Vakit yok sevmeye, sevişmeye...

Zaman büyük bir sınırlayıcıdır. Geçmişi andan, anı gelecekten; insanı sevdiklerinden, mekandan ve daha pek çok olgudan zalimce ayırır. Geçmiş geride kalmıştır, gelecek muallaktır, içinde bulunduğunuz an ise puf diye yok olmuştur. Zaman dalga geçer bizimle... Söz gelimi dünya 4,5 milyar yaşında, ama biz 90 yaşında ölenlere 'çok yaşamış' diyoruz ya da geriye dönüp baktığımızda "Nasıl da geçti habersiz..." diye söylenerek iç çekiyoruz. Mutluyken, çayıra çimene burnumuzu sokma isteğiyle dolup taşarken saatler, günler birbirini kovalıyor mesela. 10 yıllık krediler çekmeye kalkıştığımızda sürekli hesap kitap yapma telaşıyla on yılı bitiremiyor, beklediğimiz şey için gözümüzü telefon ekranına kilitliyor, durmadan saate bakıyoruz.

An'ı kaçırıp kendimize, sevdiklerimize vakit ayıramamaktan, daha fazla kitap okuyamamaktan, hiçbir şey düşünmeden öylece durup gökteki yıldızları sayamamaktan, bir servinin düşünü kuramamaktan, yeterince uyuyamamaktan, özlediklerimizle bir araya gelememekten muzdaripiz. Pandemiden, yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlardan, haftada elli saat ev dışı üretimde bulunsak da ay sonunu getirememekten, adil bir dünya için çabalarken engellenmekten sıkılıyoruz. Feci halde bunalıyoruz. Kimi zaman kalbimizin ritmi bozuluyor, kimi zaman da boş boş duvarlara bakıyoruz. Durağanlaşıyoruz. Ufacık bir sevinç, bir umut kıpırtısı kapımızı çalsa diye bekliyoruz.

Çalışma ekonomisi alanında pek çok çalışmaya imza atan Daniel Hamermesh "Zamanı Harcamak" adlı kitabında zamanı en etkili biçimde nasıl geçirebileceğimiz üzerine odaklanıyor. Okula gittiğimizde boş zaman aktivitelerinden, çalışmak zorunda olduğumuzda uykumuzdan, uyuduğumuzda sevdiklerimizle geçireceğimiz zamandan ödün verdiğimizi belirtirken cinsiyet, eğitim düzeyi, vb. kavramları da dikkate alarak zamanı harcama hususundaki tercihlerimizi ve bu tercihleri yönlendiren etmenleri inceliyor. "Zaman kısıtlı ve onu kullanmanın bize bir bedeli var. Biz zamanı harcıyoruz." veya "Ne kadar çalıştığımız önemlidir çünkü doğal olarak ev üretimi, kişisel faaliyetler ve eğlence için kalan süreyi değiştirir." derken zamanın sınırlayıcılığını anımsatıp bizden ne için çalıştığımızı sorgulamamızı istiyor.

KÜYE: Zamanı Harcamak, Daniel Hamermesh, Çev: Aytül Vatansever, The Kitap, 2020.

Modern edebiyat kuramcılarından Josh Cohen ise "Çalış(ma)mak - Daha Ciddi Bir Mesai"de durmaya tahammülü olmayan, çalışmayı yaşamın anlamı olarak kutsayan, her anımızı üretmek ve tüketmek için bir fırsat olarak görmemizi öğütleyen kültürümüzü mercek altına alıyor. Çok çalıştığımızda nasıl bunaldığımızı, çalışmadığımızda nasıl da kaygılanıp dağıldığımızı anlatıyor. O. Welles'ten, E. Dickinson'dan, D. F. Wallace'tan, A. Warhol'dan yola çıkarak körlemesine işe boğulmuş bir yaşamın hiçbir zaman durup da üstüne düşünmediği ya da düşünmeye zaman bulamadığı  "İnsan nedir? İnsan yaşamı ne içindir?" sorularını kendimize sormamızı salık veriyor. Duygusuz sırıtışıyla saat yönünde hareket eden Duracell Tavşanı'na atıfta bulunup "Sinir bozucu olmakla birlikte dikkat çeken bu tavşan, yaşamlarımızın sürüklenebileceği otomatikleşmiş durumu hissettirir. Gücünü kişisel bir amaç veya arzudan değil bitmez tükenmez gayrişahsi bir enerjiden alarak yoluna devam edip durur." derken körlemesine ilerlemeyi simgeleştiriyor.

KÜNYE:Çalış(ma)mak - Daha Ciddi Bir Mesai, Josh Cohen, Çev: Burcu Halaç, Sel Yayıncılık, 2021.

Sözlük anlamı "bir işi, görevi bulunmak, üretmek" olan çalışmak, mevcut ekonomik sistemin dayattığı yaşam modeliyle insan emeğinin sömürü düzenine dahil edilmesidir. Çevrenizdeki insanların beklentilerine karşılık verebilmek, yaşamı idame ettirebilmek, belki de ayakta kalabilmek adına beyninizi, bedeninizi, hislerinizi teslim etmeniz demektir. Ah, tabii ki çalışan demir ışıldar biliyoruz ve üretmekten kaçalım demiyoruz... Sadece daha fazla izleyelim güneşin batışını, sevdiklerimize daha fazla vakit ayıralım, günlerin yorgunluğundan ve aynılığından daha az şikayet edelim, hep değil arada bir servileri düşleyelim, ne Alice'in beyaz tavşanına ne de Duracell Tavşanı'na benzeyelim. J. Cohen'in dediği gibi "Hareket etmeye korktuğumuzdan ya da çok fazla şey yapmaktan yorgun düştüğümüzden değil yapmak isteyebileceğimiz şeyin ne olduğunu ve olmak isteyebileceğimiz kişinin kim olduğunu keşfetmek için" durabilsek; denize, göğe daha çok bakabilsek, kedileri, kuşları, balıkları, tabiatı daha iyi anlayabilsek; sevmeye, sevişmeye, gülüşmelere vakit ayırabilsek diyoruz.