Türkiye’nin rezervlerle sınavı!

Son zamanlarda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervleriyle yatar kalkar olduk. Öyle ki, rezevlerin yeterli olup olmadığı konusu, Türkiye’de iç siyasi tartışmaların ana konularından birisini oluşturuyor. Rezervlerin yeterli olup olmadığı tartışmaları, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in, 11 Eylül gecesi, Türkiye’nin kredi notunu “B1”den “aşırı spekülatif” seviyesi “B2”ye indirip, not görünümünü “negatif” olarak belirlemesi ile Türkiye gündemini daha fazla meşgul eder hale geldi. Çünkü bu kararını üç temel gerekçeye dayandıran Moody’s özellikle, dış borcun ve azalan döviz rezervlerinin yarattığı kırılganlıklara vurgu yaptı. Daha önceki yazılarımızda da vurguladığımız gibi, Türkiye cari açığını (döviz açığını) ödemeler bilançosu finans hesabı altındaki kalemlerden finanse ettikten sonra, bu şekilde finanse edemediği açığını Merkez Bankası rezervlerini kullanarak finanse etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin rezevlerinin yeterli olup olmaması, bir anlamda en önemli yapısal sorunu olan cari açığın finanse edilip edilemeyeceği konusunda da önemli ipuçları vermektedir. 

İşte bu haftaki yazımızda kamuoyunda bu kadar yaygın tartışılan rezervler konusunu çeşitli boyutlarıyla ele almaya ve özellikle Moody’s kararından önce Türkiye’nin rezerv yeterliliğini çeşitli ölçütleri kullanarak değerlendirmeye çalıştık.  

Uluslararası rezerv, TCMB kaynaklarında; “ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, birbirlerine çevrilebilme özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıklar” şeklinde tanımlanıyor.  Bu varlıklar arasında Avro, ABD Doları, Japon Yeni ve İngiliz Sterlini gibi konvertibl (birbirlerine dönüştürülebilir) döviz varlıkları (paralar); uluslararası standartta altın,[1] Özel Çekme Hakları (SDR) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) Rezerv Pozisyonu yer almaktadır. Bu rezervler brüt ve net olarak değerlendirmelere tabi tutulur. Brüt rezerv bir ülkenin depoladığı toplam varlığı gösterir. Yani, TCMB’nin gereksinim duyulması halinde kullanabileceği, kendine ait veya değişik şekillerde kasasında tuttuğu toplam dövizler brüt rezervi temsil eder. Merkez Bankası döviz birikiminin bir bölümünü TL ödeyerek satın aldığı (kendine ait) dövizlerden oluşturur. Ayrıca bankaya kredi olarak verilmiş döviz ile bankaların döviz tevdiat hesapları zorunlu karşılığı olarak TCMB’de tuttukları dövizler de TCMB’nin brüt döviz varlığı içinde yer alır. Ancak bunlar içerisinde kısa vadede ülkeyi terk edeceği düşünülen para miktarı hesaba katılmaz. Buna karşılık net rezerv, toplam miktar üzerinden kısa vadeli yükümlülükler ve borçların düşülmesi sonrasında elde kalan döviz ve altınların toplamıdır. Bu nedenle net rezervler, bankanın kendi malı olan dövizler ve altınlardan oluşur. Net rezev miktarını hesaplarken; hangi yükümlülüklerin dikkate alınıp alınmayacağı konusunda genel bir oydaşma olmadığı için, bankanın toplam döviz varlıklarından döviz yükümlülüklerini çıkarınca kalan döviz, Merkez Bankası’nın Net Döviz Pozisyonu olarak alınmaktadır.

Özellikle bizim gibi cari açık sorunu ve bu açığın finansmanı konusunda sıkıntıları olan ülkeler için, sahip oldukları rezervlerin yeterli olup olmaması; olası iç ve dış şokların yarattığı olumsuzlukların giderilmesi, dış borç anapara ve faizlerinin düzenli bir biçimde ödenebilmesi (dış borç servisinin düzenli olarak gerçekleştirilmesi) ve ülkenin dış kredibilitesinin artırılması açısından son derece önemlidir. Türkiye’nin uluslararası rezervlerini saklamak ve yönetmekle görevli olan TCMB, “Para ve kur politikalarına olan güveni sağlamak ve bu politikaları desteklemek, hazinenin yabancı para iç ve dış borç ödemelerini gerçekleştirmek için gerekli olan dövizi hazır bulundurmak, ülke ekonomisini yurt içi veya yurt dışında oluşabilecek ani finansal değişimlere karşı dayanıklı hâle getirmek ve uluslararası piyasalarda ülke ekonomisine duyulan güveni artırmak” amaçlarıyla rezerv biriktirir.

Merkez bankalarının ne kadar rezerv tutması gerektiğini belirlemek amacıyla çeşitli ölçütler kullanılır. Bu konuda IMF’nin 2011 yılından beri kullandığı ‘Rezerv Yeterlilik Göstergesi’[2] adlı bir göstergeden söz edilebilir. Kısa vadeli dış borç, mal ve hizmet ihracatı ile net uluslararası yatırım verisinin çeşitli ağırlıklarla yer aldığı IMF göstergesine göre ülkenin rezerv açısından yeterli olabilmesi için, rezerv yeterlilik oranının yüzde 100-150 arasında yer alması gerekir. Haziran ayında yayınlanan IMF yeterlilik raporuna göre Türkiye, yeterlilik değeri 100’ün altında olduğu için Güney Afrika, Mısır ve Şili ile birlikte rezerv yeterlilik oranının altına düşen ülkeler arasında gösteriliyor. Bu ölçüt yanında, TCMB’nin net ve brüt rezervlerinin yeterli olup olmadığını belirlemede kullanabileceğimiz çeşitli ölçütler bulunuyor. Bu ölçütlerin başında, net döviz rezervinin cari işlemler açığına oranı gelir. Bu ölçüte göre, TCMB’nin döviz rezervlerinin yeterli olabilmesi için, bir yılda verilen cari işlemler açığının en az iki katı olması gerekir. İkinci olarak rezervlerin ithalatı karşılama oranına bakılabilir. Bu konudaki yaygın görüş, TCMB’nin sahip olduğu döviz rezerlerinin yeterli görülebilmesi için üç veya altı aylık ithalatı karşılaması gerektiğidir. Bizim gibi büyümek için yoğun biçimde ham madde (ara malı) ithal etmek zorunda olan bir ülke için bu gösterge son derece kritiktir. Bir anlamda gelecek dönem büyümesi için de bir öncü gösterge rolü oynayabilir. Bu nedenlerle, her ne kadar IMF, TCMB’nin rezervinin en az 3 aylık ithalatı karşılamasını yeterli görse de rezervlerin altı aylık ithalatı karşılama oranına bakmak daha güvenli bir yaklaşım olacaktır. Brüt rezervlerin kısa vadeli dış borçlara oranı da TCMB’nin döviz rezevlerinin yeterliliğini belirlemekte kullanılabilecek bir diğer önemli göstergedir. TCMB’nin rezervlerinin yeterli olması için, brüt döviz rezervinin kısa vadeli dıç borçlarından daha fazla olması gerekir. Yıllık cari döviz giderine göre de yeterlilik oranı belirlenmektedir. Burada TCMB’nin brüt döviz rezervi bir yıllık ithalat ile hizmet giderleri toplamından oluşan yıllık döviz giderlerine oranlanmaktadır. Eğer TCMB’nin brüt rezervleri, cari döviz giderlerinin en az 1/3’ünü karşılayabiliyorsa, rezervleri yeterli görülür. Nihayet, geniş para arzına göre de yeterlilik göstergesi kullanılmaktadır. Bu gösterge oluşturulurken, TCMB’nin brüt rezerleri, M2[3] para arzına oranlanır. Bu ölçütü kullanmanın temel nedeni, “dolarlaşma”yı dikkate almaktır. Bilindiği gibi bizim ekonomimiz, yoğun bir biçimde “dolarlaşma”nın olduğu bir ekonomidir. Bankalardaki döviz cinsi mevduatların ulaştığı düzey bunu göstermektedir. Bu ölçüte göre, eğer brüt rezervler M2 para arzının %20’si düzeyinde ise rezervler yeterli olarak değerlendirilir. Aşağıdaki tabloda, 31 Temmuz 2020 itibariyle Türkiye için bu göstergelerin değerleri yer almaktadır.

Kaynak: TCMB, TÜİK

Tablodan da rahatlıkla anlaşılacağı gibi, hangi göstergeye bakılırsa bakılsın, TCMB’nin ne brüt ne de net rezervlerinin belirlenen ölçütlere göre yeterli olduğu söylenebilir. Onun için ulusal paramız sürekli değer kaybetmekte, ülkeye yabancı sermaye gelmemekte ve daha önemlisi uluslararası dereceleme kuruluşlarının kararlarına temel teşkil eden rezervler konusundaki kaygılar, ne yazık ki, haklı görünmektedir. Türkiye ekonomisi neoliberal ve sermaye yanlısı, üretmekten uzak, sadece kredi genişlemesiyle uyarılan iç tüketim artışına dayalı iktisadi büyüme politikaları ile gelecekte daha kırılgan, daha az güvenilir ve daha sorunlu bir ekonomi haline gelme potansiyeli taşımaktadır. Ekonominin rezervler açısından son derece kırılgan yapısı, 1980’lerden bu yana uygulanan neo-liberal politikalar yanında,  öngörüden uzak, sadece günü kurtarmaya dönük, temeli olmayan, plansız ve programsız iktisadi politika kararlarının da bir sonucudur. Döviz kurunu etkileyen kısa ve uzun dönem faktörleri göz ardı ederek, döviz kurunu belli bir düzeyde tutmak için, rezevleri hoyratça tüketmenin bir sonucudur kırılganlık göstergelerindeki olumsuzlaşma. Bu nedenlerle, bu kötüleşmeden hep birilerini sorumlu tutacağımıza; iyi değerlendirmeler yaptığında göğe çıkardığımz dereceleme kuruluşlarını, birazcık olsun gerçeğe yakın değerlendirmeler yaptıklarında baş düşman ilan edeceğimize; öncelikle kendimizi sorgulayıp “biz nerede yanlış yaptık” dememiz gerekiyor. Onun için yapılması gereken bellidir: Kısa ve orta vadede cari açık kıskacına girmiş, ‘prangalanmış’ büyümemizin, bu kıskaç ve prangadan kurtulması gerekmektedir. Bunun için öncelikle sanayinin dışa bağımlılığını azaltmak ve kontrolsüz hale gelmiş sermaye hareketlerine bir disiplin getirmek elzemdir. Bu ise ancak ve ancak 1980’lerden beri uygulanan sermaye yanlısı neo-liberal politikaların bir an önce terkedilmesi ile mümkündür. Bunu sağlayacak bir siyasi anlayışa ve bu anlayışa öncülük edecek lider ve kadrolara gereksinim duyulduğu çok açıktır.


[1] Merkez bankalarının altın rezervi bulundurmasının nedenleri arasında altının stratejik bir rezerv tutma aracı olması, istenildiği zaman paraya çevrilebilme özelliği bulunması ve ülkenin zor zamanlarda ödeme gücüne sahip olduğunu sergilemede önemli bir rol oynamasındandır. Geçmişte kağıt paranın altın karşılığı olarak basılmış olması da altın rezervi birikiminde rol oynamıştır.

[2] IMF’nin 2011’de belirlediği Rezerv Yeterlilik Göstergesi hesaplanırken yükümlülüklerden belli oranlarda bir sepet oluşturuluyor. Bu sepet oluşturulurken, 1 yıla kadar ödenecek dış borçlara yüzde 30, diğer portföy yükümlülüklerine yüzde 10, mal ve hizmet ihracatına yüzde 5 ve geniş para arzına da yüzde 5 ağırlık veriliyor. Daha sonra ülkenin brüt döviz rezervi bu toplama bölünüyor.

[3] M2 para arzı, dolaşıma çıkan para ile TL ve döviz cinsi mevduat toplamından oluşur.