Yine... Yeniden Küba!

Bundan altmış küsur yıl önce, “Ulusal Kurtuluş Hareketleri Çağı”na damgasını vuran bir devrim gerçekleşti. Bir zamanlar İspanyollara karşı bağımsızlık savaşı yürütmüş mambi’leri (1) gerilla’ya dönüştüren 26 Temmuz Hareketi’nin zaferiyle birlikte mazlum halkların yazgısı sonsuza kadar değişti. (2)

Elbette Küba’nın öncesinde, dünyanın başka coğrafyalarında emperyalizme karşı zafer kazanmış birçok kurtuluş mücadelesi vardı. Bir Çin Devrimi vardı örneğin, Fransız ve Amerikan emperyalistlerini bozguna uğratan bir Vietnam Devrimi vardı ama hiçbirinin etkisi Küba Devrimi kadar sarsıcı olmadı.

Küba Devrimi’nin önemi 1960’ların dünyasında temsil ettiği değerlerde saklıydı.

İki kutuplu dünyada, SSCB’nin büyük devlet politikası izlediği bir soğuk savaş konjonktüründe Küba, “öncü savaşı”yla başlayıp “halk savaşı”na dönüşen özgün bir devrimi, ihtilalci inisiyatifi temsil ediyordu.

Ortaya koyduğu mesaj ilham vericiydi: Ne yapacağını bilen, ölümü göze almış “bir grup komünist öncü”, silahlı mücadele temelinde rejime alternatif, onu yıkacak, geniş kesimleri mücadeleye dahil eden bir halk hareketi örgütleyebilir!

Mesajın içeriğini en yakıcı biçimde algılayan ABD oldu çünkü Küba, Amerika’nın burnunun dibinde, Miami’ye “bir kurşun atımlık” mesafedeydi. Amerika’nın “arka bahçesi” tarihinin hiçbir döneminde böylesine “ciddi bir tehdit” altında kalmamıştı. Ne Ekim ne Çin Devrimi ABD’nin “ulusal çıkarları”nı bu kadar yakından etkilemişti. En vahimi de bu devrimin Latin Amerika’nın diğer ülkelerine sirayet etme potansiyeli taşımasıydı. Domuzlar Körfezi Çıkarması öncesinde müdahalenin koşullarını oluşturmak için 1820’lerin ünlü Monroe doktrini devreye sokuldu: “Amerika Amerikalılarındı” ve Amerikan ulusal güvenliği her şeyin üzerindeydi!

1961 yılında, dünya emperyalizminin jandarması ABD, Sovyet yayılmacılığının üssü olmakla suçladığı “Castro rejimi”ni devirmek için Küba’ya müdahale kararı aldı. 17 Nisan 1961 tarihinde ABD destekli sürgündeki Kübalılardan oluşan 2506. Tugay tarafından gerçekleştirilen Domuzlar Körfezi Çıkarması, başarısızlıkla sonuçlandı. Fidel Castro’nun deyişiyle bu yenilgi, Yankee emperyalizminin kıtasal düzeyde aldığı ilk yenilgiydi. (3)

Amerikan emperyalizmi doğasına uygun bir tutarlılıkla, Küba yenilgisi sonrasında da kıta Amerika’sında ve okyanus ötesindeki coğrafyalarda yürütülen özgürlük mücadelelerine müdahale etmeyi sürdürdü. 90’lı yıllara kadar olan süreçte “komünizm tehdidi” asli müdahale gerekçesini oluştururken SSCB’nin çözülüşünü takip eden dönemde “Yeni Dünya Düzeni” simülasyonu üzerine oturtulan “dünyanın esenliği” demagojisi öne çıktı.

90’lı yıllarda, Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılanma) politikalarının mimarı Gorbaçov’u bile “muhafazakâr”, değişimin önünde bir engel olarak gören Pentagon stratejicileri, sosyalist sistemin itibar kaybına uğramasını Küba’da devrimin çökertilmesiyle taçlandırmak istediler. Castro, “dünyanın tek bir birliğe gittiği” bir süreçte insanları düşman kamplara bölen sakallı bir dinozor olarak gösterildi. Castro’nun yalnızlaştırılması tüm dünyada sosyalizm savunucularının yalnızlaştırılması anlamına gelecekti. Propagandalarını onun demokrasi düşmanı bir despot, bir “diktatör” olduğu üzerine oturttular.

Aradan otuz yıl geçmişti ve Amerikan başkanlarının, dışişleri bakanlarının söylediklerinden daha fazlasına ihtiyaç vardı. 60’lı yıllardaki resmi açıklamaları daha “içerden” karakterlerle desteklediler. O zamanlar bir Cabrera Infante vardı örneğin; rejim karşıtlığını açıkça ortaya koyuşunun ertesinde yapıtlarına ilgi Batı kültür çevrelerinde hızla artmış, sahnenin en önünde yıldızı parlatılan bir edebiyatçı durumuna gelmişti. 1992 başlarında Cumhuriyet gazetesinin Kitap Eki’nde yayımlanan bir söyleşide, “anne ve babasının Küba Komünist Partisi kurucuları arasında yer aldığını” özellikle vurgulayan Infante, emperyalist siyaset mihraklarının duygularını okşayan şu talihsiz ifadeyi kullanmıştı: “Bilemiyorum; sonu Çavuşesku gibi kanlı mı olacak yoksa Hitler’inki gibi uzun ve çekişmeli mi ama eminim ki Stalin ya da Mao’nun aksine Castro yatağında ölmeyecek.”

Infante’nin öngörüsünün tersine Castro yatağında öldü. Öldüğünde kapısının önündeki özgür Küba bayrağı boyun eğmeyenlerin simgesi olarak dalgalanmaya devam ediyordu.

Emperyalistlerin tüm çabaları iktisadi ve siyasi bakımdan yalnızlaş(tır)ma içine itilen Küba’da rejimin bir “halk ayaklanması”yla yıkılmasına yönelikti, olmadı. Castro’nun şeytanlaştırılması üzerine oturtulan propaganda tutmadı. Ölümünden sonra değişen tek şey, doğrudan rejimin kendisinin hedef alınması oldu. Amerika’nın yeni devlet başkanı Biden, son günlerde Küba’da gerçekleşen gösterilerle ilgili yaptığı açıklamada, 1962 yılında Kennedy’nin “Castro’nun ülkeyi yönettiği ancak halkını yönetemediği” şeklindeki sözlerini ideolojik mücadelenin gerçek mecrasına taşıdı. (4) “Komünizmin başarısız bir ideoloji olduğunu” iddia eden Biden, “Küba’nın başarısız bir devlet olduğunu” belirtti. Açıklamada dikkat çeken nokta, “komünizmi evrensel olarak başarısız bir sistem” olarak gördüğünü özellikle vurgulamasıydı. Biden açıklama yaparken yanında Almanya Şansölyesi Merkel de vardı.

Evrensellik ve emperyalistlerin Küba sosyalizminin şahsında yaşadıkları bir kâbus olarak “komünizm”!

Küba Devrimi, Che’nin bundan altmış yıl önceki satirik ifadesiyle bu “kötü örnek”, emperyalist tanrıların gazabını üzerine çekmeye devam ediyor. Emperyalistler bir kez daha bu “kötü örneği” ortadan kaldırmak için kolları sıvamış durumdalar.

Küba Devrimi, 1960’ların dünyasında uzak ütopyalarla mümkün-olabilirliğin arasını kapatan gerçek eylemlerin ürünüydü; ütopyaların romantizmiyle katı gerçekçiliğin özgün bir bileşimiydi.

Küba’nın bugünkü inadı tarihinin inadıdır. O hâlâ bir ütopyayı, altmış küsur yıldır süren ablukaya rağmen yaşayan, gerçek bir ülke olarak temsil ediyor.

Küba’nın 19. yüzyılda İspanyollara karşı verdiği bağımsızlık mücadelesinin önderi José Marti, bir şiirinde “Şimdi akkor zamanıdır, yakında yalnız ışık gözükecek” demişti. (5)

Devrim, uzun süren sancılı bir yolculuktur. Küba halkı, 1 Ocak 1959’da, Marti’nin göndermede bulunduğu akkor zamanından geçti, ışığa varmak için çıktığı yolda defalarca saldırıya uğradı.

Patria Libre O Morir! (6)

Kübalı devrimcilerin dünya devrim literatürüne kazandırdığı bu slogan bir kez daha, yine, yeniden Küba halkının gündeminde.

Marti’nin Palmiyeler ülkesi...

Mambi’lerin, “Sierra’nın Sakallılarının: Che’nin, Fidel’in ve Camilo’nun ülkesi...

Bir önceki kuşaktan umutla, dirençle devralınan “şimdi”:

Akkor zamanı...

Küba Devrimi, ilham vermeye devam ediyor...


DİPNOTLAR

 

1. Mambi: 19. yüzyılda İspanyol sömürgeciliğine karşı özgürlük mücadelesi veren Kübalı savaşçılara verilen ad.

2. 26 Temmuz Hareketi, adını, 26 Temmuz 1953 tarihinde Santiago de Cuba’daki Moncada Kışlası’na yapılan saldırıdan alır. Daha sonraki yıllarda saldırıyı gerçekleştiren grubun üyeleri 82 kişilik bir kuvvetle -Granma yatıyla- Küba’ya çıkarma yapar. Aralarında Fidel, Che ve Camilo’nun da bulunduğu 12 kişi, Sierra Maestra dağlarında buluşur. Birkaç yıl sonra da ana gövdesini 26 Temmuz Hareketi’nin oluşturduğu “Direniş Ordusu”, 1 Ocak 1959 tarihinde Havana’ya girer. Devrimden sonra diğer örgüt ve gruplarla birleşen 26 Temmuz Hareketi, Küba Sosyalist Devrimi Birleşik Partisi'ni kuracak ve bu parti, 1965'te Küba Komünist Partisi’ne (Partido Comunista de Cuba, PCC) dönüşecektir. Küba askeri üniformasının omuz kısmında bulunan bayrak, 26 Temmuz Hareketi’nin bayrağıdır.

3. Domuzlar Körfezi Çıkarması’nın adı, çıkarmanın yapıldığı körfez olan Playa Giron'dan gelir. Çıkarma öncesi Havana ve Santiago de Cuba havaalanları bombalanır. İşgal girişimi üç gün sürer. 1300 kişilik tugaydan 1200’ü Küba silahlı kuvvetleri tarafından tutsak edilir. Birinci derece suçlu görülenlerin dışındakilerin tamamı (1113 kişi) 1962 yılında, özel kuruluşlar tarafından toplanan gıda ve ilaç yardımı karşılığında serbest bırakılır. 

4. 29 Aralık 1962 günü ABD Başkanı John Kennedy, serbest bırakılan 2506. Tugay askerlerini Miami Florida’da, Orange Bowl Amerikan futbol kupa maçından önce yapılan kutlamalarda resmen karşılar. Burada yaptığı konuşmada Kennedy, Castro'nun "Ülkeyi yönettiğini ancak halkını yönetemediğini" iddia ederek, 2506. Tugayın sancağının Kübalı sürgünlere "özgür" Havana'da geri verileceği sözünü verir.

5. José Marti: Yaşamını İspanyol sömürgeciliğine karşı mücadeleye adayan devrimci, şair ve yazar.  Uzun yıllar memleketinden uzakta, sürgünde yaşadı. Küba’nın ABD'ne bağlanmasına karşı çıktı. 1892'de Küba Özgürlük Partisi'ni kurdu. ABD emperyalizmine karşı Güney Amerika'nın birliği için savaştı. 1895'te Küba'ya yapılan çıkarmada İspanyol askerlerince vurularak öldürüldü.

6. Ya Özgür Vatan! Ya Ölüm!