TİP’in yükselişi ve sosyalist strateji-1: An

Belki Leninist siyaset açısından bu tablodan hareketle, anı anlatan tek bir saptamanın soyutlamasına ulaşmak da strateji tartışması açısından gerekli. Fakat, onu da pratik siyaset sahnesindeki öncülere bırakmayı tercih ediyorum.

Bu yazıda bir süredir yazacağım deyip de ertelediğim: Erdoğan ve CHP’nin ağırlıkla dış politik gelişmeler ve seçim eğik düzlemine girilmesiyle bağlantılı manevralarının, 2013-2015’ten beri daha gözle görünür hale gelen hegemonik kriz açısından anlamı ve TİP özelinde sosyalist siyaset önüne serdiği sıçrama olanakları konusunu ele alacağım. Belki biraz daha erteleyebilirdim ama Cenk Saraçoğlu’nun 27 Aralık 2022 günü Gazete Duvar’da yayımlanan “Strateji, sol ve TİP parantezi” başlıklı yazısıyla bu konuda bir tartışmaya davet edince bu yazıyı yazma gereği arttı. Hele ki, enflasyonun yüzde 150’leri aştığı bir yılın son altı ayında AKP-MHP Saray bloğunun oylarını toparlayıp, ana muhalefet CHP’nin oylarında 5’te 1 oranında bir gerilemenin yaşandığı ve TİP’in anketlerde yüzde 2’yi bulduğu gibi veriler ortadayken bu yazıyı yazmamak olmazdı.

Sosyalist bir dönüşüme yönelik yol haritası anlamında bir iktidar stratejisinin sosyalist siyasetin varlık nedeni olduğunu söyleyen Saraçoğlu, yazısında bize bu stratejinin 5 konuda ulaşılacak netleşmeler üzerine kurulacak bir düşünüş ve pratiğin içerisinden çıkabileceğini anlatmış. Diyalektik bir mantıkla aralarındaki sıralılık ve ilişkiselliklerin de gözetilmeye çalışıldığı stratejinin beş uğrağı şunlardan oluşuyor:

1) “An” (mevcut zamanın ve yerin sosyalist bir siyaset için taşıdığı olanak ve sınırlılıklar)

2) “Ölçek” (siyasetin öncelikle hangi mekan ölçeğinde yürütüleceği)

3) “Özne” (hedeflenen devrimci dönüşümün sosyal-sınıfsal öznesi)

4) “Araçlar” (siyasetin esas olarak hangi düzlemlerde üretileceği ve nereden taşınabileceği)

5) “Eşikler” (hedeflenen dönüşüme ulaşmak için zorunlu olarak geçilmesi gereken eşikler)

Ona göre, Türkiye solu açısından bir strateji tartışmasını kışkırtan bir gelişme de 6 yıl önce kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin ülkenin muhalefet sahasında görece etkili bir güce dönüşmüş olması ve muhalif kesimlerde bir ilgi odağı haline gelmesidir. Saraçoğlu’nun yazısı şu tartışma davetiyle bitiyor: “TİP’in bugünkü deneyimi; mevcut durumun sosyalistler için ne gibi olanaklar ve sınırlılıklar barındırdığı (yani “an”), ülkenin bütünündeki dinamikleri temsil etme hedefi taşıyan bir sol siyasetin dili ve yaklaşımı (yani ölçek), sosyalist hareketin gücünü alabileceği kitle tabanı (yani özne), sol siyasetin icra edildiği ve aktarıldığı parlamento ve sokak gibi sahalar (yani araçlar) ve sol siyasetin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri (yani eşikler) konusunda, yani Türkiye’ye özgü bir sol iktidar stratejisinin sacayakları konusunda bir yeniden düşünme daveti içeriyor.” Praksis Dergisi’nde uzun yıllardır birlikte yol yürüdüğümüz Cenk’in yazısıyla söyleşmeye içinden geçtiğimiz politik momentumun strateji tartışmasını ne kadar çağırdığına ilişkin bazı tespitlerimi paylaşarak başlamak istiyorum.

AN/MOMENTUMUN TEMEL ÇİZGİ VE KONTURLARI

Anı şekillendiren temel parametrelerin birbiri içine geçmiş ulusal-global, siyasal-sosyal, teorik-politik pekçok boyutu var. Kolayca tariflenmesi mümkün olmayan, 3 boyutlu diyebileceğimiz bir tablo içinde tabloyla karşı karşıyayız. Tek tek sıralandığında bile uzun bir listeye dönüşen bu tabloyu şu şekilde maddeleyebiliriz:

I) Global ve ülkesel ölçeklerde uzun süredir devam eden hegemonik krizler (neoliberal küreselleşmeyle, Kemalist ve İslamcı hegemonya projelerinin ayrı ayrı ve de üst üste binmiş krizleri)

II) Bu krizleri yönetebilmek için sosyal bedelleri ağır istisnai durumlar yaratılarak inşa edilmiş otokratik görünümlü oligarşik bir despotik rejimin varlığı

III) İki yıldır ABD-AB-NATO eksenini, “demokratik dünyanın otoriter rejimlerle savaşı” mottosuyla, Çin’in başını çektiği BRICS’in kazançlı çıktığı bildiğimiz anlamda globalleşmeden çıkışa (Globexit’e) yönlendiren “liberal emperyalist” kliğin Saray Rejimi’nin otokratını (tıpkı Brezilya’nın Bolsonaro’su gibi) istemediği yönünde mesajları vermesi

IV) Saray Rejimi hukuki geçerlilik kazandığından beri, emekçi sınıflar, kent yoksulları ve çeşitli küçük burjuva katmanların bilinçli yüksek kur-astronomik enflasyon politikalarıyla hızlı ve sert bir yoksullaşmaya maruz kalması 

V) Finans-tekelci kapitalistlerin bir yılda yüzde 300-400 gibi tarihi karlar açıkladığı, otokrata bağlı 5’li çete denilen Saray sermayesinin eşine rastlanmayacak büyüklükte vurgunlarla hazineyi yağmaladığı ve dünyanın dolar bazında en yüksek oranlarda yükselen emlak fiyatlarıyla gayri-menkul sahipleri ve esas olarak konut ve inşaat sektörlerinde faaliyet yürüten tarikat sermayelerinin ihya edildiği köklü bir servet transferinin yaşanması

VI) Temel vaadi parlamenter demokrasiye dönüş olan, son aylarda Globexit ve neoliberal birikim rejimine bağlılığını, dindar muhafazakarların “kazanımlarına” dokunmayacağını ilan eden düzen muhalefetinin halkın derin yoksullaşmaya ve burjuva kliklere servet transferlerine karşı öfkesini kontrol edip, seçim sandığına yönlendirerek soğurmaya devam etmesi

VII) Demokratik Kürt siyasetinin bazı sosyalist grupları yanına alarak oluşturduğu HDP’nin 2015’ten beri solun daha geniş kesimleriyle ittifaklar yaparak, yüzde 10 seçim barajını aşıp Türkiye siyasetinde etkili bir güç haline gelmesi

VIII) Gezi öncesine kadar sol siyasete yön veren 1970’lerin büyük sosyalist geleneklerinin etkisinin Haziran 2015’ten beri ciddi oranda zayıflaması gibi çok temel olgulardan müteşekkil biçimde çizebiliriz. Bu tabloya sosyalist siyaseti yakından ilgilendiren konturlar olarak iki gerçekliği

IX) Pek çok yerel işçi-emekçi direnişlerine, yaygın mücadele eğilimlerine rağmen ölü taklidi yapan sendikal bürokrasinin düzen muhalefetinin yanında konumlanıp, sosyalistlere mavi boncuk dağıtarak günü kurtarması

X) Rejim değişse bile erkek-devlet şiddetine, patriyarkal kapitalizme karşı mücadelesinden geri adım atmayan kadın hareketi, topraklarını, derelerini, ormanlarını korumak için dağda bayırda nöbet tutan, direnen köylü taban hareketleri ve Umut-Sen gibi bağımsız sınıf sendikacılığını militan biçimde yapan oluşumların sosyal muhalefetin sokaktaki canlı kanalları olarak temayüz etmesi.

Orta ve uzun vadeli stratejiyi kurarken şimdilik politik düzleme yansımaları belirginleşmiş gözükmese de an’a etki eden entelektüel-kültürel-ideolojik iklimin; siyasal demokrasiyi, hak ve özgürlüklerin savunusunu önemli kılan faşizan bir rejimin varlığı ve onun ifadesi olan siyasi-fiziksel şiddetin basıncıyla emek hareketiyle sosyalist siyasetlerin bu rejim karşısında varlık gösteremeyişinin toplamlı etkisiyle sol entelijensiyada kapitalizm eleştirisini, sınıfsal kutuplaşmayla, sınıf mücadelesi önkabullerini savunan Marksist sosyalist çizginin, söze makro iktidarla başlayıp, mikrolarıyla bitiren post-yapısalcı-kültürelci sol liberal eğilimler karşısında zayıflaması olduğunu da görmek gerekir. Bununla yakından ilişkili olarak, emperyalist Batı ülkelerinin sol entelijensiyasında belirginleşen bir başka kültürel-ideolojik eğilimi de görmek önemlidir. Kendisini yeşil yeni düzen, kadın ve LGBTİ+ haklarını tanıma, ırkçılık-homofobi karşıtlığı gibi söylemlerle sunan liberter görünümlü emperyalist çizginin kadın-çevre-antifa-queer sosyal hareketlerden başlayarak eğitimli ve güvencesiz beyaz-gri yakalı kesimleri, sola açık aydınları, üniversite gençliğini büyük ölçüde kendisine yedeklemesidir. Bunun da belli bir vadede Türkiye solunun entelektüel-kültürel-ideolojik iklimini sınıfçı-devrimci Marksistlerin daha da aleyhine şekillendirme tehlikesi vardır. Bu noktadaki en önemli bariyer, Türkiye toplumu ve entelijensiyasının söz konusu emperyalist blokun kanlı yüzüyle, çifte standart ve iki yüzlülüklerinin kurbanları olarak henüz canlılığını koruyan tarihsel hafızasıdır. Olası Erdoğan’sız Türkiye senaryosu gerçekleşirse, yeşillenmiş, kadın ve LGBTİ dostu kapitalizmin Türkiye’de kendisine daha fazla alıcı bulmasıyla bu durumun değişebileceği de öngörülebilir.

TİP’in üye sayısı ve toplumsal desteği açısından ciddi bir yükseliş göstermesini işte böyle bir “an” tablosu içinde konuşuyoruz. Bu yükselişi ana bağlamıyorum elbette. Böylesi bir tutumun iması bile, onu gerçekleştiren parti örgütüne, teorik-politik öncülerine ve parlamentoda 1965 TİP’i kadar mücadeleci ve ses getiren bir performans sergileyerek topluma umut ve cesaret veren milletvekillerine haksızlık olur. Fakat 6 yıldır bugün geçerli olan gerçekliklerin bir kısmının şekillenmekte, bir kısmı nüve halinde olduğu (bir kısmınınsa henüz hesapta olmadığı) akış ve etkileşim halinde olduğu bir anın içinde hareket ettiklerini, kısa ve dönemsel taktik ve stratejilerini bunun içinde şekillendirdiklerini, 3-4 yıldır da başarıyla uyguladıklarını söylemek mümkündür. Yeni bir stratejik sıçramayı önlerine koyacaklarsa da yukarıda çerçevesi çizilen bir an tablosu içinde olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Belki Leninist siyaset açısından bu tablodan hareketle, anı anlatan tek bir saptamanın soyutlamasına ulaşmak da strateji tartışması açısından gerekli. Fakat, onu da pratik siyaset sahnesindeki öncülere bırakmayı tercih ediyorum. Bir sonraki yazımda Saraçoğlu’nun çerçevesinden giderek ölçek ve özne konusundaki değerlendirmelerimi paylaşacağım. Uzun ve karmaşık bir liste oluşturan 11 maddelik bu saptamaların her birinin altı uzun makalelerle doldurulabilir. Bir yılı aşkın süredir farklı köşe yazılarında uzun uzun anlattığım için bu makalede spotlar halinde verip, detaylarına girmedim. Biraz da bu yüzden Cenk Saraçoğlu’nun davetiyle girdiğim bu tartışmayı Gazete Duvar’dan değil, buradan yapmayı tercih ettim. Belki bu konuyla ilgili yazılar tamamlandığında, gözden geçirilmiş yeni bir versiyonunu kabul ederlerse oraya da gönderebilirim.