Israr ve tekrar önemlidir. Thomas Bernhard’dan ve Yalçın Küçük’ten biliyoruz. Yan yana gelseler hiç sevişmezler. Onu da biliyoruz. Olsun, tekrardan, ısrardan ve çocukça hayallerden kaçmıyoruz. Nitekim biz de aynı konuya 3. kez dönüyoruz. (*) Dönmüşken, hooop Yunanistan’a ve Syriza’ya geçiyoruz.
Önemlidir. Güncel bir deneyimdir. Deneyimimizdir. Buradayız.
Sadece Syriza’yı değil, Syriza’yı iktidara getiren yolu da tartışabilmenin önemli olduğuna inanıyoruz. “Amaaan ne olacak ki, onlar da yeni Pasok işte, sistem yürü ya kulum dedi, yürüdüler” ya da “AB sosyal demokrasisinde belli bir boşluk oluştu, eski aktör yıprandı, onlar da boşluğu dolduruverdiler.” Öyle değil.
“Kriz dalgasının üzerine bindi, geldi, neyi tartışıyorsun?” Biraz öyle gibi ama tam değil.
Syriza’nın nasıl bir siyaset güttüğü, kemer sıkmaya nasıl karşı durduğu, borç meselesinde ne tür alternatifler önerdiği, hangi reçeteleri ve programatik hedefleri önüne koyduğu, krize ve demokrasiye dair neleri söylediği ve söylemediği genelde biliniyor zaten. Atla deve değil, sistemin ve AB’nin dışına çıkmayan, reformist bir program işte! Yanında Chavez’den Kerenski’ye, Harry Potter’dan Phaethon’a bin bir türlü benzetme kümesi de devreye giriyor. Burada değiliz.
Başka bir yerdeyiz. Son yıllarda dayanışma ağlarını nasıl kurup geliştirdiği ve bunların etkisiyle nasıl büyüdüğü diğerleriyle aynı derecede bilinmiyor. Oradayız. Güzel, burada duruyoruz. (Hooop, Yalçın Küçük okuduğumuz dönemlerde dilimize vuran bu ifade biçiminden çıkmaya çalışıyoruz. Çıkış’ı tavsiye ediyoruz, geçiyoruz.)
Neredeyiz?
Toplam işgücünün yüzde 26’sının işsiz olduğu, genç nüfus için bu oranın yüzde 50’lere çıktığı, 5 yıl öncesine göre maaşların yüzde 38, emekli aylıklarının yüzde 45 gerilediği, nüfusun yüzde 18’inin gıda ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir ortamdayız. (**) E, böyle bir ortamda dayanışmayla pişirilen yemeklerin, işsizlere alternatif imkanlar yaratmanın, ortada kaynayan kazanların, dayanışmayla sağlanan ilaçların ve sunulan sağlık hizmetlerinin ayrı bir yeri oluyor haliyle.
Krizle birlikte nüfusun yüzde 33’ü sosyal güvenlik/sağlık hizmetlerinin dışında kalırken, eczacılardan cerrahlara, ortopedistlerden psikolog ve dişçilere bir dayanışma ağı oluşturmak önem kazanıyor elbette. Böylece doktorlar haftada bir günlerini, nam-ı diğer “izin günleri”ni, “dayanışma klinikleri”nde geçiriyorlar. Aynı şekilde, avukatlar mesailerinin bir bölümünde, dayanışma ağı içerisinde hukuki sorunları olanlara danışma hizmeti sunuyorlar. Keza eğitimciler vb. kendi cephelerinden dayanışmacı, paylaşımcı işlere girişiyorlar.
Bunlar var. Tüm bu çalışmaların içinde de, özellikle 2008 krizi sonrasında Syriza var. Kapı komşumuzda belli kapıları açıyor.
İnsanlar “sosyal sistemler”in dışına atılır ve gerekli hizmetleri alamazlarken, sağlıkçıların, eğitimcilerin, hukukçuların sundukları bu hizmetler özellikle önem taşıyor. Bazen gerçekten de “yaşamsal” önemde. Neticede, yiyecek dayanışma merkezlerinde, sosyal mutfaklarda, kooperatiflerde, eğitim sınıflarında son 3 yılda 2 katına varan bir artış yaşanıyor.
Tabii bu işler için ortak kaynak yaratacak çalışmalar da yapılıyor. Banka soygunları, nam-ı diğer “kamulaştırmalar”, 80 öncesinde ülkemizde olduğu şekilde öne çıkmamış, “gözde” değil nedense! Fonlar oluşturuluyor onun yerine. 2012’den itibaren 72 milletvekili, maaşlarının yüzde 20’sini bu fona aktarmış mesela. Herkes İçin Dayanışma fonu adı. Kooperatifler kapsamında da, sebzeyi, meyveyi çiftçilerden doğrudan alıp marketlere göre daha ucuza satan alternatif satış noktaları oluşturuluyor. Kriz sürecinde işsiz kalmış mavi ve beyaz yakalı işçiler, mühendisler vb. de buralarda çalışıp, kendileri ve ağları için belli bir gelir yaratmaya uğraşıyor.
Karar süreçlerinde de katılımcılık ve şeffaflık önde. Nam-ı diğer “doğrudan demokrasi” denemeleri ön plana çıkıyor.
Syriza’yı hükümete taşıyan programın ve bu süreçteki vaat ile taahhütlerinin bir kısmı (“susuz ve elektriksiz ev kalmayacak”, “evsiz kimse kalmayacak” vb.) dayanışma hareketinin bir parçası olarak geliştirilmiş durumda. 2013 yılında 240 bin evde faturalar ödenemediği için elektriklerin kesildiği düşünülürse, “faturasını ödemediği için kimse elektriksiz kalmayacak” taahhüdüyle ortaya çıkmanın ve bunu hayata geçirmenin önemi daha iyi anlaşılabilir sanırım.
Sadece Syriza’nın ve Yunanistan’ın meselesi değil, son yıllarda belli bir etkinliğe ulaşan, mevziler kazanarak ilerleyen tüm toplumcu hareket ve örgütlerin benzer çalışmalara yoğunlaştığını görüyoruz. İşsizler arası yardımlaşma/dayanışma girişimleri, sağlık, barınma ve eğitim ihtiyaçlarını öne çıkaran dayanışma ağları, ekmek başta gıda ihtiyaçlarına yönelen “sandıklar” vb. öne çıkıyor.
Örneğin barınma hakkı, ev işgalleri, kiralarını ödeyemeyenlere destek vb. Avusturya Graz’daki komünistlerin yükselişinin de temelini oluşturuyor. (***) İspanya’da Podemos da borçların yeniden yapılandırılması, yolsuzluğa karşı önlemler vb. söylemleri dışında, barınma hakkına dönük girişimleriyle, finansal cezalara muafiyet söylemiyle, sağlık ve eğitimde yeni uygulamalarla da yükselişte.
Ekmek, barınma, sağlık ve eğitim, ulaşım gibi kamusal meselelerde işleyen sahici ağlar örmek, somut ilerlemeler, kazanımlarla yol almak, sadece Avrupa’nın ve son birkaç yılın değil, diğer kıtaların ve son 10 yılın da meselesi. Arjantin’de “ekmek meselesi” etrafında yaklaşık 10 sene önce yaşananları o dönem Ece Temelkuran şöyle aktarıyordu; “Her yere dayanışmayla önce ekmek fırınları kuruluyor. Asambleler’in de (sokak köşelerinde bir araya gelip bira içerek tartışanlar, Pazar günü büyük meydanda bir araya geliyor) Piketeroslar’ın da (barikatçılar) önceliği bu, ortak ekmek fırını. Sonra da onların etrafında hayat gelişiyor. O hayatı komünal bir hayata dönüştürüyorlar. Ekmek, çok çıplak, net ve temiz bir şey...”
Ekmek meselesi kadar olmasa da önemli bir mesele daha var. Bu tür çalışmalar/ağlar gündeme geldiğinde, siyasetin diğer kanallarını ikame edip etmediği de gündeme geliyor nedense. Birbirinin yerine konması gereken çalışmalar olmadığını 40’ıncı kere tekrarlayalım biz de o halde. Ötesinde, belli toplumsal mevzilerle ilerleyebilmek için elverişli bir zemin yarattığını. Dayanışma ağlarıyla ulaşılan somut kazanımlar bir yanda, siyasette/ekonomide somut, ulaşılabilir hedefler koymak diğer yanda, birbirini bütünlediğini. Israr ve tekrar önemli işte!
Evet, bir şeyi başka bir şeyin yerine koymak gerekmediği açık. Birlikte ve birbirini destekleyerek/besleyerek yol alacaklar. Sınıfın ve sınıf mücadelesinin geleneksel örgütü olarak sendikalar görece bir gerileme içerisindeyken, ortaya çıkabilecek yeni dayanışmacı yapıları, onu da besleyecek yeni bir kanal olarak değerlendirebilmek önemli.
Sağlık, barınma, eğitim, ulaşım, ekmek, sosyal güvence vb. ortak ihtiyaçlardan hareketle dayanışma örgütleri/ağları geliştirmek, bugünkü sadaka kültürüne karşı gerçek, eşitlikçi, dayanışmacı bir kültür ve toplum yolunda paylaşımcı bir hareket yaratmak; toplumculuğun toplumsallaşması için de elverişli bir zemin sunuyor.
Buradan çıkıp Türkiye’ye ve Birleşik Haziran Hareketi’ne (BHH) doğru baktığımızda henüz bu tür çalışmalara dönük bir ipucuyla karşılaşmıyoruz. BHH’de şimdilik genel siyasal/ideolojik söylem, burada da AKP karşıtlığı ve laiklik ön planda. Gezi döneminden itibaren kamusal alanlarımıza, özgürlüklerimize sahip çıkma vurgusu da var tabii ve Gezi’nin içindeki dayanışmacı, ortaklaşmacı, paylaşımcı komünal anlayışın izleri. BHH bu halkalardan da tutup gelişebilir, belli mevzilerle ilerleyebilir kanaatimce.
Burada da bir sorun var. Türkiye solunun öznelerine/bileşenlerine bakıldığında, bu tarz bir çalışmaya en yatkın ve “sürükleyici” olabilecek özneyi, hadi adını da verelim Halkevleri çevresini, bünyesinde barındırmaması üzücü. Öte yandan, bu tarz bir çalışmaya en aykırı ve “frenleyici” olabilecek özneyi, hadi adını vermeyelim, bünyesinde barındırması ise düşündürücü.
Neyse, bu son dediklerimizi eleştirel notlar olarak orada bırakalım. Sosyal Haklar Derneği’nin Soma şubesinin açılış haberi geldi geçen hafta, Türkiye’de bu bahiste de iyi şeyler oluyor yani, ona bakalım…
Güzel ve burada duruyoruz şimdi!..
---
(*)İlk ikisi için: “Sosyal”izm için ve “Yoksulluk, sosyallik, dayanışma ve cemaat”
(**) Yazı boyunca Yunanistan’la ilgili veriler şu yazıdan: http://www.theguardian.com/world/2015/jan/23/greece-solidarity-movement-cooperatives-syriza
(***) “Graz’da komünistler yüzde 20’lik oy oranına nasıl ulaştı?"