkisinde yanlış bir noktada duran, "doğanın efendisi" olmak gibi bir yanlışın içine düşen insan, kendini kuruyan ya da zehirlenen nehrin balığı olmaya mahkûm edebilir. Oysa Marx araya derin bir çizgi çeker ve milyonlarca işçinin daha farklı bir görüşü savunabileceğini vurgular. Ve "zamanı geldiğinde, der, pratikte 'varlıklarını' 'öz'leri ile uyumlu hale getirdiklerinde bunu tanıtlayacaklardır." 21. Yüzyılda Marx’ın izini sürerek ilerleyen bir hareket nerede nasıl devrimci atılımların gerçekleşebileceğini, özgül olanın Marksizme nasıl bir renk ve zenginlik katacağını bulmak gibi bir misyonu sahiplenmek durumundadır. Metin’in yazdığı gibi kuramın “üstün yanı en derin görünen kuramsal düzenlemelerin bile somut siyasete tercüme edilebileceği bir açık uçluluk taşımasıdır.” (Marksizm ve Türkiye Solu. Yordam Kitap, s.83) Bunun için işçi sınıfı aydınlarının entelektüellerinin yoğun çaba göstermesi, birikimleri heba etmemeyi öğrenmesi de gerekiyor. O nedenle dostlarımızı yoldaşlarımızı yitirdiğimizde başka neleri yitirdiğimizi ve sürekliğin bozulmaması için gidenlerin devrettiklerine nasıl sahip çıkılabileceğini de iyice düşünmekte yarar var.

                Uzun oldu alıntılar; ama zor zamanlara girdiğimizin ve "varlığımız" ile bundan sonra yaşayacağımız hayat arasındaki mesafenin giderek derin bir uçuruma dönüşeceğini göstermek istedim. Üstelik bu derinliği HES'lerle kurutulmuş nehirlerdeki balıklarla paylaşacağımızı da biliyoruz artık. Siyasetin çeyrek yüzyıla yaklaşan bir işgal ve ilhakla duruma vaziyet eden egemenlerinin bize şimdi açık açık söyledikleri de budur. Buradan durumu yalnızca saptayıp, sessizce katlanmayı öğütleyenler, bunların "kaçınılmaz anormallikler" olduğunu söyleyenler her zaman olduğu gibi olacaktır. Peki biz bu durumda ne yapalım? Önce pratik ve ertelenemeyecek işler var. Birlikte çözümlenebilecek olan işlerden yalnızlığın kahramanlığına kaçmadan üstlenmek birincidir. Metin’e öykünerek, kimsenin kimseyi dışlamaya ya da küçümsemeye hakkı olmadığını bilmek işe yarayabilir.

***

                Kestirme yorumlarla "devrimci olan kim, kim ya da ne devrimcidir kim ya da ne devrimci değildir" hesabı yapanların işin özünden epeyce uzaklaştıklarını görmek acı olabilir ama zorunludur. Geçmişin de geleceğin de anahtarını bulduklarını söyleyenler sahte umutlar yaratır, yenilgilerin nedeni olduklarını anlamaya yanaşmazlar. Alçakgönüllülük semtlerine hiç uğramadığı, tartışmayı kabul etmedikleri için yalnızca umutsuzluk aşıladıklarını da fark etmezler. Onlar saflarımızdaki masum ama hiçbir zaman umut kesmediğimiz günahkarlarımızdır.

Bu arada iktidarın hışmına uğrayanların tümünün istisnasız, genel olarak devrimcilere akıl vermeye hak kazandıkları da bir safsatadır ve ne yazık ki nehri kirletenlerin içimizdeki işbirlikçilerine değil balıklara kızanların durumu ancak uzun erimde anlaşılabiliyor. Metin olsaydı, “bu kadar katı olma” derdi bana, “safrayla insanı, devrimci iyi niyeti ayırmak gerek” derdi belki de. Bütün safralardan kurtulmak zaman işidir. Kendine güvenin sırrının ancak kitabın hayatla sınanması ile bulunabileceğini bilenler azalarak değil çoğalarak nehirdeki zehirle mücadele eden sürüye önderlik edebilirler. Geçen ve geçecek olan zamanda şairin dediği gibi "yürüyeceğiz çoğala çoğala" dizelerine uygun davranmak en iyisidir. Ama bir koşulla; "geçmişe ağlamak fayda etmez, yarını bugünden kuracaksın, o senin tarihin olacak" demeyi de unutmayacaksın.

Yarını bugünden kurmak için geçmişin gölgelerinden kurtulmak şarttır.

                Bu tarihsel gerçeği unutmak, kimi zaman, aldatıcı bir "hürriyet"in kategorik övgüsünü dilinden düşürmeyen ama "cumhuriyet"i yermenin şehvetine kapılanlarla, laikliği savunanlarda cehalet gören, aldatıcı değişiklikleri özgürlük zanneden, kara çarşafla bikini arasında uzlaşma arayanların entelektüel görüntülü üst perdeden konuşan liberal şaşkınlığı aramızdan kimilerini de etkileyebilir. Bu türden fanteziler nehri kirletene değil balıklara kızanlarla birlikte kuru derede çırpınan "balık" olmanın kötü umutsuzluk yayan edebiyatına mahkûm edebilir bizi. En iyisi zor zamanlara girdiğimizi hiç unutmamak, eleştirinin kutsallığına dokunmadan, ağırlığı varlığımızla, dayatılan hayat arasındaki çelişkinin hizmetine vermektir.

***

Bir zamanlar balıkçıların hikayesini anlatmaya niyetlenmiş elimden geldiğince hayal ettiğim kızıl cümbüşü yazmaya heves etmiştim. O kızıl cümbüşe, beklediğimiz törene çağırdıklarıma demiştim ki, ne çabuk unuttunuz, o rüyada siz de vardınız, elleriniz bulutların arasındaydı, uçuk bir eflatun sizi sıyırıp geçmişti de kılınız bile kıpırdamamıştı, balıkçıların sergüzeşti ile sarhoştunuz. İstediğiniz kadar inkâr edin, çöle bakın, suya bakın, yalan bilmeyen bir aynaya dönüp yüzünüze bakın. Amentüyü elden verdiler ama dualarınızı kendiniz yazmadınız mı, credoyu kitaptan okumuştunuz ama yazdığınız hikâye sizin değil mi? Gökyüzü haksız ve çılgındı onu siz delmediniz mi? Sonunda çöl denize kavuşacak, aşk kazanacak, güneşin kavurduğu gövdelerimizi sulara bırakacağız. Anlayacaksınız, unutunca yok olduğunu sandığımız nefreti, kederi, onulmaz aşkı, çoşkunun bayram yerini, töreni, kızıl cümbüşü, o bitimsiz rüyayı anlayacak bütün balıkçılar. Balıkçıların bayramına giderken yine aklınıza bir fotoğraf düşecek, Metin’dir o. Ne yapmıştı Metin diye soracaksınız kendi kendinize. Taze çok taze bir hüznün, acının ışığında yazıyorum, benim yorumumdur; Metin Marksizmi özgül bir alanda yeniden canlandırmak, Marksist özü yenilenmiş somutun tezahürü olarak biçimlendirmek için çalıştı ömrü boyunca. Bize bıraktığı kalıt işte budur.

Bana "neden şifreli konuşuyorsun açık konuş" diyecekler olursa ben de Metin’e öykünerek, sessiz bir gülümsemeyle diyeceğim ki; zehirli hayata alışmış bir balık değil, nehrini kendince korumaya, arıtmaya çalışan, Metin’in dostu ve öğrencisi olduğu için de umudunu yitirmemiş bir balıkçıyım ben…